25 Nisan 2019 Perşembe

Sakın Bırakma Müller!


Alzheimer; beyinde ortaya çıkardığı değişiklikler nedeniyle ilk kez 1907’de Alois Alzheimer isimli bir araştırıcı tarafından tanımlanan, iki zararlı proteinin çökmesi ile ortaya çıkan ve demansın (bunamanın) en sık görülen nedeni olan hastalıktır. Bilimsel olarak bakıldığında herhangi bir his bırakmayan cümleden ibaret lakin aslına bakarsak, annenizin sizi tanımaması veyahut dün çekilen bir fotoğrafınızı göstersenizde hatırlamamasından ileri gelecek.
Ne yazık ki bu bizlerde pek de alışılmadık bir his bırakacak. Birçok hastalıkla mücadele edebiliriz fakat burada sadece Alzheimer’ın sözü geçiyor.

Bir isim var ki, futbolda denildi mi, bir de üzerine Alman etiketini yapıştırdığınızda soluklanırsınız. Gerd (Gerhard) Müller, her ne kadar şu an bu yazıyı okuma girişimi olan herkes bu ismi anımsar ancak gözünüzün önüne o fotoğraf karesi gelmez. Çünkü o jenerasyona, canlı canlı izleme şansına erişemeyen kümeye katılırız.
Ama durun dijital ve internet dünyasının tüm yararlarını şimdi görebiliriz. Yeni dünya sayesinde, hayatıma kısa sürede bir dolu Alman girmişti. 

Sporcuların en sevdiği cümle “bu çocuktan bişey olmaz.” Neden mi? Kasabanın yerel takımı 1861 Nördlingen’e katıldığında 15 yaşındaydı. Hocası onu ilk gördüğünde “Bu çocuktan adam olmaz” demişti. Hatta bir de ona lâkap takmıştı: “Kısa Şişko Müller”! İşte o çocuk, kısa sürede onu mahcup edecekti. Müller şunu fark etmişti; yere yakın olması, topa daha yakın olması demekti. Topa daha yakın olması da “gole daha yakın” olması anlamına geliyordu! Kısa sürede gole alışan santrfor; 51 maçta 108 gol atınca Bayern’in dikkatini çekmiş oldu.




Müller, Bayern Münih’e geldiğinde takım 2. Lig’in sıradan ekiplerinden biriydi. Sadece 1931 yılında bir kez şampiyon olmuş, ardından yıllarca 2. Lig’de  “debelenmişti”. Müller geldiğinde, takımda Beckenbauer ve Sepp Maier gibi henüz efsane olmamış isimler de yer alıyordu. 
Müller, Bayern ile çıktığı ilk maçında iki gol attı, sezonu 26 maçta 33 golle bitirdi ve takım Bundesliga’ya çıktı. Ardından gelen ilk sezonda Almanya Kupası kazanıldı; ardından da goller, kupalar ve şampiyonluklar… Müller, Bayern kariyerinde 607 maça çıktı ve 566 gol attı. 15 senede dört lig şampiyonluğu, üç Şampiyon Kulüpler Kupası zaferi, birer Kupa Galipleri Kupası ve Kıtalararası Kupa, dört Almanya Kupası elde etti.

Beckenbauer; Müller için çok net bir tanımlama getiriyor;“Birçok büyük oyuncuyla beraber oynadım: Wolfgang Overath, Paul Netzer, Karl-Heinz Rummenigge, Paul Breitner… Bence aralarında en iyisi Gerd Müller’di. Durdurulmazdı. Bayern bugün sahip olduğu her şeyi ona borçlu. Onun golleri olmasa hepimiz antrenman sahasında, eski bir tahta sıranın üzerinde oturuyor olurduk!”
Müller, Almanya yıllarının ve Dünya Kupası’nın ardından gittiği ABD’de de üç sene Cubillas ve George Best ile birlikte oynadı, ardından da futbolu bıraktı. 

