Bunlara istinaden ebeveynlerin çocuklarını kulüplere yazdırma arzuları. Arada keşfedilen çocukları da görmek gerekir. Şimdi dönelim sokağa. İki taş bulunur kale yapılır, biraz inmiş topla futbol oynanır, pota yoksa arkadaşının kolları çepeçevre sarar, basket atılır (yüze gelen toplar hariç.) Voleybol desen hiç bir zaman fileye gerek duyulmadan bir o ele bir bu ele döner dolaşır. Hele ki bisiklet 4-3-2 derken tekerlek sistemimizi oluştururuz. Tenisten söz etmek isterdim lakin yeni yeni tanışır olduk. 90'lar da beraber taşa, elle yapılan manuel potalara paydos derken yerini sahalara bıraktı.
Ancak orada şöyle bir sorun vardı. Ne kalenin ne potanın ne de voleybol sahasının filelerinden yoksun oynardık. Emin olunmadan verilen goller, uzaklardan atılan üçlüğün tam olarak kestirilememesi derken zevk verirdi bu belirsizlik.
Bu bize, çocuklara, adil olmayı kimi zaman bağrış çağrış hakkını aramayı da öğretti. Hak hukuk demişken Bayer Leverkusen - Hoffenheim maçını hatırlatıyor. Oyuncu serbest vuruştan şutunu çektikten sonra enteresan, skandal şaşkınlık içeren bir sevinçle golünü arkadaşlarıyla kutlar. Gerçekte topu yan ağlarla kaleye yakın mesafeye gönderen oyuncu filenin delik olduğu noktadan kalenin içine düşer. Bu olay Almanya'da büyük yankı yapsa da gol geçerli sayılır.
Şimdi gelin görün ki bu Türkiye koşullarında yaşansaydı eğer pürtelaş itiraz edilirdi. Çünkü geçmişten gelen büyük tecrübelere sahiptir Türk sporcular. Öyle böyle bizim nesil biraz sofistike biraz teatral sokağın sahnesinde başroldü. Şimdi bizi boşverin diyeceğim ama büyük haksızlık olacak bizlere. Modern çağımızın en büyük sorunsalı "teknoloji" onu nasıl hunharca kullandığımız bir yana, yapayalnız kaldık. Sokaklarda artık futbol, basketbol ve hatta artık tenis sahalarının görüyoruz, onlar da yalnız.
Tüm spor alanları çocukları beklerken, ellerindeki telefonlarda, tabletlerin emirlerine itaat eden köle gibi sporunu dahi burada icra ediyor.
Zamanında (yaklaşık 10-15 yıl önce) derme çatma spor alanlarımız olmasına rağmen çocukluğun tüm alamet-i farikalarını yaşarken, şimdi modern çağda bitmek bilmeyen istekler ile baş başa fileleri havalandıran top yok, dokunmatiğe hırsla basan parmaklar var.
Çocukluğumda yaşadıklarım, şimdi hayallerimle gerçekten özgür olduğunu biliyorum. Filesine kavuşamayan top benim kalemimden böyle tahayyül ediyor.
Bu yazıları sizlerle paylaşmadan önce her daim bilgi paylaşımı ve desteğinden ötürü Semih Yazla'nın da düşünceleri almak istedim. Bu sefer bu konuda tek başıma değilim. İşte Semih Yazla'nın Filesine Kavuşamayan Top hakkındaki yazısı.
Mahallede çocukken yaptığım maçların aklımda en kalanları toprak basketbol sahasında yaptıklarımızdı. Burada hem basketbol hem de futbol oynardık. En sevdiğimiz rutinlerden biriydi okul sonrası toprak sahaya kaçıp oynamak..
Ancak bir gün nasıl olduysa buradaki potalara birisi file takmaya karar vermişti. O günden sonra toprak saha, futbol sahası kıtlığı çeken biz ahaliye, 'fileli potalar'dan sonra tamamıyla basketbol sahası oldu.. Filesi olan potalar birdenbire basketbol aşkımızı alevlendirdi. Artık o sahada futbol oynamaz olduk, top yerde sektikçe toz kalksa da topu fileli çembere atmak daha bir zevkli gelmeye başladı bize..
Herkesin çocukluk anıları buna benzer anlarla dolu olabilir. Çoğumuz sokakta iki taş koyup kale yapmaya, "kames topumuz" ile futbol oynamaya bayılırdık. Komşu teyzeler gürültü yapmamıza kızar ve hep de aynı şekilde tehdit ederlerdi: topu kesip patlatmak...
Basketbol oynamamız daha da zordu, basketbol topu lazımdı bir kere. Hadi komşu arkadaşlardan birinde vardı, ama bu sefer de daha 'büyük' bir eksiğimiz vardı: pota. Basketbol oynamak zor işti vesselam ama yine de apartman kirişlerinde hayali çemberle oynamışlığımız ne çoktu..
Mahalledeki boş toprak sahaya konulan iki pota birçoğumuzun hayalini gerçekleştirdi hem sahamız oldu hem de potalarımız. Ancak yer sorunu nedeniyle burada aynı anda iki üç grup maç yapmak zorunda kaldığımız ne çok olurdu. Bir potada sokak basketi ile maç yapan grup diğer potada da benzer grup ve iki pota arasında ise pota direkleri kalenin bir kenarları yapılan bir futbol maçı aynı anda oynanmaya çalışılırdı.
Ancak ne olduysa o fileler çembere giydirildiyse tüm mahalle çocukları basketbolcu olduk çıktık. Bursa basketbolunun da Türk basketbolunda Tofaş SAS başta olmak üzere Oyak Renault, Mako, Bosch gibi takımlarla fırtınalar yaptığı zamanlardı..
Mehmet Okur, Asım Pars, Murat Konuk gibi abiler idolümüz oldu o zamanlar hep. Semtimizde bu basketbol ilgisi ve sevgisi meyvelerini de vermeye başladı. Birçok arkadaşımız bu kulüplerde oynamaya başladı, kimisi yıldızlar takımına kadar seçildi, çoğu ise başka yönlere daha sonra dağıldı. Ama o sahaya filenin konulması bizim gençliğimize de örülmüş bir gelecek bıraktı sanki!
Anadolu birçok isimsiz kahraman ile dolu hep... Keşfedilmeyi bekliyor... Kimisinin topu kimisinin kramponu yok ama hepsinde o azim var. Onlara siz file verirseniz, sanki kaleyi veya çemberi filesizken bulamayacak toplar gol veya sayı olacak gibi hissettiriyor bana.
Filesine kavuşamayan top da aynı bizim gibi bir şeylerin eksik olduğunun sözlerde anlam bulmuş yansıması gibi...
Filesine kavuşamayan top da aynı bizim gibi bir şeylerin eksik olduğunun sözlerde anlam bulmuş yansıması gibi...
Semih Yazla'nın kaleminden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.