29 Kasım 2018 Perşembe

Soyadı Gibi Öncü


“Hızlı olan değil akıllı olan kazanır.” Bu cümleler tıpkı yaşına aldırmaksızın kazandığı başarılar gibi fazlasıyla büyük ve ironik… Kimden bahsettiğim hakkında en ufak bir fikriniz olmadığına bahse girerim. Ya da gerçekten hakkınızı yiyorum.
Can Öncü'nün tutkusunun kaynağı, modernizmin zırhlı şövalyelerine hayranlık ya da motor denen metaya karşı geliştirdiği tapma seviyesinde bir bağlılık değildi. Belki 15 yaşında verebileceği bir cevabı yok lakin hayatının geri kalan kısmının spiritüel yolculuğuna bizleri de davet ediyor.

Çocukluğundan beri taşıdığı MotoGP heyecanını resmetmek hayallerinin çok ötesinde geliyordu. Fakat kadraja girip çıkan ‘konuşan kafalar’ içinde sıra Can Öncü’ye geldiğinde, onunla ilişkisinin motor dünyasında birlikte çalıştığı onlarca kişiden daha özel olduğunu duyumsayabiliyordunuz.
Esasında hayatlarımızın odak noktasına takım sporlarını o denli almışız ki, ses getirecek bireysel başarılar, birer altyazı minvalinde önümüzden geçmekten başka yolları kalmıyor. Hayır, tabi ki de! Biz onları sınıflandırıyoruz.

Can Öncü’nün yaşı, tecrübesi ve daha üstün bir düzeye taşımak adına vazgeçtiği şeyleri düşününce, MotoGP 3 için kilometrelerce uzaktaki yollara düşmesini mantık çerçevesinde gerekçelendirmek mümkün gözükmüyor. Ya da bir sonraki hamlesini önce yüzlerce kez düşünen, bir basamak yakaladıktan sonra onu olabilecek her kombinasyonda deneyen Can’ın mükemmeliyetçiliği de aşan karakterini, MotoGP 3’ün kılı kırk yaran şampiyonluğundaki titizlik, adanmışlık ve konsantrasyon seviyesiyle bağdaştırabilirsiniz.



Aslında hikayesi tam olarak da yakın tarihe dayanarak, şöyle başlamıştı. 2017'de ülkemizi hem Red Bull MotoGP Rookies Cup hem de Asya Yetenek Kupası’nda temsil eden Can Öncü, Red Bull MotoGP Rookies Cup’ta, uzun süre domine ettiği şampiyonada üçüncü olmayı başardı. Ancak Can için hedef şüphesiz MotoCP seviyesi olacak. Hemen öncesinde haleti ruhiyesini anlatan bir şampiyonlukla elbette.
2018’de kariyerinde yeni bir sayfa açacak olan Can, FIM Moto3 CEV Junior Dünya Şampiyonası'nda piste çıkacak. İlk adımını ise 18 Kasım 2018'de Valencia'da attı. Kariyerinin ilk Moto3 yarışına 15 yaşındayken çıkan ve bir GP yarışı kazanan en genç pilot unvanını da eline geçirdi.

Bu yarışmaya katılması tamamıyla Wildcard ile gerçekleşen başarılı bir kalkışla, üst basamaklara tırmanmayı başardı ve 12. turda eline geçirdiği liderliği yarış sonuna kadar bırakmadı. Sonucu zaten malumunuz. 1991 yılından beri kırılamayan bir rekora daha imza attı Can Öncü. Japonya yarışını kazanan Japon Noburu Ueda’dan bu yana, katıldığı ilk mücadelede birinci olan ilk pilot oldu.

MotoGP ile az çok ilgilenmiş herkesin Avrupa’da hatırladığı bir şeyler vardır. Yarış boyunca hiçbir şey olmasa da kanalı çevirmeye eliniz gitmez. Asıl sezonun yaşandığı Avrupa’nın hemen yanıbaşındaki siesatacılar olmasına rağmen kemikleşmiş duraklarından bir tanesidir artık Valencia. Tabii bu sporda ne kadar kemikleşebilirsiniz orası bir soru işareti. Ancak Can Öncü, tıpkı aklını kullanarak, soyadı gibi “Öncü” olabilir...

