30 Mayıs 2018 Çarşamba

Yeni Fenomen; Luka Doncic


Hadi bir şampiyonluk hikayesi anlatın, hatta başarı hikayesi de olabilir. Yinede yola çıkış amacına sapmadan ben şampiyondan söz etmek isterim.
20 Mayıs pazar gece saatlerinde düşen bir haber; kuşkusuz herkesi ilgilendirmeyen, evrensellikten olabildiğince uzak bir haber… Aslında insanlar futbolla öyle yoğrulmuş ki evrensellik anlayışı alt üst olmuş durumda. Yeni bir yeteneğe Euroleague kupasını ve tabi istisnasız MVP ödülünü takdim ediyor.
Yeni yetenek derken geçici bir sürelik değil! Ucu açık bir çocuk!

Parkelerde büyümüş bir çocuk. Slovenya’nın köklü ve eski oyuncularından Sasa Doncic’in oğlu, Luka Doncic. Avrupa basketbolunun en umut verici genç yeteneklerinden biri ve kuşağının en iyi uluslararası oyuncularından…
Top kontrolü, isabetli pasları ve şutlarıyla daha çok küçükken farkını ortaya koydu. Öyle ki Doncic’in Avrupa’nın dev kulüplerinin dikkatini çekmesi pek de uzun sürmedi.

Babasının basketbol hamurundan gelmesi, doğal olarak Luka’nın da kariyer çizelgesini çizmişti. Basketbola 7 yaşlarındayken Mirana Jarca ilkokulunda başlasa da, babasının değişimi onuda etkiledi. Slovenya basketbolunun, Union Olimpija alt yapısında basketbola daha ciddi bir şekilde devam eden Doncic, yaşıtlarına göre epey sıradışı bir tarzı vardı. Dolayısıyla kendinden büyük jenerasyonla antrenmanlara çıkması öngörülecekti.




Durum bundan mütevellit olacak ki, Doncic’in diğer isimlerden sıyrılması çocuk yaşta cevherinin keşfedilmesi şimdilerin MVP’si olması çok sıradan karşılanacak. En azından basketbol camiasını takip edenler için!
İlk çılgın istatistiklerini bundan tam 6 yıl önce U13 organizasyonun finalinde 54 sayı 11 ribaund ve 10 asistle triple-double cv’sine yazdıracaktı. O günlerden gelecek olan bir geleneği “Turnuvanın en Değerli Oyuncusu” unvanını sıradan bir şeymiş gibi göstermesi ve alışkanlık haline getirmesi ruhuna işlemişti.

Onun olağanüstü performansından sonra birçok teklif aldı ve son kararını, çoğu oyuncunun rüyası, Real Madrid oldu. Daha sonra verilen fırsatları lehine çeviren Doncic ilk 5’te kendine yer edinmesi çok da zor olmadı. Öyle ki Luka’nın bu gelişimiyle onsuz bir ilk 5 hayal edemeyen Madrid’liler var!
2018 sezonunu da Real Madrid takımıyla Euroleague şampiyonluğu ve şaşmaz MVP ödülünü alarak geleceğine mühim bir referans ekleyeceği şüphesiz.

Hadi bir şampiyonluk hikayesi anlatın, hatta başarı hikayesi de olabilir de demiştim, cümleye başlarken, Doncic, Avrupa basketbolunun umut veren ve uluslararası arenada kuşağının en yetenekli ismi olarak kabul edildi bile.
Fiziki yapısı, oyun görüşü, alan okuması, zekasıyla yaptığı savunma ve yetenekleriyle oynadığı hücum… O bir şampiyon ve sürekli yeni şeyler öğrenerek hikayesine yeni sözcükler yazmak istiyor. Son derece haklı yeni fenomen Luka Doncic…

24 Mayıs 2018 Perşembe

Yeni Bir İsme Merhaba: Camilia Giorgi


Bir oyun, hatta kadın tenisi, çekişmeli erkek finali kadar özlenir mi? Konu tenis ise eğer, cevap evet. Bir tık öteye geçeyim bu noktada. Williams kardeşler, Maria Sharapova ve daha önceki yıllara ait özel kadın WTA maçlarını düşününce hemen hemen herkesin aslında kadın tenisi ile bu spora merak sardığını gizliden de olsa çok iyi biliriz.