Bu yıllarda boşluğa düştü ve kendini alkole verdi. Müller’i Bavyera’nın bir barında bulan eski takım arkadaşları alkol tedavisine iknâ etti. Tedavi bitince, Bayern Münih büyük bir vefa örneği göstererek efsane oyuncularını kulüp bünyesine aldı ve teknik ekipte görev verdi.
İşte ne olduysa bu noktada kapısını çalacaktı, Alzheimer. Düşünsenize, Bayern Münih maçlarını izliyor ve bu takımı takım yapan Müller’di fakat ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Tıpkı çocuğunu hatırlamayan bir baba gibi… Sakın bırakma Müller!

17 Nisan 2019 Çarşamba

Lentini’ye İkinci Bir Hayat


Torino, 1940’larda başlayıp, 1949 yılındaki elim uçak kazasıyla noktalanan “Grande Torino”dönemine en yakın sezonunu 1992 yılında yaşamış, UEFA Kupası’nda final oynayarak büyük sükse yaratmıştı. O takımın Enzo Scifo ile birlikte en büyük itici gücü olan sol açık Gigi Lentini’nin Milan yolu böyle açılmıştı.

1993 yazında, Lentini’nin başına gelenleri bilenler için, üzücü bir olaydı. Bilmeyenler için ise şaşırtıcı… Lentini’nin bu düşüşü, Milan’a ayak uyduramayan bir futbolcunun, ya da Alpler’in bağrından kopup, Milano’da tutunamayan bir gencin öyküsü değildi… Onu durduran, hayatını değiştiren şey; trafik canavarıydı.
Gigi Lentini, Berlusconi’nin Serie B’den alıp, dünyanın en büyüğü konumuna getirdiği Milan’a, bugünkü değerlerle, tam 13 milyon Pound karşılığında transfer oluyordu. Aynı zamanda futbol tarihinin transfer rekorlarından biriydi bu…

92/93 sezonunda şampiyon olan Milan’a ciddi katkılar sağlayan, o dönemde Azzurri’nin de değişmezlerinden olmaya başlayan Lentini için işler yolundaydı. Ta ki takvimler 1993’ü gösterdiği zamanda, sezon öncesi hazırlık turnuvası için Ferrari’siyle Genoa yoluna çıkana kadar… Hayatın “beyazını” yaşarken, ciddi bir trafik kazasıyla “siyaha” merhaba diyordu Lentini… 
Kafatası çatlayan, göz çukurları zedelenen yıldızın bu dakikadan sonra ölüm-kalım mücadelesi başlıyor, iki gün boyunca ciddi bir koma süreci yaşıyordu…




Önce ölümden dönen, daha sonra kör kalma tehlikesini atlatan Lentini, hayatın ötesinde, 1 yıl gibi kısa bir süre içinde futbola da dönüyordu. Ama futbola dönen, 2-3 yıl öncesinin fırtınası, yere sağlam basaraktan, saçlarını rüzgarın ters yönüne vererekten, leziz driplingler yapan Lentini değil, sıradan bir futbolcuydu…
Lentini’nin futbola karşı gösterdiği inancı, saygıyı, Milan ona karşı göstermiyor ve yolların ayrılmasına karar veriliyordu. Atalanta’nın yolunu tuttu. Burada geçirdiği bir sezonda, iyi bir performans sergileyen Lentini, Atalanta’nın ligi 10. bitirmesini sağlayanlardan oldu. Aynı sezon, kendisine yol veren “son şampiyon” Milan’ın, ligi 11. bitirişi manidardı… 

Lentini’nin bu performansı, onu yeniden değerli kılmıştı. Ve bu seferde Torino yolları onu bekleyecekti. Lentini’yi Milan’a sattıktan 1 sezon sonra Serie B’ye düşen Torino, çıkışı tekrardan kendilerine UEFA finali oynatmış oyuncuyla aramıştı. Lentini, bu beklentileri boşa çıkartmayacak, iki sezon sonra nihayet Serie A’ya yükselecek olan Torino’ya önemli katkılar yapacaktı… Serie A’da eski günlerinden kesitler vermeye başlayan ve de artık 30’una merdiven dayayan bu “kara talihli” adamın başına yine kötü şeyler gelecekti, üstelik tam da form tutmuşken…

