Mino Raiola, bundan 40 yıl önce hayatının alameti
farikası için girişimde bulundu. Ve sadece üniversite sıralarındaydı. Yine de
gençlik ömrüne sığdırdıkları, hiç şüphesiz fazlasıyla tecrübeli ve standart
birine göre çok daha uzun yıllar hatırlanacak türden akıl doluydu.
Bu yazı hem Mino Raiola’nın hayatına hem de onun Avrupa’da
bıraktığı izlere odaklanıyor. Çok daha uzun yıllar hatırlanacağı kesin olan
Mino’nun izlerine…
Kendimi Avrupa dışındaki dünya futboluyla ilgili çok
bilgi sahibi bir insan olarak tanımlayamam. Bulunduğum ortamlarda “…diye bir
futbolcu, masalsı bir takım keşfettim” diyen insan genelde ben olmam. Mino
Raiola ile tanışmam da çok geriye gitmiyor. İtalyan futbolu ve esasında daha
doğrusu menajerleri denince malum klasikler ve her daim bu sektörün kralı olma
savaşının içindeki ilk akla gelen olsa da ülkenin modern zamanlarda bundan daha
fazlasını çıkardığını tahmin etmek güç değil.
Bir filme başlamadan hemen önce Imdb puanını baz alırım
fakat hepimiz böyle değiliz. 7,3 Imdb puanı olan ve Tom Cruise’a Oscar ödülü
kazandırdığı Jerry Maguire filminden esinlenen Raiola, Maguire Tax & Legal
şirketini kurar ve malumunuz o ün, kendini beğenmiş ama bir o kadar da hataya
tahammülü olmayan bir isim elini masaya koyar.
İtalya’nın Agri şehrinde doğan ama çocukluğu anılarında
canlanamayacağı kadar küçükken ailesiyle birlikte Hollanda’ya, Haarlem şehrine
göç ederler. Mino Raiola, futboldaki en etkili kişilerden biri olma yolundaki
ilk adımları da burada atar aslında.
Standarttın altında bir futbol oynadığını kabul ettiği
zaman henüz 18 yaşındaydı ve bu onun tutkusu olduğu spora veda mektubuydu. Bu
tutkuyu bastıracak hukuk eğitimine başlasa da futboldan vazgeçemedi. Belki de
futbolda ondan! Madem oynamaya yeteneğim yok neden yönetiminde olamıyorum diyerek yola çıktı ve buyurunuz!
Haarlem genç takımının yönetimine seçilen menajerimiz,
babasının işlettiği lokanta sayesinde organizasyon, ekonomik hesaplamalar ve
liderlik vasfını öngörme konusunda hiç de fena sayılmazdı. Ve otorite nedir
genlerinde vardı. Babası dışında kimseyi pek önemsemezdi. Onu “o” yapan kendisi
ve yine kendisi iş başındaydı.
Kısa süre sonunda bir “gerçekle” tanıştı. Finansal
yetersizlikler, kaynak engeli vesaire… Yine de 1980’lerin ortasında büyük
süksesi olan Hollandalı futbolcuları, İtalya’ya pazarlayabilirse yapmak için
bir sebebim daha var dedi. Hatırlar mısınız? Bir döneme damgasını vurmuştu
İtalya futbolu. E şimdiler de pek esamesi okunmasa da dünya futbolunun
merkeziydi.
Raiola, arabuluculuk yeteneği ile muhasebe şirketini de
birleştirince, üzerine tatlı olarak, İtalya ile ticari çıkarları olan bu şirket
sayesinde, Hollanda'daki oyuncu birliği ile anlaşacaktı. Gönlünden geçen Spritz
içkisiyle, incecik pizzası ve fazla sıcak kanlı Napoli’ydi. Onlara, Dennis
Bergkamp'ı önermişti fakat Napoli, sürklase ettiğini sanmıştı. Bergkamp
transferinin ardından, Wim Jonk'un Ajax'tan Nerazzurri'ye geçmesiyle, Raiola
Serie A üzerinde bir ağ kurmaya başlamıştı.
Manu Raiola, seksenlerin sonunda, Portekiz'in
gediklilerinden Sporting Lizbon'da oynayan Hollandalı Frank Rijkaard'tan çok etkilenmiş
ve İtalyan devi Milan’a satarak ilk haklı kazancını sağlamıştı. Doksanların
ortasında ise, Sparta Prag’ın medar-ı iftiharı Pavel Nedved’i keşfedip, bir
diğer İtalyan hatırası olarak buzdolabına magnet olarak konduracaktı.
Henrikh Mkhitaryan ve Zlatan Ibrahimovic'in Manchester United
sözleşmeleri yine onun kaleminden. Ve en güzeli en sona mı? Ya da en kazançlı?
Şimdilik! Pogba 105 milyon Euro gibi rekor bir ücret karşılığında Old
Trafford'un spot ışıklarını tekrar kendi üzerilerine döndürmeyi başardılar.
Kabul edelim ki Manu, pazarlama stratejisi, takipçilik ve
egosu ile beraber, Avrupalı çağdaşlarından daha farklı bir kulvarda koşmak
durumunda. Eldeki malzemelerle pişirilmiş basit ama lezzetli bir yemekten
farksız. Hem de Manu Raiola gibi oldukça mahir bir menajerin elinden çıkmış bir
kazanç…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.