8 Mayıs 2020 Cuma

Yalnız Yürümeyeceksin Will

2020 berbat bir yıldı, diyen eminim çok olacak! Böyle bir dünya da yaşayıp delirmemenin yollarından biri güzel kaçış yolları bulabilmek. Sinema bu anlamda, bu inanılmaz korkunç yılda, biz sinemaseverler için hayat kurtarıcı oldu. Şahsen çok verimli bir yıl olmasa da özellikle sene sonunda yapılamayan festivaller vesilesiyle gelemeyen filmlerle kalitenin birkaç tık yukarı çıktığını düşünüyorum. Neden mi?
Kaçırmış olduğumuz filmlere sıra verme zamanı.
Ve bu felaket zamanlarda tutkusu bol ve özlediğimiz futbola farklı perspektiften bakmayı yeğledim.

Liverpool, taraftarına kupalar, futbolun ötesinde şeyler vadetmişti, kısmen oldu. Süreklilik konusunda olamayanlar vardı! Ne var ki taraftarı her daim “you’ll never walk alone” sözlerini benimseyerek yanlarındaydı. Bir kişi olarak yola çıkılsa da arkanızı dönüp baktığınızda binlercesi sizinle aynı duyguyu paylaşıyor, aynı formayı, maç gününü bekliyor. Kimisi ailesinin önüne koyuyor kimisi ailesini de yanına alıyor…
Aslında bu minvalde fazlasıyla film bulabilirsiniz ancak hepsi aynı hissi, dokunağı geçiremeyebilir. Will, filmi unutulmaz zafere giden yolda küçük bir taraftarın yaşadıklarını anlatıyor. Ya da durumu şöyle tarif edelim: Film bizi, 120 dakikalık uzatmanın sonucunda penaltı atışlarının belirlediği unutulmaz finalin başlama düdüğüne kadar götürüyor.

Annesinin ölümünden sonraki üç yıl, babası tarafından yetimler yatılı okuluna bırakıldıktan sonra hiç görüşmezler. Ancak üçüncü yılın sonunda babası oğlunun okuluna gelir ve odasındaki Liverpool posterleri, bayrakları ve dahasını görünce, bir anlamda gönlünü almak adına UEFA Şampiyonlar Ligi finalini için iki kişilik bilet uzatır.
Bu biletler Will’i ve babasını, henüz yarı finalde Chelsea engelini geçmek durumunda olan Liverpool’un İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynayacağı olası finalin tanığı yapacaktır. Ne var ki kader küçük Liverpool taraftarına kötü bir oyun oynar ve bir kalp krizi sonucu, babası vefat eder.


Will bu durumda bile İstanbul ’un yolunu tutmakta kararlıdır. Babasının en yakın arkadaşı Davey ve okuldaki başrahibe, Will’in final hevesine ket vurmaya çalışsalar da Will, okuldaki arkadaşlarının yardımıyla firar eder ve kendisinin, takımının şampiyonluğu yolunda özgürlüğüne yol alır.
Tabii yolculuk meşakkatlidir, kaçak bir yolcu olarak bir TIR’ın içinde Manş’ı geçer, peşi sıra Paris’te tanıştığı Alek adlı eski bir Bosnalı futbolcudan yardım görür, Balkanlar üzerinden de İstanbul’a doğru yola koyulur…
Bu arada kendi yolunu çizerken, yokluğunu fark eden okul alarma geçer. Vicdan azabı duyan Davey ve rahibeler tarafından, ülkeye hatta Avrupa’ya haberleri yayılır. Will İstanbul’a varana dek esasında Liverpool’un küçük ve en meşhur taraftarı olmuştur bile.

Bu esnada bir takım sürprizler de olur fakat tadını kaçırmamak adına bam teline dokunmuyorum. 2005’te, Atatürk Olimpiyat Stadı’nda oynanan final, belki de dünya futbolunun en önemli vitrini sayılan Şampiyonlar Ligi organizasyonunun halihazırdaki en unutulmaz maçlarından biridir.
Milan, mücadelenin ilk 45 dakikasına 3-0 önde girmiş ve bir anlamda, maçın skoru çok erkenden belli olmuştu. Unutmayalım maç 90 dakika ve hakem düdüğü çalmadan şampiyon sayılmazsınız. Ama Liverpool’un gösterdiği inanılmaz direnç ve yeniden ayağa kalkış, skoru 3-3’e taşımış, penaltılarla gülen taraf Liverpool olmuştu.

‘Will’, küçük bir çocuğun gözünden anlatılan futbol sevdasına odaklanmış bir film. Oysa bu topraklarda futbol sevdanın ötesinde adeta bir din.
Hepimizin tadına doyamadığı onlarca şey var, gerek geçmişte kalan, gerekse yaşadığı anda kalan. Genellikle çocuklukta görülen, yapılan, izlenen, yenen şeyleri büyüyüp de bulamamak, ulaşamamak, hatırlayıp iç geçirmektir hepimize koyan. Benim içinse filmde de geçen “You’ll Never Walk Alone” şarkısı bu olan bir takımın taraftarı da, İstanbul ’a yalnız gelemezdi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.