27 Kasım 2019 Çarşamba

Deli Cesareti


“Çok sevdiğim bir fotoğrafım var 2 yaşındayken çektirdiğim. Ayakkabımda kocaman bir delik ve benim kolumun altında çamurlu bir futbol topu. O topu sanki hazinemmiş gibi tutuyordum. Benim için çok duygusal bir fotoğraf çünkü bütün hayat hikayemi temsil ediyor. Hayatım boyunca sonradan olan her şey o topun sayesinde.”
Mauricio Pochettino’nun anlatılmayı bekleyen bir hikayesi var. Diğer sporcuların aksine bildiğimiz hayat değil onun kariyer basamakları… Biz onu antrenörlük zekasıyla tanısak da

Günümüzde dönen futbol dünyasında astronomik rakamların yanından geçemeyen bir kulübün teknik direktörü olmak Mauricio Pochettino için de oldukça zor olacağı su götürmez gerçek. Ancak onun hayat hikayesi, bize zorlu durumlarla nasıl başa çıkabildiğinin bir göstergesi belki de. Tarlada başlayan futbol kariyerinde şu an zirvee çıkan grafiği fazlasıyla şaşırtıcı.
Sondan başlayalım; Tottenham Hotspur’da Kasım ayına kadar işler yolunda gidiyordu. Sonra Mourinho kancasına takıldı. Ya da adını siz koyun.

Avrupa’nın devleri karşısında dimdik ayakta tutan Pochettino, şimdi Şampiyonlar Ligi finaline kadar götürse de bir yerde “dur” dediler. 2014 yılının transfer döneminde ise Tottenham Hotspur, Arjantinli teknik direktör ile sözleşme imzaladı. Mücadele etmeyi seven ve fakat elindeki futbolculara göre sistem kurmakta adeta bir sihirbaz olan Pochettino, farklı dizilişleri de takımına başarılı bir şekilde oynatmayı başarmıştı. Futbola kattığı sıradışı perspektif sayesinde rakip teknik direktörler için her zaman karşılaşılması zor bir figüre dönüşmüştü.



Pochettino’nun futbola ayak uydurmakta üstüne yoktu. Zor gibi görünen tüm unsurları kolay gösterebilme sanatı hafife alınmayacak türdendi. Tıpkı, tarlalarda geçmiş çocukluğunun en küçük değerlerini yitirmeden futbola adapte etmesi gibi. Deli cesaretine sahip bu çocuk şimdilerde yaptığı başarıları birazdan bahsi geçecek konulardan ötürü geliyordu.
Mesela onun farkı “diğer” takımlar milyonlarca euro harcarken onu transfer dahi yapmadan, Şampiyonlar Ligi final biletini cebine koymuştu.

Aslında onun anlık çözüm üretmesi  ve zekası şüphesiz ebeveynlerinden geliyordu. Babası, Hector Pochettino ve annesi Amalia çok çalışkan çiftçilerdi. Üç nesil boyunca ekmeğini topraktan çıkaran bir aileden geliyordu. Mauricio futbol eğitimi almadan önce aile geleneğini sürdürmek için bir tarım okulunda okumuştu ama onun ilk aşkı futboldu.
Oğulları Mauricio da kendilerine benziyordu. Çalışmaktan bıkmıyor, futboldan kalan boş vakitlerinde tarlalarda ailesine yardım ediyordu.

İspanya’nın Espanyol takımında 7 sene forma giydikten sonra PSG ve Bordeaux forması giyerek futbolculuk kariyerini noktaladı. Ancak asıl sırrı da burada başlayacaktı. 2009 yılında Espanyol ile ilk teknik direktörlük kariyerine başlayan Pochettino böylece Premier Lig kapıları ona aralanıyordu.
2013 yılının devre arasında geldiği Southampton’a harikulade bir futbol oynattı. Yarım sezonun ardından, sonraki sezon da harika işlere imza atan Pochettino için bundan sonra sırdaki deli cesaretini bekliyor olacağız.

21 Kasım 2019 Perşembe

Burada Sana da Yer Var!


Bill Bradley’in 1953 yazındaki şehir gezisi esnasında gözüne turuncu bir şey ilişmişti ya da hayatının dönüm noktası olacağını bilmeden basketbol tutkusu olmuştu bile. Fazlasıyla sokakta bisiklet sürdüğü arkadaşlarına nazaran çok avantajı vardı. Her şeyden önce yaşı bu spor için idealdi, boyu uzundu. İşte sadece buraya kadar gelebiliyordu. En küçük bir fikri yoktu, daha iyiye nasıl gidebileceğini.
Ömrünün sonuna dek yalnız bırakmayacak basketbola, sevgilisine tutunmasına gerekiyordu. Ağırdı, hantaldı, sıçrayamıyordu bir de bunlar yetmezmiş gibi yeteneksizdi. Bunları düşünüp, sistematik oluşturması için aslında epey vakti vardı.