21 Kasım 2018 Çarşamba

Ada’nın Soğukkanlı Defansı

Doğan güneş mi, yoksa batan güneş mi? Kürenin neresinde olduğuna göre değişiyor. Kasım – 2018’de eski defterleri dürerken, kalemime eski kaptan John Terry takıldı ve ilk doğduğu anlar mı yoksa veda ederken ki güneş miydi onun için… Lakin sevenden daha çok çekimser davranan epey topluluk var. O halde Pandora’nın kutusu açılsın.

Büyük Britanya’nın Doğu bölgesinde oynayan sürpriz bir futbolcu çıktı. Bölgenin Londra kökenli çoğu İngiliz futbolcunun yetiştiği "Sunday League" takımlarından Senrab'da futbola başlamış, oyununu defans üzerine temellendiren birçok iyi takımın bu mevsimdeki kaderini paylaşarak henüz ilk turda eve dönmeyi düşünmüş bir isimden öteye gidememiş. Ancak John Terry limitlerine kadar zorladığı oyununu daha ileriye taşımayı başardı ve sonunda West Ham United’a transfer olarak profesyonelliğe adım attı.

Bundan sonrası dillere destan Chelsea kariyeri… Terry, 14 yaşındayken kulübe katılarak Chelsea saflarına geldi. Daha önce Sol Campbell ve Jermaine Defoe gibi yıldızların da Senrab FC tedrisatından geçtiğini bilerek, doğru hamlenin doğru zamanda geldiğini görmek mümkün.
Bundan sonrası bildiğimiz senaryo esasında. 1998 yılında geldiği Chelsea takımına vefa örneği göstererek yaklaşık 20 yıl sadık kaldı ve takımla harmanlaşıp beyni olmayı başaracaktı.


İlkler her daim ayrı bir mühimle hatırlanır. İlk maçı keza 1998’de Aston Villa ile Lig Kupası müsabakasıyla yeşil sahalarda olacaktı. Daha önemlisi ilk golünü esnaf edasıyla duvarına çerçeveletecekti. Evet, o bir defans oyuncusu lakin kaleyi havalandırmak da defans oyuncusu için meziyet ister. Biraz zaman alacaktı, milenyum yılı ona uğurlu gelmişti bile.
Terry, Premier League kulübünde kalmayı ve en üst kattaki işi, profesyonelliği öğrenmeyi seçti. Ormanın büyüsüne ek olarak, 1999-2000 sezonunda Chelsea için dokuz maç çıkardı ve FA Cup’ın 6. Turunda Gillingham’a karşı ilk golünü attı. Maviler FA Cup’ı kazanmaya devam etti.

Terry, kullanılmayan bir yedek oyuncu olarak galip bir madalya kazandı ve bu ödül onun büyük onuru oldu. Böylece ilk 11’de yer edinecekti. Bu durum beraberinde takımın ona güvenini kazandırdı ve hemen hemen birkaç yıl içinde kaptanlık apoletine ulaşacaktı. Belki dönem dönem beklentileri karşılayamadı ama pes etmek litaretüründe yoktu.
John Terry bu görüşüyle beraber 2017 yılına dek Chelsea zeminini kendi hamuruyla şekillendirecekti.