Gianluigi Lentini, her şeye rağmen bu oyunu hiç bırakmadı, 43 yaşına kadar hayatını “futbol oynayarak” kazandı. Bir dönemin “pahalı ayakları”, hayata sımsıkı sarıldıktan sonra; futbol topundan uzak kaldığı kayıp yıllarının acısını çıkartmaya çalışmıştı. Kendisini izleyenler için, bugün hala “sol kanat” denince akla gelen ilk isimlerden birisidir. Lentini’ye ikinci bir hayat…

10 Nisan 2019 Çarşamba

3, 2, 1, Boston Maratonu


Nisan, ayların en zalimidir. T.S. Eliot bu ünlü dizesini yazdığında NBA’in kurulmasına 24 sene vardı. Başka bir şey kastetmişti ama öyle kullanmak zorunda değiliz. Nisan, ayların en zalimidir çünkü NBA play-off’ları başlıyor. Bu lafı bize sıkça hatırlatan maçlar, çarpışmalar izleyeceğimize eminiz. Bunu aklınızda tutun, ancak nisan ayı deyince akıllara tek başına NBA gelmesin bir de Boston Maratonu var. Hatırladınız mı?

Boston Maratonu Massachusetts’in  Nisan ayının üçüncü pazartesi günü Şükran Günü'nde yapılır. 1897'de başlayan etkinlik, 1896 Yaz Olimpiyatları'nda ilk maraton yarışmasının başarısından ilham aldı. Boston Maratonu, dünyanın en eski maratonu olup en iyi bilinen yol yarış etkinliklerinden biridir. 
Boston'ın yıl boyu en çok iple çekilen etkinliği, marathon monday adı altında kutlanır, şehir genelinde okullar tatil olur. İnsanlar günler önceden maratonu izlemek için nokta seçmeye başlarlar.

Kış ayının -15 derecede şortla nehir kenarında koşan amcalar görürseniz (ki genelde görürsünüz) bilin ki maratona hazırlanıyordur. 
Boston Athletic Association yani kısaca (BAK), her yıl 500.000 seyirci çekerek New England'ın en çok izlenen spor etkinliği oldu. 1897'de 15 katılımcı ile başlayan maraton, günümüzde her yıl ortalama 30.000 kayıtlı katılımcıyı çekmektedir, 2015 yılında 30.257 kişiyle girmişti.


Ne yazık ki burada da kadın-erkek eşitsizliği devreye giriyor. Kadınların 1972'ye kadar Boston Maratonu'na resmi olarak girmelerine izin verilmedi. Roberta "Bobbi" Gibb, yarış organizatörleri tarafından tüm Boston Maratonu'nu (1966'da) yöneten ilk kadın olarak kabul edildi. 1967'de "KV Switzer" olarak kayıtlı olan Kathy Switzer, baştan sona kadar, koşan ve bitiren ilk kadındı. Yarış yetkilisi Jock Semple'ın numaralarını söküp onu yarıştan çıkarmaya çalıştığı rezil bir olaya rağmen bitirdi. 2015 yılında ise, katılımcıların yaklaşık yüzde 46’sı kadındı.

15 Nisan 2013 tarihinde yerel saatler 14.49'u gösterirken gerçekleşen, 3 kişinin ölümü ve 200'den fazla kişinin yaralanması ile sonuçlanan bombalı bir saldırı, sporu, insanlığı ve değerleri yitirmiş bir şekilde gerçekleşti. Keşke tarihler bu kanlı lekeyi hiçbir zaman yazmasaydı. Ancak wikipedia’ya girdiğiniz anda ilk önce Boston Maratonu değilde maalesef Boston Maratonu Bombalı Saldırı adı altında bir linkle karşılaşıyorsunuz.

Ve şimdi bunların bir daha yaşanmamasını ümit ederek, yeni bir Boston Maratonu’na geri sayım başlatalım…
Sadece NBA gölgesinde kalmayan Maraton, şimdilerde insanların yarışabilmek adına kendileriyle yarıştıkları koşunun çok ötesine geçmiş durumda… 3, 2, 1, buyrun.

