27 Kasım 2015 Cuma

Bunun Adı Tenis! Çok Sıkıcısınız!

Hayatınız boyunca peşinizi bırakmayacak dakikalar vardır. Ama iyi anlamda ama kötü. Artık yaşanmıştır, ya geride bırakıp devam etmeyi öğrenecek ya da ne olursa olsun tadını çıkaracaksınız. Sporu yaşamının bir parçası olarak gören çocuklar, amatörler, profesyoneller, taraftarlar veya o gün ilk defa izlediğiniz spora bağlanabilirsiniz. İyi-kötü, kazanan-kaybeden, şişman-zayıf... kendimizi enteresan bir şekilde istemsizce bu tip karşılaştırmaların içinde konuşlandırırız. Spor bu ikilemleri kaldıracak güçle değil, iyi ve kötü olman da değil. Neyi gerektiriyorsa onu yapman istenir, sadece bu kadar! 

Unuttuğumuz kısım ise hırs küpüne bulanmış vaziyette kazanma arzusu. Hep kazanalım istiyoruz. Doğal olarak. O noktada da zevk almayı unutuyoruz. Kazanmanın yanında keyif alma sosuna yatırılmış oyuncularda; yaptığı işe tiye alanlar vesaire. NBA dışında bu eylemi son yıllarda tenis kortlarında görmeye başladık. Devreye girenler oyuncular değil sadece belki geleceğin tenisçisi algısını oluşturan top toplayıcılar. Hizmetçi muamelesi görseler de yaptıkları; bir zamanlar Arda Turan gibi kenardan tatlı müdahaleleriyle maça katılmaktı. 
Oysa ki şimdi Barcelona takımına imza atmasını aylarca konuştuk. Anlatmak istediğim de tam olarak bu.

Melbourne'de bir Roger Federer maçında oyuncular konsantre olmuş, binlerce seyirci bir arada otururken bile çıt çıkmıyordu. Federer ikinci servisini kullanmaya hazırlanırken geriye dönen topu top toplayıcı çocuğa göndermekti amacı. Ancak kendisinin alkışlandığını fark edince mahcup bir ifadeye dönüştü. Acaba yanlış mı, kural dışı bir şey mi yaptım diye.



Şöyle özetleyeyim: Tarihin her zaman kazananı yazdığı, kocaman bir yalan. Kazanmak, kaybetmek belki berabere kalmak, spor dünyasının ruhunda var bu kabul. Dışarıdan gelen masumane hareketlere de karşı değiliz. Djokovic bir maçının dinlenme arasında şemsiyesini tutan çocuğu yanına çağırıp birlikte bir şeyler içmesini uzun uzun didikledik. O gün Djokovic'in maçı kazanması değil, bu beklenmedik davranış konuşuldu. Hey sen Dünya 1 numarasısın! Erişilmezsin! Böyle yapma!

Zengin sporu diye yanına yaklaşılamayan bir spor olarak görsek de bizlere kucak açmış durumda. Hadi sarılalım! Bir başka sansasyonellik ise; bu gerçekten kelimelerin kıyafetsiz kaldığı anlara tekabül ediyor. Wimbledon'da oynanan "herhangi" bir maç. Gayet sıradan bir oyun. Aldanmayın! 



90'ların sonu 2000'lerin başı gibi henüz son teknoloji ile üretilmeye başlanan raketlerle oynandığı, hızlıca tahta raketlerin unutulduğu zamandan bahsediyorum. Rakip oyuncu vuruşunu gerçekleştirdikten sonra, karşı oyuncu raketini havaya fırlatarak -ne tür düşünceler dahilinde yaptığını pek merak konusu olmayacak şekilde- topa vuruyor. Pardon raket vuruyor! 
Daha sonra taptaze ilginç sayıyı hanesine yazdırıyor. Bu spordan nasıl zevk alıyorsunuz diyenlere küçük bir notum var. Küçücük!
Her an her şey olabilir. O anları canlı izlemek, izleyemedin mi? Keyifle oynayan oyuncuları bir nebze olsa tekrar tekrar görme fırsatını yakalamak. Mimiklerine, hareketlerine yansımayan size bıraktığı duyguları bulmak. İşte hepsi bu kadar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.