Ancak yeni bir döngünün zamanı gelmedi mi? Eskilerin beslediği yeni isimler kapıları aralamaya başladı bile! Daha spesifik bir örnek içinse, İtalyanların kapısını çalmaktan geri durmayacağım. İtalyanlar Camilia Giorgi ismi ile adından söz ettirmek istiyor.

Tenisin son dönemlerde yükselen değerlerinden olan 91 doğumlu, saha içinde oldukça agresif tenisçi olarak tanıdığımız Camilia’yı, özellikle Wimbledon 2012'de 4. tura gelirken set kaybetmeyerek ne kadar istekli ve agresif olduğunu bir kez daha göstermişti. Tabi tek başına yeterli olmayacaktı. Nadia Petrova'yı elemesiyle dikkatleri tamamen üzerine çekecekti. Bundan sonrası içinse, çok daha büyük ses getireceğine kesin gözüyle bakılıyor. Çünkü yeni isimlere aç bir WTA var.




Ancak yeni yeteneğin arkasında babası gizliydi. Babası, Arjantin-İngiltere arasında yaşanan savaşta çatışmış Arjantinliydi. Savaştan sonra İtalya'ya göç eden ailenin küçük kızı Camilia henüz beş yaşındayken tenisle tanıştırılmış. Esasında savaşın izleri unutturabilmek adına tenis ile tanışan Camilia şimdilerde yeni parlayan isimler arasında.

Babasının kızına karşı hırsı o derece büyüktü ki, Avustralya Açık turnuvasında elendiğinde kenarda sinirden kendini yiyip bitiriyordu. Babası Sergio, kızı Camilia’a çok küçük yaşta yatırım yapan bir menajer edasıyla davranan, yenilgiyi kabullenemeyen ve hep daha çok başarıyı arzulayan bir babanın çok ötesine geçti.

WTA düzeyinde 59. Sıraya kadar yükselen Giorgi oyununu geliştirmek adına önünde uzun bir yol olduğunu biliyoruz. Fakat babasının bu duruma mutlaka el atacağına şüphemiz yok. Caroline Wozniacki , Maria Sharapova ve Victoria Azarenka gibi isimleri yenip yeni bir çığır açmanın peşinde neden olmasın? Üstelik kadın tenisi uzun süredir sessizliğini koruyorken…

16 Mayıs 2018 Çarşamba

Politikacı, Hümanist, Efsane Futbolcu


1989, 1994 ve 1995'te "Yılın Afrikalı Futbolcusu" ödüllerini, 1995'te de Avrupa'da "Yılın Futbolcusu" ödülünü kazanan ilk Afrikalı futbolcu. 1995-1996 sezonunda İtalya'nın AC Milan kulübünde oynarken FIFA tarafından "Yılın Futbolcusu" seçilen, 1996'da "FIFA Fair Play" ödülünü ve 1998'de "Yüzyılın Afrikalı Oyuncusu" seçilerek Afrika'nın yetiştirdiği en büyük futbolcu olarak tarihe geçen ve bu başarılara kişiliği ile de damga vuran bir adam. Liberyalı sporcu, politikacı, başarılara doymayan George Weah, çok daha fazla sıfatı önüne alabilecek bir isim aynı zamanda.

Şu sıralarda Arsenal ile yolları ayrılan Arsene Wenger’in o dönemde radarına takılmayı başarıyor Weah.
1985 yılında amatör Liberya liginin Invincible Eleven adlı takımda oynarken 23 maçta 24 gol atmış ve hayatını idame edebilmesi için aynı zamanda operatör olarak bir telekomünikasyon şirketinde çalışıyordu. Ardından Fil Dişi Ligi'ne, hemen sonrasında da Kamerun’un Tonnerre Yaoundé takımına geçmişti. 18 maçta 14 gol de orada kaydetti. 

Bu duruma kayıtsız kalmayan ve neredeyse dünyanın çoğu bölgesine gözlemcilerini gönderen Arsene Wenger, o zaman Monaco’nun başındayken, Weah ile ilgili raporlar alacaktı. Sonunda ise Avrupa’ya, dünyaya bize bahşetti. Son giden gözlemcinin kuracağı cümleler fazlasıyla etkili olacaktı, şöyle diyordu: “Kötü haber:  Herifin kolu kırıldı. İyi haber: Yine de oyuna devam etti.”




