20 Eylül 2019 Cuma

Saf 9 Numara!

Güney Amerika kıtasının coğrafik yapısı dışında tutulduğum bir de futbolu var, malumunuz! Hatta eski Dünya Kupaların videolarını 24+1’lik kareme yansıtınca büyülenmiş bir çocukluk ortaya çıkıyor. Küçücük çocuktum, futboldan da anlamıyordum ancak her ayaklarına topu aldıkları anda sağıma soluma bakıyordum. Etraftaki büyükler tutulmuş bir şekilde onları izliyordu. Tarih kazananları yazsa da onların Midas’ı andıran dokunuşları altın harflerle hafızalara kazınıyordu.

Tıpkı benim çocukluğum gibi bu tutkuyla televizyon karşısında aklına yazdığı anlara sınır koymadan yön veren bir isim daha biliyorum artık. Kolombiya milli takımında da forma giymiş bir savunmacı Radamel Enrique Garcia King’in oğlu Radamel Falcao!
“Orijinal Falcao”, 1982 Dünya Kupası’nın efsanevi Brezilya milli takımının yıldızlarındandı. Orta sahadaki takım arkadaşları Zico ve Socrates gibi o da teknik becerisi çok yüksek bir isimdi ve Internacional, Roma, Sao Paulo gibi takımların formasını terletti. ’80’lerde bir dönem dünyanın en pahalı futbolcusu olan Falcao, bu kariyeriyle geleceğin en önemli golcülerinden birinin ismine ilham verdi.

Falcao, çocuk yaşında hızı ve yeteneğiyle izleyenleri “farklı bir şey” olduğuna ikna ediyordu. Sadece saf bir yetenek değildi aynı zamanda çalışkan, azimli ve 15 yaşında ülkesini terk edecek kadar cesurdu. “El Tigre” yani “Kaplan” lakabını da genç takım maçında sergilediği gözü kara performansı sonrası elde etti. Ona “Bugün kaplan gibi oynadın” diyen kişi Gonzalo Luduena’ydı. 
Falcao, 2. lig ekibi Lanceros Boyaca takımında ilk resmi maçına çıktığında 13 yaşındaydı. Bir sonraki sezon yani 14 yaşında bu kez 7 maçta forma giydi ve Kolombiya tarihinin en genç golcüsü oldu.


Falcao, 15 yaşında 500 bin dolar karşılığında Arjantin’in River Plate takımına transfer oldu. 2005’te River Plate’in A takımında oynamaya başlayan Falcao, burada 90 maçta 34 gol attı. River Plate, Milan’ın 9 milyon sterlinlik teklifini reddettikten bir sezon sonra Falcao’yu 3.5 milyon sterline Porto’ya satmak zorunda kaldı.
Bu durumu lehine çevirmek kolay mı olacaktı? Hiç sanmıyoruz! Başarılar, goller, sakatlıklar, ilk 11’e girme mücadelesi yazıldığında çok yalın gibi görünse de, kaplan gücü gerekecekti.

Falcao, çocuk yaşta şöhret ve parayla tanışsa da her zaman mütevazı, yardımsever ve skandallardan uzak bir hayat sürdü. Ve bu durumu şampiyonluklarına yansıttı. Bakınız; 2009/10 sezonunda Porto’ya gelen Falcao, burada lig şampiyonluğunun yanı sıra 2011’de UEFA Avrupa Ligi kupasını da kaldırdı. 2 sezonda 87 resmi maçta 72 gol atan Falcao, özellikle UEFA şampiyonluğunun kazanılmasında 16 maçta attığı 18 golle başrolü oynadı. Bundan sonrası da sıkı çalışmanın alametifarikası olacaktı.

Ya sonra? Atletico Madrid’in yolunu tutan golcü, burada da klasını konuşturmayı sürdürdü ve 2 sezonda çıktığı 91 maçta 70 gol attı. 2012 yılında bu kez Atletico Madrid’le UEFA Avrupa Ligi şampiyonluğu yaşayan Falcao, bu kulvarda attığı gollerle “UEFA Avrupa Ligi’nin kralı” olarak da anılmaya başlandı. “Saf 9 numara”lardan biri olarak, kariyerinin son döneminde güçlü top tekniğini ve oyun görüşünü de sahaya daha fazla yansıtan Falcao, artık sadece bir 9 numara değil!


