29 Ocak 2021 Cuma

En İngiliz Wayne Rooney

Rooney’nin basit biri olduğunu düşündük hep. Böyle olup olmadığı tartışmaya açık. Saha içindeki her hareketini anlamlandırmaya meylettik, gözlerindeki nadir gördüğümüz küçük bir parıltıyı ya da yüzündeki tekinsiz bir sırıtışı. Sahne ne kadar büyük olursa olsun, bunları bizden saklayamıyordu. Uzak çekimde zorlukla seçilen ilk 11’in içindeki futbolcu olduğu zamanken bile, hızlanan adımlarına bakıp öfkesini sezinleyebilirdiniz. Çoğu zaman yüzünü görmenize dahi gerek olmazdı. “Rooney yine delirdi” derdiniz. Korner direğindeki rakibine çift ayakla kayan halini canlandırırdınız gözünüzde. Hayaliniz birkaç saniye sonra cisimleşebilirdi. Sizi nadiren yanıltırdı Wayne Rooney.

En cafcaflı dönemini şüphesiz Manchester United ile yaşarken, ilk sezonunda, Newcastle United’a attığı golün hemen öncesinde, gördüğü sarı kart yüzünden hakem ile dalaşmasına şaşıracaktık henüz tanımadığımız için. Haksızlığa uğradığını düşünmüş, öfkesinin tamamını bacak kaslarına doğru yönlendirmiş ve oradan bir top güllesi çıkarmıştı. İngilizlerin Euro 2004’teki Portekiz maçında yaşadığı sakatlıktan sonra bir daha asla görememekten endişe ettikleri “limitlerindeki” Rooney, bir yıl geçmeden, işte yeniden oradaydı. Sadece bir anlığına. Dünya dışı bir deneyim…
Büyük beklentileri tam da karşılayamadığı bir ilk sezonun son haftalarıydı. United o sırada Arsenal’dan ikinciliği çalmanın hesaplarını yapıyordu ama takımın büyük çoğunluğu havlu atmış görünüyordu.

Dünyanın en iyi oyuncusunun İngiltere’den çıkmasıyla kafayı bozmuş bir güruhun ümitlerini tazelediği 2004 yazında ya da Manchester United formasını sırtına geçirdiğinde kameralar önünde nasıl göründüğünü hatırlamak zor değil.
Çekingenliğini henüz çok genç olmasına, parlak ışıklardan ötürü gözlerinin kamaşmasına bağlamıştı herkes. Çok geçmeden, zekâsına pek de güvenmeyen bir genç adam olduğuna ve bu güvensizliğinde haksız sayılamayacağına, sözlerini kendine saklamasının herkesin faydasına olduğuna kanaat getirildi.
Saha içinde süratle yaşlanırken, saha dışında da yaşını almayı ihmal etmedi neyse ki. Lakin bir şeylerde verdiyse de acımasızdı, kat kat alacaktı başına bela olduğu futbol.


Rooney’nin 13 yıllık Manchester United kariyerini başarısız bir sanatçı portfolyosu temsiline dönüştürmek yerine, ona 13 yıllık bir arzu alanı olarak bakmayı yeğlemekte en azından gelecek için yarar var. Bunu hak ediyor.
Çocukken peşine takıldığı o top, başarılı dönemlerini de, başarısız dönemlerini de daha büyük ve kişisel şeylerle düğümlemekte, bir haz bulduğu bir takımın formasıyla izlemek… Üstelik 13 yıl boyunca. Bu arzu alanını düşündüğümde, gözümde Rooney’nin hayatının 13 yılını Manchester United formasıyla geçirmesine ya da bu kulübün daha azametli ve daha kurumsal varlığı altında kendi varlığını idame ettirmesine müsaade eden bir alan oldu mu tartışmaları gırla gitti.

Kırmızı forma içinde geçirdiği son dört sezonda, Rooney’nin kendisi hakkında saklayamadığı yeni bir gerçek ortaya çıktı. Bundan böyle, sahaya adımını attığı çoğu maçta, o formanın gerektirdiği kalite düzeyinin uzağında kalacağı.
Sir Alex Ferguson 2012-13 sezonunun United’a veda sezonu olacağını açıkladığında, kulübe içinde Rooney olan bir gelecek tahayyülünü de miras bırakmak istemişti.
Bu ayrılış sonucunda, Everton dedikoduları ayyuka çıkmıştı. İlk başlarda, gerçek olamayacak kadar güzel bir senaryo gibi geldi. Manchester United tarihinin rekorlar kıran golcüsü olmaya giden yolda, Rooney’nin aklını çeldiği konuşulan o teklifler tıkır tıkır medyaya düşmeye başlamasıyla soru işaretleri çoğalmasıyla mikrofonlar uzanacaktı. Ve sonunda da herkes onu Çin Ligi’nde ya da MLS’te kişiliksiz bir forma ile görmeye kendini hazırlamışken, dokuz yaşına geri dönmek istedi.

Önce Everton ile kısa süreli birliktelik gelecekti. İştahsız bir Wayne Rooney izletmesiyle, soluğu DC United ve Derby County takımı ile son demleri izletecekti. Yine de onu saha içinde her ne koşulda olursa olsun varlığını hissettirmesi yeterdi. Tüm İngiltere’nin kafa kafaya verip “dünya yıldızı” etiketini yamamaya çalıştığı en İngiliz futbol yıldızıydı Rooney. Beckham ya da Owen ile kıyas kabul etmeyecek kadar İngilizdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.