21 Ekim 2021 Perşembe

Perpektif; Goalball

Bazı spor branşları için yaşam alanı çok daralmış olabilir. Ama halen onların beslendikleri zincire uygun şeyler var. Sadece oyun dünyasının hakim temasının kendilerine uymadığına saplanıp kalmasınlar, kendilerini dışlanmış hissetmesinler. Ki keza goalball bu işin içinden şahane sıyrılıyor.
Sıyrılıyor değil de saklı kalmış spor branşının dışına çıkmayı başardı. Goalball, oyun hadisesinin başlangıcı 1940’ların ilk yarısına dayanıyor.
Goalball, 1946 yılında Avusturyalı Hanz Lorenzen ve Alman Sett Renidle tarafından, savaşta görme yetilerini kaybeden savaş gazilerinin rehabilitasyonuna yardımcı olmak amacıyla icat edilmiş bir oyun.

Oyun, dünyaya 1976 yılında Kanada, Toronto'daki Paraolimpiyatlarda tanıtılmıştır ve o zamandan beri her Paraolimpiyatlarda oynanmakta. İlk dünya şampiyonası 1978 yılında Avusturya'da gerçekleştirildi ve o yıldan beri her dört yılda bir teşrif ediyorlar. O zamandan beri goalball'un popülaritesi giderek arttı, oyun bugün tüm IBSA(Uluslararası Görme Engelliler Sporları Federasyonu) üye ülkelerinde oynanmakla kalmayıp, gururlandırıyorlar.
Gurur derken, göğüs kabartan kadınlarımıza dayanıyor. Ne güzel dünya değişiyor, gelişiyor, ilerliyor. Büyüyen ekonomi, artan yatırım, çeşit ve kaliteyi getirir büyük oranda. Kalite için konuşmak biraz subjektif olur, ama haksızlık etmeyelim, çok göz alıcı oyunların içinden hep kadınlar var. İtiraf edilmeli!

Oyuncuların adil bir yarışma olması için karşılaşma boyunca "blackout" denilen opak göz maskeleri takmaları gerekiyor. Takımlar 6 oyuncudan oluşuyor. Her takımda en fazla 3 yedek sporcu var.
Oyuncular kalelerini savunmak için elleri ve dizleri üzerinde duruyor. Oyunun amacı ise içinde zil bulunan topu rakip takımın kale çizgisinden geçirmekten ibaret aslında. Takım, 3-8 Haziran 2018 tarihleri arasında İsveç'in Malmö kentinde düzenlenen 2018 Dünya Şampiyonası'nda yarıştı. C grubunda yer alan takım; İsveç'i 11-1, İsrail'i 11-3, Japonya'yı 5-0 ve Avustralya'yı 6-0 yenerken Rusya'ya 7-5 yenildi ve grubu ikinci tamamladı.


ABD'yi çeyrek finalde 12-2 ve yarı finalde Brezilya'yı 5-2 yendiler. Final maçında Rusya ile tekrar karşılaşan takım, onlara 4-3 yenilerek gümüş madalya kazandı. Hem takımının hem de turnuvanın en skorer ismi 46 golle Sevda Altunoluk oldu. Bu isme daha sonra pek çok kez tanıklık edeceğiz. Çünkü bu alanda hiç de mütevazi olmaya gerek yok lider!
Sonrasında Tokyo’da gerçekleşen 2020 Paralimpik Oyunları final karşılaşmasında ABD'yi 9-2 mağlup ederek şampiyonluğa ulaştı. Ülkemize Tokyo'daki 2. altın madalyasını kazandıran Goalball Kadın Milli Takımımız, üst üste ikinci kez paralimpik oyunlar şampiyonu oldu. Muntazam!

Gelelim Sevda Altunoluk’a, bu takımın olmazsa olmazı. Bu ortamda oyun nasıl hızlanmasın? Yeni jenerasyon oyuncular artık işin hikaye bölümüyle, altyapısı, kültürü ile fazlasıyla ilgileniyor. İşte tam olarak bu noktada Sevda’yı da Sevda yapan inandığı hikaye. Türk spor tarihini şöyle dursun dünya spor tarihinin en dominant oyuncularından biri olacağı kesin. Henüz tam adını duyuramasa da…
Naim Süleymanoğlu için halter ne ise, Sevda Altunoluk için de golbol o demek. Ya da Phelps için, Jordan için… Liste uzar, Sevda için yolculukta uzun.