Ön yargıyla da yaklaşıyor olabilirim, ama yeni gelişmelerle birlikte Premier League’in “en iyi” olarak rüştünü artık ispatladığını düşünenlerden biri olduğunuzu tahmin edebilirim. Tıpkı Kaptan Terry’nin hayalindeki gibi. Ancak onu Chelsea takımında işe yaramayan, isim yapmış o yüzden bu sahada diyen kesimin olduğunu red etmemek gerek. Bu duruma teşvik edense şüphesiz sinsi faulleri ve kartlık pozisyonları…
Çünkü diğer “yıldız” oyuncular kadar göz önünde değilse de, kendi pozisyonu için en az onun kadar özel biri. Temel savunma becerilerindeki eksikliğinden yakındığımız da kafalarda böyle bir profil oluşuyorsa eğer. Bunu dünyada kaç savunmacı için söyleyebiliriz gerçekten bilmiyorum ama Terry, sadece onu izlemek için maça gidebileceğiniz ölçüde estetiğe ve soğukkanlılığa sahip bir futbolcu. Kariyerinin gelişimi için Chelsea’e bir teşekkür etmesi gerekecek.

14 Kasım 2018 Çarşamba

Bu Yazının Bir Kahramanı Var mı?


Avrupa Şampiyonası’nın Interrail’dan farkı yok. Yine aylarca konuştuk, tartıştık ama gitmeyi başaramadık. Fakat orada, bir turnuva var uzakta, kayıtsız kalamayız. Bu sefer Türk futbolu için değil… Futbolun ana ekiplerinden fakat son yıllarda bir türlü kıramadıkları şeytanın bacağı Hollanda ekibini esir almış durumda.
Ne denli oyuncu altyapısına önem verdiklerini bilmemize rağmen kısır döngünün içine saplanmış durumdalar. Evet, belli takımları bunu kırmak için mücadele içinde lakin bir takım daha güç katmaya geliyor.

Hollanda Ligi takımlarından PSV Eindhoven, lige muhteşem bir giriş yaptı. Sezon başında anlaştığı eski öğrencisi Mark van Bommel, ilk teknik direktörlük deneyiminde harika işler yapıyor. İşte müthiş bir girizgah, velhasıl PSV Eindhoven’ın esamesi okunmazken canlılık katmaya geldiler.
Hollanda futbol okulu, Hollanda sınırları içinde ve yıllarca öğrencilik yapmış, varlığını ve canlılığını yine geçmişinin kalıntılarını bu topraklarda sürdürmeye devam ediyor.

Bu yazıya başlayabilmek için bazı hazırlıklar yapmam gerekti. Bir kenara kaydedip de okumadığım eski yazıları gözden geçirdim veya “van” soyadının nereden geldiğini merak edip kendi başıma bir soy ağacı çıkarmaya giriştim. Bu arada, bunu gerçekten yaptım. Şimdi asıl meselemize gelelim.
Hollanda’ya dışarıdan bakan ve konusu Hollanda vs. olan bir yazı yazan herkesin aşağı yukarı aynı hikaye kalıbına bağlı kaldığını fark edeceksiniz. Bu kadar küçük bir ülkenin varlığına aklınız eriyor mu? Huzurlu insanları ve gelişmiş sosyokültürel yaşamından haberiniz var mı? Bu sınırları aşıp Bommel’e başlamaya karar verdim.


Mark van Bommel, çok tanıdık gelmeyecek fakat bundan sonra duvarları aşındıracağına kesin gözüyle bakılıyor. Kariyerine Fortuna takımıyla başlasa da asıl geçmişi PSV Eindhovendan geçecekti. Sonrasını İspanyol esintisi Barcelona ve Alman disiplini Bayern Münih’te alacaktı. Yinede dönüp dolaşacağı Hollanda’nın rüzgar değirmeni, PSV takımından başkası olmayacaktı. Kariyerini sonlandırmaya karar verdiğinde dahi yine portakallardan vazgeçmeyecekti. Teknik direktörlük kariyerine adım atmadan PSV takımının kapısını çalmıştı bile.

