20 Ağustos 2020 Perşembe

Babalarının Gölgesi ya da Işığı

 Union Berlin'e attığı gol sonrası George Floyd için diz çöken Borussia Monchengladbach'ın yıldızı Marcus Thuram babasının izinden gidiyor. Klasikleşmiş cümle, “devir değişti.” Pek tabi ki babalarının dönemine göre futbol çok değişti. Eskiden daha yavaş oynanan bir oyundu. Artık çok daha hızlı oynanıyor.

Ancak babası Lilian Thuram, çok hızlı oynayan ve saha içinde çok hızlı düşünüp hareket eden bir oyuncuydu. Şu  anda oynuyor olsaydı bu özelliklerinden ötürü pek bir fark olmazdı ve muhtemelen yine dünyanın en iyilerinden biri olurdu. Kesin! Peki ya oğlu babasının izinden mi gidiyordu? Kesinlikle!

Futbolcu babanın futbolcu oğlu durumu çok nadir rastladığımız bir şey değil. Futbol dünyasında çeşitli dönemlerde bu tip hikâyelerle karşılaşıyoruz. Ancak günümüzde şöyle bir durum var: Normalde Jordi Cruyff – Johann Cruyff örneğinde olduğu gibi, taraflardan biri epey gölgede kalıyordu ama bugünlerde bazı efsane futbolcuların gerçek anlamda wonderkid'ler yetiştirdiğini görüyoruz.

Lilian Thuram, ‘90’lar sonu ve 2000’ler başındaki “Efsane Fransa”nın en önemli isimlerinden biriydi. Stoper ve sağ bek bölgelerinde rol alan oyuncu, Juventus ve Barcelona formalarını giyerek büyük bir kariyere imza atmıştı. Oğlu Marcus Thuram ise babasından farklı olarak bir hücum oyuncusu ama gerçek bir potansiyel.

Boynuz kulağı geçmiş durumda; aslen santrfor olmasına ve 1.92’lik boyuna rağmen, kenar forvette rol alabilecek kadar topla etkili bir oyuncu. Böylesi bir fizik gücünü tekniğiyle süsleyen oyuncuların gelecekte milyon dolarların üstüne çıkması çok doğal.

Thuram profesyonel kariyerine Sochaux-Montbeliard'da başladı. Fransızların altyapısında başlayan, Ligue 2 liginde gelişen, Almanlar ile Bundesliga’da devam etmiş bir futbolculuk kariyeri… Dünyanın en büyük futbol figürlerinden biri olan Fransa efsanesi Lilian Thuram oğlunun başarılı olduğu kadar tersi durumlarda yok değil.



Patrick Kluivert, Ajax’ta çok genç yaşta forma giymeye başlamış, 19 yaşında Şampiyonlar Ligi Finali’nde Milan’a attığı golle takımına kupayı getirmiş, yıllarca Barcelona 9 numarasında harikalar yaratmış gerçek bir efsane. Özellikle de havada asılı kalıp vurduğu kafa şutları hala ikonik sahneler olarak zihnimizde yer ediyor.
Patrick Kluivert’ın oğlu Justin Kluivert ise oyunculuk tarzı bakımından babasından bir hayli uzakta. Oğul Kluivert hızıyla fark yaratan, potansiyel bir kenar oyuncusu. Ancak Roma’da forma şansı oldukça azalmış görünüyor. El Shaarawy ve Cengiz, ondan önde gibi Neyse ki henüz 20 yaşında ve hala gelişime çok açık.

Futbol tek bir ismin başarısından değil elbet. Ancak takımın marka gücünü ve kendi değerini yükselten ikonlar haline evrildi.Yaşanan onca mücadelenin zor yılların ardından bugün dünyanın en büyük futbol ekonomisi olan ve bir çok devi barındıran bu liglerin kasalarına uzanan bir peri masalıdır aslında. Kulüpler, taraftarları sporcuları ve yöneticileri ile camia oluştururlar ama asıl önemli konu her kulübün bugün kendine ait bir kişiliğinin olmasıdır. Kulüplere kişiliklerini kazandıran en önemlisi de gençlere ya da bir nevi alt yapılara yaptığı yatırımlardan ibaret.

Bu tip gençlerin performansına dair merakım dışında, babalarının maçlarını izleyememenin vermiş olduğu buruklukla, eskiye dönmeyi iple çekmediğimi itiraf etmeliyim. Yine de unvanını korumak için buraya gelen, herkesin hedefindeki öncelikli isim olmayı ve de babalarıının gölgesinde değil de, onların gösterdikleri yolda ışık olmaları, burada ve başka ortamlarda ziyadesiyle futbol yazısı yazmış bendenizin yegane isteği olacak.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.