Evet, şu doğru ki, turnavadaki pek çok takımdan, hatta abartı olmazsa hepsinden daha çok gol atan sporcu. Bu oyun ilk izlediğinde gol atmak çok zor deyip sıkılıp kapatmak mümkün. Küçük üreticiler olarak baktığımız, uyum sağlanabilecek deneyimler sunan yeni nesil oyunlar gibi dursa da tarihi var! Yeni olimpiyatlar düzeninde de izlemesi kaliteli bir yaşam tercihi sunuyor. Ancak galiba spor oyunları için aynısını söylemek zor. Galiba onlar biraz fazla el becerisi ister oldu. Misal “Golbol”

15 Ekim 2021 Cuma

Neden Olmasın Stephens

Forbes, son 1 yıl içerisinde en çok kazanan kadın sporcuları listeledi. Listede yer alan 10 kadından 9’u tenisçilerden oluşurken Naomi Osaka ve Serena Williams, bir kez daha 2020 yılında dünyanın en çok kazanan kadın sporcuları oldu. Evet, gündem hep erkeklerin kazandıkları ve daha çok kazandıkları… Lakin kazanamayanı pek konuşmayız. Esasında konuşmayı sevmeyiz. Bu sefer ana temadaki kadın ilk 10 listesine giremeyelerden.
Sloane Stephens, 2017’de Amerika Açık şampiyonluğu ve 2018 yılında kıyısından döndüğü Fransa Açık ikinciliği ile epey listeyi zorlayan kesimin içindeydi. Ancak yeni yeni parlayan isimlerden ve malum hastalıktan iyice içine kapanan oyuncu profiline evrildi.

Sloane Stephens, etrafında ölü bedenlerle büyüdü. Çok enteresan aile mesleği sayesinde… Ailesinin bir cenaze evi vardı. Bu yüzden ergenlik yılları cesetlere dolu dondurucuların yanında, bedenleri cenaze için giydirerek ve ailesini cenaze arabasıyla bir yerlere götürerek geçti. Bir keresinde bir grubun önünde ağladığı için yas tutanlarla selamlaşması yasaklandı. Hobileri arasında ceset yakmak ve mumyalamak var. Ve evet, bunun garip olduğunu kendisi de biliyor.
Hayatını fazlasıyla etkileyen bu aile dışının önüne geçen bir şampiyonluk var artık. O şampiyona öncesinde de ayak sakatlığı ile boğuşup, sıfırdan başlama modunu açmıtı ki, öyle olmadı.

Kortlardan ayrı kalmak Stephens’ı o kadar derinden etkilemişti ki, dönüşünün ardından katıldığı beşinci etkinliğin sonunda, tenis tarihinin en iyi geri dönüşlerinden birini yapmış olarak Arthur Ashe Stadyumu’nda ellerinde Amerika Açık kupasıyla duruyordu. “Kesinlikle farklı bir manzaraydı.” diyor Sloane, “Oynamayı özlemiştim. Hayatım boyunca ilk kez gerçek dünyanın büyük bir kısmını tecrübe etmiştim ve yarı yetişkin olmuştum. Gerçekten çok iyiydi.” Ancak 2018’in sonlarında antrenörü Kamau Murray ile ayrıldıktan sonra, bu sezona favorisi toprak kort sezonunun hemen öncesinde yaptığı altı galibiyet ve altı mağlubiyetlik kötü bir dereceyle başladı. Sloane, bu durum için “Oradaydım ama sanki orada değildim. Fiziksel olarak korttaydım ama aklım orada değildi.” diyor.


Eğer yapabilirse, sporuna hükmedebilir. En iyi halindeyken, yaşıtlarından farklı bir sporu yapıyormuş gibi gözüktüğü zamanlar var. Vuruşları keskin ve ne yapmak istediğini bilen hamlelerdi. Çoğu oyuncu ya hücumu seçer ya da savunmayı ancak Stephens için bu ikisinin arasında bir fark yok. Kendisi hızlı bir oyuncu ve üstten falsolu sert bir forehand’i herhangi bir savunmayı yerle bir edebilir. Stephens hem hücumla hem de savunmayla kazabilir bir tarza sahip. Ama onun en önemli kusuru hızlı ayakları hareket etmeyi bıraktığında bunu çözmeyi reddetmesi.

Wimbledon'u sallayabilir, Roland Garros'ta tarih yazabilir, Grand Slam'de başarısına başarı eklemesi de ihtimaller arasında. Kadın tenisçilerin kan, ter ve gözyaşı; ama en çok da başarılarla dolu zamanları kadar, bu başarıya giden yolda çektileri çetrefilli yolları anlatıyor Sloane Stephens. Tenis gibi bireysel bir sporda yaş ve güç, eğer bunun peşindeyseniz, beraberinde sorumluluk getiriyor.Sorumluluğunu alan ödülünü de alıyor elbette.
Kimse ne yapacağını bilmiyor ama oyunda olduğu, yürüdüğü ve yaşadığı sürece ondan korkulmaya devam edecek.

Forbes, son yıllar içinde en çok kazanan kadın sporcuları listeledi. Listede yer alan 10 kadından 9’u tenisçilerden oluşurken Naomi Osaka ve Serena Williams, bir kez daha 2020 yılında dünyanın en çok kazanan kadın sporcuları oldu.
2019’da da dünyanın en çok kazanan on kadın sporcısından dokuzu tenisçilerden oluşuyordu. Bu tenisçilerden biri neden Stephens olmasın ki! Yaşını da göze alırsak, hızlanması gerekiyor.