Monaco’ya getirilen Weah, Fransız teknik adam, tarafından öğütlenecekti. “Sıkı çalışırsan, Avrupa’nın en iyisi olabilirsin.” 1989 yılında Monaco ile ilk yılında Afrika’da yılın futbolcusu seçilmişti bile. Ve bundan sonrası olanlar olacaktı. İnsanlar ırkçılık savaşlarını sürdürürken Weah’ın hiç biri umurunda olmadan o yolunu çizecekti.
1992’ye kadar Monaco’da 103 maça çıktı, 47 gol kaydetti. Ardından Paris St. Germain ile yeni haleti ruhiyesinin yolunu tutacaktı, Fransa’da takımın yarı final oynadığı 94-95 sezonunda Şampiyonlar Ligi’nin gol kralı da olunca, dünya ona küçük gelmeye başladı ve Milan’ın yolunu gözledi.

George Weah, o dönemin neredeyse en iyisiydi. Neden mi neredeyse? Milan’ın en golcüsü, takım da Serie A’ya ulaştı. Robert Baggio ile, Marco Simone ile, Dejan Saviçeviç ile aynı takımdaydı…
1995-96 sezonu, onun yılı olarak tarihe geçecekti. Kariyerinin zirvesini yaşarken, o sezon Avrupa’da Yılın Futbolcusu ödülüne ulaşan ilk Afrikalı oldu. Dünya’da Yılın Futbolcusu ödülü için de aynı ilk geçerliydi. Hâlâ bu ödülleri kazanan tek Afrikalı… Ve aynı yıl içinde Afrika’da Yılın Futbolcusu ödülünü üçüncü kez aldı. Bu bir yıla tüm başarıları sığdırmayı başarabilen ender bir adam! Hem dünya, hem Avrupa, hem de Afrika’nın en iyi oyuncusu seçildi…

Weah’ın mücadelesi hiç bitmeyecekti. Futboldaki başarısına son vermiş olsa da, ülkesi Liberya’da kalıcı ve barışçıl işler yaparak Devlet Başkanı oldu. Yazıya başlarken bir konuda dikkat çekmiştim. Çok daha fazla sıfatı önüne alabilecek bir isim…

9 Mayıs 2018 Çarşamba

Kazanırken Kaybetmek


Bazen hikayelerin peşinden sürüklenip gideriz. Biz istemesek dahi bizi terk etmez. Sürekli o ana döneriz ve yaşarken buluruz. Zira sürekli kazanmaya adapte olmuş sporcu içinse, bu durum dahi karmaşık hale gelebilir. Bisiklet bol miktarda sansasyonel haberlerin baş kahramanı, kazaların alameti farikası bir spor dalından öteye geçemez oldu.

İşte o kadar da ileri gitti iki teker. Bisikletin mühim yarışlarından Paris-Roubaix sahne olması insanların canlarının bu derece kazanma arzusu ile son bulması bir kez daha hırslarımıza kurban olmuş insanoğlunu tekrar tekrar dağ etaplarına geri götürüyor. Bazen o ipi siz göğüsleyip şampiyon olsanız da aslında kazanırken kaybetmişizdir.

Paris-Roubaix 2018 etabı itibariyle baştan sona yarışı domine eden, dağlarda istediği avantajı yakalayan Peter Sagan ve Michael Goolaerts, mücadelesi akıllara durgunluk veren cinstendi. Ve keşke de o sahneyle akıllarımız da kalsaydı…


Paris-Roubaix gibi anıtsal klasiklerin zirvesi olan bir yarışın genç bir sporcunun son nefesine kadar yarışması trajik bir hikayeden çok, insanlığımızı hatırlatacak.
İnsanın, sporcuların dayanıklılığın, azmin ve zafere giden yolda sınırlarını test eden yarışta Michael Goolaerts, Sagan ile girdiği mücadelede yaşamını verdi. Artık değişen dünyamızda, en zorlu sporlar listesinin başında gelen iki teker, rekabetin ve zorluğun en üst seviyede olduğunu gözler önüne serdi.

Goolaerts, genç yaşında yakın zamanda kazandıklarıyla veda edecekti. Veranda’s Willems-Crelan’da ikinci sezonunu geçiren Michael Goolaerts, klasik sezonunun geride kalan bölümünde Dwars door West-Flaanderen’i 9. sırada, Kuurne-Brussel-Kuurne ve Driedaagse De Panne yarışlarını ise 20. sırada tamamlamıştı.