13 Eylül 2019 Cuma

Andreescu’ya Şans Verin

Serena Williams 1999 yılında ABD Açık’ta ilk şampiyonluğunu kazandığında siz ne yapıyordunuz? Hatırlıyor musunuz? Belki Grand Slam’den haberiniz dahi yoktu ya da Serena’yı destekleyen “fanlarından” biri olmaya hazırlanıyordunuz, çünkü henüz Serena’nın kortlarda esamesi dahi okunmuyordu. Belki de dünya da bile yoktunuz. Evet! Dünya da yoktunuz fakat bu şampiyonluk sizin için son derece önemliyse!
Daha ehemmiyet taşıyan biri var, çok yakın zamanda kortlarda tanıdık üstelik bir Kanadalı, Bianca Andreescu.

Toronto Raptors NBA’i fethettikten kısa bir süre sonra, Kanada tarafından spor anlamında büyük başarı gel(e)medi. Bu unvanı sürdürmek için Andreescu, sahneye çıkacaktı. Grand Slam single unvanını kazanan ilk Kanadalı olma şansını yakaladı. 
Sezarın hakkı sezara; Bianca bu noktaya “şans” kisvesi altında gelmedi. Mart ayında oynanan Indian Wells’te ilk 4 tenisçiyi yenerek “istikrar” boşluğu kontenjanından girmeye hazırlanıyor.
Bundan sadece 1 yıl önce, WTA sıralamasında 198’inci sıradayken katıldığı 25 bin dolarcık para ödüllü turnuvada ikinci turda elenen Bianca Andreescu, bugün Indian Wells şampiyonu olarak 24’üncü sıraya yükseldi. Ya sonra?

Rumen göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Kanada’da doğduğunu biliyoruz. Elina Svitolina gibi önüne çuvalla para serilmesine rağmen ABD yerine, kendi vatanı Ukrayna için oynamayı tercih edebilirdi belki de…
Tenise 7 yaşında Romanya’da başlayan, Simona Halep’in çocukluğunda gittiği bir akademinin koçları, 16 yaşındayken Halep’le bir maç yaptırdıktan sonra, maçın ardından Halep kendisine profesyonel olmasını öneriyor ve rüya başlıyor. Andreescu’da, Kuzey Amerika ekolünün güçlü kollara sahip, etkili servisçileriyle Halep ve Nicolescu gibi Rumenler’in müthiş savunmasını bir arada görmek mümkün. 


2019 yılı adeta Andreescu için bağırıyordu; “bu yıl senin olabilir” diye. Önüne gelen her bir elemeden gelip ve bunun tesadüf olmadığını gösterdi. Çeşitli etkileyici istatistiklere adını yazdırdı. Ortaya koyduğu mental direnç ya da emsal nitelik taşıyan cinsten performanslar. Farklı benzetmelerde yok değil. Tenis tarihi bunun gibi külkedisi hikâyeleriyle dolu…
Genç bir raketin, bir şampiyonu yenmesine bayılıyoruz. Tsitsipas, Avustralya Açık yarı finalinde Federer’i yendiğinde sosyal medyanın yeni tenis ikonu haline gelmişti. Ama devamını göremedik. Yine de gelecek vaad etmeyi sürdürüyor.

Steffi Graf, Monica Seles, Serena Williams ve Martina Hingis’ten sonraki jenerasyon, özellikle 2010 sonrasına kadın tenisi dominant bir “teenage” bulamadı. Biraz kafasını uzatana “Yeni Serena mı?” yorumları yapıldı.
Indian Wells kazanan en son genç raket Maria Sharapova (2006, 19 yaş); bir Grand Slam kazanan son genç raket ise Svetlana Kuznetsova’ymış (2004, Amerika Açık) örneğin…
Bianca Andreescu bu zaferiyle; Naomi Osaka, Jelena Ostapenko, Garbine Muguruza ve Sloane Stephens gibi genç şampiyonların arasına girdi. Bu 4 isim de bugün istikrar sorunu ve turnuva seçmek gibi defolarla anılır oldu. Dileriz Andreescu, hayatındaki iniş çıkışları tenisine çok fazla yansıtmaz ve tenis tarihinde özel bir iz bırakır.

Kanadalı Andreescu, ABD Açık’ta bu yıla kadar hiç ana maç yapmadı. Ancak bu sefer roller değişti. Serena’yı 2-0’lık ciddi bir oyunla şampiyonluğun hakkını verdi.
Bu oyun devam eder mi, yıldız tribine girer mi gibi sorular yürür gider. Teniste boyunun ne kadar olduğunu anlayabilmek için ayaklarının yere sağlam basması gerekiyor! Yine de bir şans verelim.