Evet, bazı şeyleri kabul etmeliydi! Mesela, oyunun hiçbir yanını çok da kolay kavrayamıyordu. Olumlu tarafı şu ki; öz eleştiri yapabilecek muhakeme yönü çok gelişmişti. Yetersiz gördüğü kısımlarını “özel” bir çalışma altında geliştirmeliydi. Kendini geleceğin “en iyi antrenman programı geliştiren” kişi olarak tanıtırken, Bradley’in dünyanın en güçlü insanı olduğunu hissetmesi için bütün imkânlarını seferber etmişti.
Kendini bu sancılı sürece nasıl bir adapte ve ikna ettiğini biliyordu. Bir o kadar da şanslıydı. Okulunun boş saatlerini araştırıp, anahtarlarını ele geçirmişti.

İlk olarak nevi şahsına münhasır bir program hazırlayarak başlayacaktı. Okul saatleri ve cumartesi olmak üzere (dersleri dışında) sekiz saat çalışmayı kendisine borç bilecekti. Pazar günleri ise;  üç buçuk saat çalışacaktı. Bu tabi kış tarifesiydi. Peki ya insanı dışarıya iten şehvetli günlerde?
Yazın da her gün Pazar görünümlü çalışmasıyla bu sürece ara vermeden mekik dokuyacaktı.
Boşuna inanmak başarmanın yarısı dememişler. Aylarca bilakis yıllarca bu program hiç şaşmayacaktı.



Bu programı farklı kılan neydi ya da antrenmanlarında neler yetersiz geliyordu da ekstraya ihtiyaç duyuyordu? Bacaklarını güçlendirmek ve daha yükseğe sıçramak için ayakkabılarının içine beş kiloluk ağırlıklar yerleştiriyordu. Şunu göz önünde bulundurmak gerek ki; o zamanlar henüz Nike bu denli çığır açmamıştı.
En zayıf noktalarının top sürme ve hantal olduğunu çok iyi anlamıştı. Bu noktalar onun bam teliydi. Bill Bradley’i bir adım öteye taşıyacak püf noktalarına yoğunlaşarak bir nevi telafi etmek için kendini üstün bir pasöre dönüştürecekti.

Peki, bu azim sonuç vermiş miydi? Kesinlikle. Bradley, emin adımlarla kendini basketbolun en büyük yıldızlarından biri konumuna getirdi. Soluğu Princeton Üniversitesi'nde All-American takımına seçilerek aldı, ardından profesyonel olarak New York Knicks takımına katıldı. Dripling ustalığını, inanılmaz dönüş ve fake atma hareketleriyle sahadaki zarafetini de unutmamak gerekiyordu. Kolayca yapıyormuş gibi görünen bu hareketlerin aslında yıllar boyu saatlerce yoğun çalışmanın ürünü olduğunu elbette kimse bilmiyordu.

NBA oyuncuları “burada sana da yer var” diyerek kabul ettiler. Artık Bill Bradley’e geriye dönüp baktığımızda eski New York Knicks oyuncusu ve senatör olarak bahsediyorlar. Emek ve çabanın nelere kadir olduğunu da kanıtlayan bir hikaye. Azim gösteren herkese demek gerek “Burada sana da yer var.”

14 Kasım 2019 Perşembe

Slovence Bir Başarı


Birazdan bahsi geçecek anlatım bir film senaryosu değil, gerçeğin ta kendisi. Hatta Primoz Roglic’in hikâyesi. Hayat bazen acımasız davranır, hayal kırıklıkları biriktirir. Ve bu sizi bir o kadar da güçlü yapar. Roglic’in hikâyesi biraz bizden biraz da “sporcu” kavramına farklı bir perspektiften bakmanızı sağlayacağını düşünüyorum. Spor hayatına kayak atlamacı olarak başlayıp radikal kararla bisiklete bonservisini aldıran çiçeği burnunda bir sporcu.