O gün gelip çatar. Yüzleşmek en acı olanıdır. Evet, o gün Sagan kazandı ama aslında kazanırken kaybetmişti. Aslında sadece o da değil. Bu yazıyı okuyan siz yani duyarlı olan hepimiz. Kendi hırslarımıza o kadar bürünmüşüz ki son yıllarda bisiklette yarışlarında ölen kişilerin arttığını hatta yanımızdaki olduğunu unutmuşuz. Kazanmak belki bişey. Fakat kazanırken kaybetmek…

3 Mayıs 2018 Perşembe

Yunan Tanrısı Spanoulis

Önce bilindik hikayeyle yola koyulalım… Yunanistan’da binlerce işçi, evsiz para kazanabilmek adına ne bulurlarsa çalışmaya gidiyorlardı. Bir de bu ekibin içine dahil olmamaya çalışanlar daha o zamanlarda baş gösteriyordu. İşte o mücadelenin Yunan tanrısı Spanoulis’i nasıl etkilediğinin kanıtları.

Spanoulis’in içine kapanık yaşantısına babasının çok küçük yaşta kaybetmesi, onu hayata küstürmeyecekti. Aksine babasını gururlandırmak adına basketbolun tahayyülü olacaktı. Ve evet, ailesi adına herşey değişecekti. Tıpkı babası ölmeden önceki gibi karakteri daha da sertleşecekti. Lakin bu onun hayat biçimine dönüşmüştü. Bu ağır süreç basketbol tanrısını ortaya çıkaracaktı, fütursuzca!

Sorumluluk, baskı ve motivasyon kelimelerini yeniden yazıp, üçlüklerine uyarlayacaktı. Şu yadsınamaz gerçek ki, Spanoulis Avrupa basketbolunun gelmiş geçmiş en iyi sporcularından. Ve bundan sonra yapacakları hem kendisinin hem de babasını gururlandırmak adına yapılacak alameti farikalarından.
Önemli bir yol ayrımı daha olacaktı. Yunanistan Liginden sivrilen Spanoulis, 23 yaşındayken Obradovic’in Panathinaikos’unun radarından kaçmadı…



Sonra kariyerini anlattığı Spanoulis olacaktı… Aslında hem basketbol anlamında hem de kişiliği anlamında Obradovic’le beraber çentik atacaktı.
Pana ve Obra ile ivme yakalasa da görüş ayrılıkları, Amerika kıtasına sürükleyecekti Vassilis’i. Kara talihi, NBA’de aradığını bulamayacağını Houston Rockets ile silik performans sergileyen Avrupalılar kervanına katıldı. 2008 yazıyla birlikte en iyi bildiği adrese teslim olacaktı.

Panathinaikos’a dönüşüyle, Olimpiakos ve CSKA Moskova’yı yenip kupaya uzanan parlayan yıldız Spanoulis, Final Four MVP’si seçilerek kalitesini ispatlamıştı. Hiç olmayacak dediğimiz transferler basketbolun kalemi olabiliyor. Olaylı Yunan derbilerin biri olan Olimpiakos- Panathinaikos rekabetine bir yenisini ekleyecekti. Olimpiakos’a imza atan Spanoulis, durağan geçen ilk yılına rağmen, bir sonraki sezon finalde CSKA Moskova’yı hezimete uğratan Yunan ekibi, Euroleague’in MVP’si Vassilis Spanoulis imzası taşıyacaktı.

Bundan sonrası malumunuz. Biraz altın çağ biraz duraklama dönemi derken, asistlerine ve sayı krallığına devam ederek, MVP ödüllerini de kimselere bırakmıyordu.
Tıpkı çocukluğunda yaşadığı çöküş zamanlarındaki gibi, Yunanistan’daki ekonomik kriz nedeniyle küçülmeye giden Olimpiakos’u bırakmayan ve gelen teklifleri reddeden Spanoulis’i bir kez daha basketbol tanrısı ilan etmek için epey sebepler var. Tüm yazılan senaryoları bir kenara bırakıp, kendi yaşamını şekillendiren Spanoulis’e büyük bir teşekkür borçluyuz. En azından basketbol adına!