4-3-3 taktiğiyle takımını sahaya dizen, pas oyununu doğru oynayan ve alan daraltmalarını başarılı bir şekilde uygulayan Bommel, hücum anlayışıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Kaleye şut atmaktan çekinmeyen PSV, 9 hafta sonunda 36 gol atarak 4 gol ortalaması tutturdu. Oyunun defansif tarafını da başarıyla uyguluyorlar ve set oyununda boşluk vermiyorlar. 12 hafta sonunda yalnızca 5 gol yemeleri de bunu kanıtlıyor. Bizim meselemiz tam olarak da buydu. Kendi takımını okuyabilmek…

Hollanda futbolu gerçekten ne kadar iyi? Marken van Bommel, onların şampiyon dahi olabileceklerini iddia etti. Geçmişte başardıklarını unutmamalı. Hollanda’nın ne kadar iyi olduğunu izleyerek deneyimledim ama yine de övgüleri biraz olsun azaltmak daha makul görünüyor.
Daha önceki yazıların aksine, bu yazının bir kahramanı olmayacak. Çünkü Marken von Bommel için böylesi uygun olurdu.

7 Kasım 2018 Çarşamba

Bana Bir Şampiyonluk Hikâyesi Anlat


Türkiye, milli takımlar düzeyinde Dünya Şampiyonasına katıldığından beri insanlara futbolun ötesinde şeyler vadetmişti, olmadı. Şimdi yine aynı ülke, aynı oyun fakat özneyi değiştiren bizlere ikinci olsalar da “bir şampiyonluk hikayesi anlatan ampute takımı”. Bu sefer kupanın ötesindeki o hayallerin gerçek olmasına o kadar çok yakalaşan koca yürekli insanlara çok ihtiyacımız olduğunun göstergesi var.

Bu ülke ve Türkiye Ampute Milli Takım hakkında bildiğim her şey. Dünya Kupası’nda gösterdikleri performansla, ikincilik madalyasıyla bizlere tarifsiz bir mutluluk yaşattı.
San Juan de los Lagos kentinde oynanan grup ilk maçında millilerimiz Kenya’yı 4-1 mağlup etmeyi başardı. Aslında ilk olarak “farklı” skorlarla başlayan tam da bu maçla ipi çekecekti.
Grubun ikinci maçında, vize sorunu baş gösterdi ve Liberya’yı hükmen 3-0 yenen milliler, 2’de 2 yapıp, ABD karşısında da 5-1 mağlup etmeyi başardı.

2. turda işler hayallerimizin çok ötesinde ilerleyerek, İrlanda ile eşleşen milliler, 4-0 mağlup ederek çeyrek finale yükseldi ve Rusya ile eşleşti. Şu kelimeleri bir araya getirmek için epey yıllar bekledik şüphesiz. Hep bir yerinden tuttuğumuz dalları kesseler de bu anların geleceğini de içten içe biliyorduk.
Ezeli rakiplerden Rusya karşısında etkili bir oyun sergilemek, buzlar kralı Rusya’yı yenmek…  Skor mu, çok da mühim değil esasında, 5-1 galip gelerek adını yarı finale yazdırdı.




Ve ev sahibi Meksika’yı ağırlamak dile kolay…. Ancak, öyle sanıldığı kadar da zor olmayacaktı. Ya da bizlere gerçekten kolaymış gibi göstermeyi çok iyi yapacaklardı. Tamam artık skorları çok iyi öğrendik, kabul. Yine harika bir iş ve sonunda 4-0’lık bir skor. İşte bunları konuşalım.
Evet, finalde Angola’ya penaltılarda yenilmiş olabiliriz lakin senaryo yazsan “hadi canım bu kadarı da olmaz” dedirten sonuçlarla, oyunla bir şampiyonluk hikayesi anlatılamazdı.

Belki maç sonrası şöyle bir konuşmadan utanamazdık… Maçın ardından açıklamalarda bulunan kaptan Osman Çakmak, ”Ben 5 Kasım’da mayına basıp ayağımı kaybetmiştim… Demek ki 5 Kasım bana yaramıyor. Türk halkı bana hakkını helal etsin. Penaltı gol olsa iş bitmiş olacaktı. Hayat devam ediyor. Bazen olmuyor, arkadaşlarımdan da helallik istiyorum” dedi.