10 Ekim 2021 Pazar

İspanyol İşi

İngiliz futbolu bambaşka, onların futbolu çok ama çok değişik! Neleri farklı değil ki bizden? Nelerde aynı düşünüyorlar ki bizimle? Bizim statlarımızda içeriye küçük su kutusu bile sokmak yasakken, İngiliz futbolunda stadyumların içine pub açmak için girişimciler ihale yarışlarına giriyor. Bizim futbolumuzda her sevinç, her hüzün, her kızgınlık uzun süreçte yaşanıyor; ama onlarda bunların hepsi günübirlik gerçekleşiyor.
Ama bir de bu işin felsefi ve kültürel boyutu var.Bir takım mağlup olduğu zaman seyircileri tezahüratla onları soyunma odasına yolluyor, bir takım kötü oynayarak galip geldiği zaman seyirciler tepki gösterebiliyor. Çünkü onlar için önemli olan futbolda sonuç, galibiyet ya da mağlubiyet değil; onlar için önemli olan futbolu futbol gibi oynamak, futbolu zevkli kılmak, ondan zevk almak!

Lakin bu zevki veren futbolcuları da ayakta alkışlamak canı gönülden. Bir tanesi benden olsun! Evet, herkes yeteneklerini biliyor ancak Pedro Rodreguez biyografisini oldukça ilginç bulan az kişi var. Başkası olmadan kendiniz olun ve Pedro’nun yolculuğuna eşlik edelim.
O İspanyol bir ailenin aksine bir evin tek çocuğu. Pedro iyi eğitilmişti ve ebeveynleriyle yakın bağları vardı. Okul ve spor için daha donanımlı olması bir yana, genç ve kanı deli akan hayata harika bir başlangıçtı. Kitaplarını okumakla, arkadaşlarıyla, futbol oynamak arasında mükemmel dengeyi buldu.

Pedro, futbolda geç bir başlangıç ​​yaptı, 16 yaşın rakamı ona uğurlu gelecekti. 2003'e kadar San Isidro akademisinde boy gösterecekti. İşler tıkır tıkır işlerken, 2004 yılında İspanyol devi Barcelona’nın radarına takılmak şöyle dursun, Katalan kulübün Pedro’yu almak için tüm scout ekibini devreye sokmakla yükümlendirdi. Yani o derece kıymetliydi.
Katalan kulüp akademisinin davetini kabul edip, çalışmalarına devam etti ve kulübün genç takımında 2005 yılına kadar oynadı.
O yıl aynı zamanda imzaladığı profesyonel sözleşme ve kulübün üçüncü takımında yer aldığı için onun için fazlasıyla verimli geçecekti. 2005-2007 arasında Pedro Rodríguez üçüncü takım ana oyuncularından biri oldu. İstediği de bu değil miydi!



Genç Pedro’nun etkileyici performansı, 2007'den beri var olup, attığı ilk golden itibaren kulüpteki yerini hem sağlamlaştırdı hem de gelecek için Barcelona’ya servet kazandıracağını gösterdi.
2009 ve 2010'da, Pedro, tek bir yılda altı farklı klüp yarışmasında skor yapan ilk oyuncu oldu, sadece Lionel Messi'nin 2011'da yaptığı rekor.
Toplamda Pedro, Barselona'nın ilk takımı için toplam 321 resmi maç oynadı, 99 gol attı ve şaşırtıcı bir şekilde 46 asist yaptı ve bunların % 50'den fazlası Messi'ye gitti. Yaklaşık 25’ini izleme şansına nail olduk.

2009-2010 sezonunda İspanya Millî Futbol Takımı'na seçildi ve kusursuzu başardı. Barcelona'nın 2009-10 sezonunda mücadele ettiği tüm kulvarlarda gol atan tek oyuncu oldu.
O kadar ileriye gitti ki, 2015 yılında Chelsea’ye transfer olduğunda José Mourinho, daha ilk maçında; West Bromwich Albion maçı için kadroda olduğunu söylediğinde hiç çekinmeyecekti. O derece güven veriyordu. Tarihte Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi, Avrupa Süper Kupası, Kulüpler Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası ve Dünya Şampiyonasını kazanan tek oyuncu olma özelliği de, bir kalem de yazılıp hayran kalmaya yetmiyor. Muhteşem!

Pedro, İspanyol, İngiliz ve son olarak da İtalyan topraklarında oynadığı oyunla dostlarını toplayan ve en iyi bildiği sularda yüzen ve geleceğe büyük bir başarı bırakan filmlerinden biri oldu. Adeta senaryosunu kendi yazan, oynayan bir oyuncu edasıyla, son dönemlerin en başarılı sessiz futbolcusu. yaptığı asistler içinde ilgiyi en fazla hak eden, daha da önemlisi onu o yapan Messi gollerinin arkasında Pedro’dan başkası olamazdı. İnsan eskiye özlem duymuyor değil. Unutmadan hala sahalarda ve beklenmedik anda daha iyi işlere ayaklarını ortaya koyabilir.