Primoz Roglic, Avrupa’nın yeni yeni adını duyurduğu Slovenya'nın dağlık bir bölgesinde bulunan Kisovec’te durumun koşullarına ayak uydurarak, şu an olduğu gibi Primoz’un küçüklüğünde de kayakla atlama, ülkenin en popüler sporlarından biriydi.
13 yaşındaki küçük Roglic ülkesinden ilham aldığı bu spor derinden cezbediyordu ve tek hayali başarılı bir kayakla atlamacı olmak, ülkesini temsil etmekti. İlk profesyonel atlayışını henüz 14 yaşındayken gerçekleştirdi. Her yıl düzenlenen Fis Cup’ta 51 sporcu arasından 20’nci oldu. Aynı yıl tam 11 yarışa daha katıldı ve en iyi derecesi İsviçre’deki gençler şampiyonasındaki 6’cılıktı.

İşler pek de yolunda gitmiyordu. Esasında bir çocuk gözüyle bakış fena değildi değil olmasına da onun hayali bu değildi. 2007’de Amerika Continental Cup zaferi ve İtalya’da dünya gençler şampiyonasında şampiyon Slovenya takımında yer alacak ve kayakla atlama kariyerinin son 4 yılında dördüncü bir zafer daha yaşayamayacaktı.
Planica'da, katıldığı zorlu bir mücadelede 17 yaşında ona altın madalya kazandıran tumturaklı atlayışını tekrarlamak istedi, oldukça yükseğe uçtu, havada döndü ve buzlu piste korkunç bir iniş yaptı. Bilincini kaybetmiş bir şekilde hastaneye kaldırıldı. Neyse ki korkulan olmadı. 21 yaşına geldiğinde ise, dünyanın en iyi atlama sporcularının seviyesinde olmadığını ve artık bu sporu yapmak istemediğine karar verdi. Motosikletini sattı ve bir yol bisikleti satın aldı.



Girizgahını, duathlon ve triahlonu deneyerek başladı. Roglic vücudunun dayanıklılık sınırlarını zorlamayı çok seviyor; kas, kalp ve beyin koordinasyonunu bisiklet üzerinde kusursuz bir şekilde yönetebildiğini biliyordu. 23 yaşındayken amatör bir ekiple çalışmalara başlayan ve sonrasında roglic ilk sezonunda İtalya, Avusturya, Slovakya ve Dubai'de yarışlara gitti; daha ilk senesinde Slovenya yol bisikleti şampiyonunu belirleyecek olan yarışta 10'uncu oldu.
Romanya’da gerçekleştirilen Sibiu Bisiklet Turu’nda takım arkadaşı 35 yaşındaki Radoslav Rogina genel klasman şampiyonluğunu kazanırken, Roglic dağların kralı mayosunun sahibi olmuştu. Bir de onu artık klasman şampiyonlukları değil de daha zoru daha büyüğü tatmin edecekti.

Sonsuz güven duyduğu yol bisikletine profesyonel anlamda, Hollandalı Team Lotto NL-Jumbo’dan teklif geldi. Roglic artık bir World Tour takımında pedal çevirecekti. roglic hollanda ekibinde sınırsız potansiyelini keşfetmeye, yeteneklerini geliştirmeye ve güçlenmeye devam ederken değeri paha biçilmez bir silah keşfetti. Zamana karşı…
İlk büyük tur olan İtalya Bisiklet Turu’nda dokuzuncu etaptaki zamana karşı yarışında müthiş bir performans ile ilk sıraya 'Primoz Roglic' ismini yazdırmayı başardı. Ve her şeyin başladığı yerde sadece 25 gün sonra Slovenya zamana karşı şampiyonluğunu yazdıracaktı.

2017 yılında sırada dünyanın en prestijli ve en çok izlenen spor organizasyonlarından olan Fransa Bisiklet Turu; Chris Froome, Romain Bardet ve Warren Barguil’in 1:13 saniye önünde finiş çizgisini ilk geçen isim oldu. Belini düzeltti, objektiflere kendini hazırladı, kollarını havaya kaldırdı ve finişi geçti. Gözlerini kapattı. Tarifi mümkün olmayan bir mutluluk...