Velev ki fazla söze hacet yok! Futbol ASLA sadece futbol mudur, değil midir? Uzun tartışma. Yukarıdaki paragrafı okurken kendi cevabınızı vermiş olabilirsiniz. Hepsi bu kadar.

1 Kasım 2018 Perşembe

Siesta’dan Yollara

Geçtiğimiz Ekim ayında, daha önemli sayılabilecek birkaç şeyin yanında, Eduard Prades Reverter ikinci ve zirveye tırmanmanın önünde gelen şampiyonluğu şöyle dursun Türkiye Bisiklet Turunun 54. yıl dönümü kutlandı. Ondan birkaç ay önce de, Norveç koşusunun şairane birinciliği.
Söz Prades’in bisiklete uğrayan metinlerinden açıldığında, evvela isim yapmış sprintercıların yanından geçerken ki endişeli bakışları doğal karşılanabilir.

Romanı tekrar okudukça, bu müsrif değiniler sonunda elimizde kalan hor kullanılmış başlığın ötesine açılan bir yol keşfederiz. Daha ilk cümleden, Eduard Prades bitiş çizgisine geri dönüp tribünde yanında duran adamla laflamaya başladığında, onun sesini ilk kez duyduğumuzu fark ederiz. Prades ilk kez kendi sözcükleriyle konuşuyor gibidir ve bu sözcüklere, bir bisiklet seyrini ya da bir kaçış anını tarif etmek için başvuruluyordur.
Pek sükse yapamamış bir Cumhuriyet Bisiklet yarışına sahip olduğunu kabul etmek zorundayız. Ancak bunun akabinde gözde yeni yeteneklerinde ilk göz ağrısı bu tip turnuvalar olduğu kaçınılmaz.

6 Ekim'de Konya'da başlayıp ve ikinci kez Dünya Turu kategorisinde koşulan turda 20 takımdan 140 sporcu mücadele ettiği, TUR 2018, 54. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nu, Euskadi Basque Country-Murias takımından İspanyol sporcu Eduard Prades Reverter kazandı.
Bilirsiniz İspanyolların "siestası" meşhur olduğu gibi üç büyük turnuvadan biri olan Tour de Espana ile beraber bisiklette de ne denli güçlü ve iddialı olduğunun ispatlayıcılarından.


Beklediğimizin aksine pek de ününe ün katmış isimler yoktu fakat Prades doğdu  bu turda. Prades’nin yazınında bisiklet zaman içinde önemli bir uğrak yerine dönüşür; öğleden sonraları çıktığı meşhur yürüyüşlerini cumartesi günleri kısa kesmesine neden olan oyuna hürmet gösterirken cimri davranmaz. Her ne kadar yeni yetme sayılmayan yaşına rağmen 31 yaşının hakkını veriyor selesini aşındırırken.

Türkiye’deki şampiyonluğu yani, bu terfiye rağmen finansal açıdan henüz düzlüğe çıkmışa benzemeyen ve bilhassa yaz aylarında hem çalışıp hem de seleyi yalnız bırakmayan yalnızca diğerlerine göre daha az ekleme yapabilen Prades’in, ilk şampiyonluklarda beklentileri aştığı söylenebilir.
İspanyol pedal, çok değerli olabilecek bir “tahmin edilemezlik” katmış gibi göründü ve dakikalarca, zorlu Türkiye güzellikleri deplasmanından puan çıkarmanın ve hatta 1 numaraya yerleşmenin yakınına geldi. Kulağı kesik ESPN spikerlerinin söylediklerine bakılırsa, bir yıl önce bir ikinci şans bulan İspanyolun özensiz bir şekilde kaçırmasında şaşılacak bir şey yok.

Bundan sonra gözümüz kulağımız yeni tekerlek üstadında olacak. Eduard Prades Reverter, üst düzeyde skor katkısı veren Euskadi Basque Country-Murias takımının sırtında yeniden bisiklette  yükseliyorlar.