6 Eylül 2019 Cuma

Sıra Sende Kiki Bertens

WTA sıralamasında yedincilik, Wikipedia sayfanızda o kadar afili durmayabilir. Sadece daha önce karşılaşmadığımız bir sporcu ile karşı karşıyayız. Üstelik Hollanda’daki bir isimden bahsettiğimiz herhangi bir ortamda “spor” ve “futbol” kelimelerini kullanmadan edemiyoruz. 
Peki ya konu başlığı tenis ise? İşin aslına gelirsek sular üstünde ülke kurmayı başaran toplumdan daha fazlasını da bekleyebiliriz. Lakin tenis işin içine girince Felemenk ırkı akıllara gelmez. Kabul edelim! Bu kabuğu kırmaya niyetli birini tanıyorum. Üstelik Wikipedia’da nerede olduğu hiç de umurumda değil.

Kiki Bertens, yalnız ve dahi çocukluğunda tenise tutkuyla sarılan, ortalama bir yeteneğe sahip olmasına rağmen bu sporun peşinden azimle giden, daha sonra yöneldiği WTA sıralamasına en devrimsel eserlerinden birkaçını veren bir sporcu. Akıllarda kalan en büyük yapıtlarını, kendisi 2012’den beri WTA turunda ilk yüzde olması şöyle dursun, son 4 senedir ilk 40’a girmiştir ve yaklaşık son 8 aydır da ilk 10’a demiri atmıştır. Geçen yaz üç turnuvalık bir dönemde (Wimbledon – Montreal – Cincinnati) sekiz tane ilk 10’dan oyuncu yendi. 

Ancak yine de birçok tenissever kendisini pek bilmez çünkü dört majör turnuvalarda finali yoktur ve tenis geleneği az olan bir ülkeden gelmiştir. Pazarlama değeri de her ne sebeptense (henüz) yüksek değil! Henüz!
Artık bu durumun değişme zamanı geldi sanırım. Zira kendisi, şu an itibarı ile Naomi Osaka, Simona Halep ve Angelique Kerber hemen arkasından ilk on içinde oturmuş bulunmaktadır. Daha da önemlisi WTA takviminin 'Slamler' dışında en büyük turnuvalarından biri olan Mutua Madrid Open turnuvasını, finalde toprak kortların en kuvvetli oyuncusu olarak görülen Simona Halep’i safdışı edip kazanmıştır.


En etkileyici tarafı ise maçlara kötü başlamış olsa dahi soğukkanlılığını kaybetmemesi, satranç oynar gibi taktik anlayışında gereken değişiklikleri yapmayı bilmesi ve akabinde önemli puanlarda müthiş performans göstermesi. Tenisin en önemli püf noktası ki bunu büyük oyuncularda rahatlıkla görebiliyoruz. Bertens tekrar problem çözmeye odaklanarak oyununu kendi istediğini karşı tarafa oynatabilmesi ve beraberinde gelecek için ışık yakmış durumda.
Soğukkanlı kalıp taktik olarak doğru yolda olduğunu ama hataları azaltması gerektiğinin bilincinde gözüküyor. Elbette kafasından neler geçtiğini bilemeyiz ama bu noktadan sonra ortaya koyduğu oyun anlayışı bunu gösteriyor. 

Uzun süredir Bertens-Halep mücadelesi konuşuldu. Neden? Çünkü Bertens’in iki sette kazandığı zaferin en büyük mimarının aslında kendisinin korttaki zeka düzeyi olmasının altını çizmek gerekiyor. 2-4 geriye düştükten sonra geniş taktik değişikliğine gerek olmadığının bilincinde olması, bunun yerine sadece ufak bir ayar yapmayı düşünebilmesi, bunu yaparken Halep’i konfor bölgesinden çıkartmayı da hedeflemesi ve uygulaması önemliydi. Son altı oyunda ise her önemli an gelip çattığında, kendi silahlarına güvenmeyi bilmesi (agresif oyun, dip çizgisinin içinde kalmak ve ilk servis gücü) büyüleyiciydi.

Zaten en zevk veren galibiyetler bu şekilde kazanılmış olanlardır. Çok şahane bir maç oynamadı Bertens. Ama maç esnasında karşılaştığı şartları göz önüne aldı, sorunları değerlendirerek sağduyulu tercihler yaptı. Bu tip zaferlerin tadı başkadır. Hele dünya iki numarasına karşı, onun en favori zemininde başarırsanız, kendinize olan güveniniz ikiye katlanır. Seyir zevki yüksek olan bir oyun stiline sahip olduğunun da altını rahatlıkla çizebilirim. Altını çizecek çok unsur var ben burada nokta koyuyorum.