5 Kasım 2019 Salı

Çıplak Ayaklı Şampiyon


Savaş ne kadar korkutucu ise, bu durumdan ders almayı da bilen var pek ala! Farklı bir giriş yaparak; kısa bir özet geçmek isterim. Birazdan okuyacaklarınız geç açılan ve keza çabuk kapanan bir perdenin hikayesi. Zamanında Mussolini güçlerine karşı savaşmış, babasına maddi açıdan destek olmak için orduya katılan bir adam, bir gün tören sırasında ülkesinin bayrağını taşıyan insanları görüyor. Ardından da kendini Olimpiyatlar’da buluyor…

Mesele tamamen bundan ibaret! Ya da yokluktan çıkmanın arayışları, kendisinde var olan yeteneğin keşfini –ne acı ki- savaş esnasında bulması vesaire…  Avrupa kıtası diğer kıtalara göre daha şanslı öylesine zenginken, doymak bilmiyor. Hep daha fazlası. Sözüm ona onların “hakkıymış” gibi savaşı kendilerine hak gören, istismar eden toprak bütünlüğü Avrupa! Hoşgeldiniz!
Ondokuzuncu yüzyılda Etiyopya’yı birçok kez işgal etmeye çalışan İtalya her seferinde başarısız olmuştu. 1930’lara gelindiğinde ise Mussolini bu işe bir son vermek için bahaneler arıyordu.

O bahaneler içinde savaşan Etiyopyalılar'dan birinin oğlunun, kendi ülkesinde unutulmaz bir zafere imza atacağını bilmiyordu. Daha ironik hale nasıl gelecekti peki? 20 yaşındayken para kazanıp ailesine destek olmak için orduya katılan Bikila, bir resmi tören sırasında ülkesinin bayrağını taşıyan genç insanlar gördü. Halk hepsini gururla selamlıyordu. Bunların kim olduğunu merak ederken, milli atletler olduğunu öğrenir öğrenmez bir gün aynı formayı kendisinin de giyeceğini o dakikalarda anlamıştı. Aynı yıl içinde de kaderini değiştiren kararı vererek koşmaya başlayacaktı.




Bu arada İkinci Dünya Savaşı sonrası, İtalya baskısından kurtulan ve Yeni Dünya’ya açılmaya karar veren Etiyopya Hükümeti, Norveçli Onni Miskanen ile anlaştı. Norveçli antrenör uzun koşular, sauna, vücut koordinasyonu geliştirmeleri için tenis ve basketbol yüklemeleri yaparak Etiyopyalı atletleri kısa zamanda koşu makinesine dönüştürdü.
Bikila, Miskanen’le çalışmasının ikinci yılında National Armed Forces Championship’e katıldı. Bikila kendisini olimpiyatlara götürecek dereceyi elde etti, hatta hepsini geçerek birinci oldu. Bikila böylece Olimpiyat kafilesine dahil edildi. Hayatındaki ilk maratonunu, 2:39:50 ile tamamlayan Bikila, ertesi ay katıldığı maratonu ise 2:21:23’le tamamladı. Etiyopyalı bu iki yarışta da bitiş çizgisine ilk ulaşan isimdi. Ve herkes şaşkındı. Biri hariç!

Ve daha mühim bir konu, Abebe Bikila’yı ün katma kısmına gelindiğinde bu durumda virgül atmak zorundayız. Olimpiyatların sponsoru Adidas, ayakkabılar için hazırlığa başlamıştı. Son anda katılacağı belli olan bu atlet için ise uygun bir ayakkabı yapılmamıştı. Ülkesinde sürekli çıplak ayakla idman yapan Bikila’nın tabanı nasırdan kabarmış ve her ayakkabıya uyum sağlayamaz hale gelmişti. Abebe Bikila öte yandan Roma sokakları engeline takılıyordu. Ancak Olimpiyat kuralında ayakkabısız koşamazsın diye bir madde olmayınca önü açıldı.
Parkurun bitime yaklaşık bir kilometre kala, birkaç sene önce İtalyanlar’ın Etiyopya’yı yağmalarken aldıkları taşın dikildiğini görmüşlerdi. Kaderin bir cilvesi ya bu taş, İtalyan askerleri tarafından dik bir rampaya yerleştirilmişti.

Yarışın favorilerinin Bikila’ya göre nispeten yaşlı olduğunu bilen antrenörü, bu ana kadar yarıştan kopmadığı takdirde burada atak yaparak liderliği ele geçirebileceğini belirtmişti. İtalyanlar’dan oluşan atletizm meraklıları şaşkınlıkla ufuktan görünen ve o güne dek adını dahi duymadıkları atleti alkışlıyorlardı. Dünya rekorunu 8 dakika gibi inanılmaz bir dereceyle geliştiren Bikila, 42 kilometre 195 metreyi 2 saat 15 dakika ve 16 saniyede tamamlamıştı. Unutmadan, bir de çıplak ayakla! Bikila kariyeri boyunca 13 maraton tamamladı ve bunların 12’sinde birinci oldu, çıplak ayaklı şampiyon!