4 Nisan 2019 Perşembe

Dan Martin; Kimin Oğlu ya da Kimin Yeğeni


Tabii ki Tour de France’deki her “ilk zafer” özeldir; ama bazıları daha kişisel ve dolayısıyla daha özeldir. İşte Daniel Martin’in 9. etapta elde ettiği birincilik de o zaferlerden...
Çok ayrı, özel bir öykü değildi aslında Dan Martin’in sahip olduğu. Ülkenin bisikletçileri yüzyıldır bu sporu yapabilmek için ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlardı. Dublin bisikletin ilk icatlarının yapıldığı yer olmasına rağmen yol bisikletinde ilerleyememişlerdi. Birkaç yıl boyunca bisiklet dünyasına katkıları John Dunlop’un icatlarıyla sınırlı kalmıştı.

Yıllarca, İrlandalı bisikletçi hakkında tek bir bilgi vermek istendiğinde “Stephen Roche’un yeğeni” olduğu söylendi. 1987’de Giro-Tour dublesi yapan Stephen Roche’un kızkardeşiyle evli olan babası Neil Martin de Olimpiyat’ta boy göstermiş eski bir bisikletçiydi, ancak profesyonel olmasını sağlayacak ekipteki son kotayı, kendisinin tavsiye ettiği Roche’a kaptırmıştı. Bu yüzden hemen hemen tüm yorumculara göre Stephen’ın yeğeniydi Dan, Neil’ın oğlu değil...

Ama mesela Dan Martin Tour de France’ı ilk kez yerinden izlediğinde 12 yaşındaydı ve ailesiyle birlikte gidip izledikleri etap ise Pireneler’de koşulmuştu. O etap sayesinde profesyonel bir yol bisikletçisi olmaya karar verdiğini söylüyor Martin. Yani bir bakıma da babası sayesinde...
Tarihin ilk yol bisikleti yarışı 1869’da Paris-Rouen arasında koşulmuş, bir İngiliz tarafından kazanılmıştı. O günün galibi James Moore olmuştu. Ada bisikletçileri Fransa topraklarında ilk yıllarda etkili olmuş, Britanya’daki firmalardan aldıkları destekle yarışları kazanmıştı.




Lâkin Avrupalılar musluğun başında durmayı iyi biliyorlardı. Yarışları düzenliyor, gazeteler çıkarıyor, kendi firmalarını kuruyor ve bisikletin kendi topraklarında gelişmesine izin veriyorlardı. Kısa süre içerisinde kendi yıldızlarını da yetiştirmişler, Ada ülkelerinden gelen rakiplerini saf dışı bırakmışlardı. Ancak bu duruma noktayı koyacak bir Adalı olacaktı pek ala!
Nerede kalmıştık? Bir saniye, hatırladım. Dan Martin düştü, İrlanda’da başlayan 2014 İtalya Bisiklet Turu’ndaki hayâlleri daha ilk günden bitti.

Haberlerini aldık, durumu fena değilmiş, yakında bisiklete dönecek derken, Fransa Bisiklet Turu’nda yarışıp ve unutulmaz etap daha kazanarak o ilki yaşadı, yaşattı. Tarih, onun söylediği gibi, hepimizin uyanmaya çalıştığı bir kabus. Dan Martin, sana da günaydın. Aslında tüm İrlandalılara…
Madalyonun öteki yüzüne geri dönelim. Profesyonel bir takıma yani Garmin’e imza atmasını sağlayan sebep ise kesinlikle dayısıydı. Yani, Stephen Roche ya da Neil Martin’in oğlu değil, Roche’un yeğeni olmaktı mesele...

Okurken bile insanın sırtında bir ağırlık hissettiriyor değil mi? Kimin sayesinde profesyonel oldunuz, kimin sayesinde takıma girdiniz? Başarınızı kime borçlusunuz? İşte 9. etap zaferi belki de bu yükü omuzlarından kaldırdığı için Dan Martin açısından bu kadar önemli. Kimin oğlu ya da yeğeni olursa olsun, artık bir Tour de France etap galibi Dan Martin. Üstelik daha 12 yaşındayken bisiklete sevdalandığı dağlarda başardı bunu...