Kaçırmış olduğumuz filmlere sıra verme zamanı.
Ve bu felaket zamanlarda tutkusu bol ve özlediğimiz
futbola farklı perspektiften bakmayı yeğledim.
Liverpool, taraftarına kupalar, futbolun ötesinde şeyler
vadetmişti, kısmen oldu. Süreklilik konusunda olamayanlar vardı! Ne var ki
taraftarı her daim “you’ll never walk alone” sözlerini benimseyerek
yanlarındaydı. Bir kişi olarak yola çıkılsa da arkanızı dönüp baktığınızda
binlercesi sizinle aynı duyguyu paylaşıyor, aynı formayı, maç gününü bekliyor.
Kimisi ailesinin önüne koyuyor kimisi ailesini de yanına alıyor…
Aslında bu minvalde fazlasıyla film bulabilirsiniz ancak
hepsi aynı hissi, dokunağı geçiremeyebilir. Will, filmi unutulmaz zafere giden
yolda küçük bir taraftarın yaşadıklarını anlatıyor. Ya da durumu şöyle tarif
edelim: Film bizi, 120 dakikalık uzatmanın sonucunda penaltı atışlarının
belirlediği unutulmaz finalin başlama düdüğüne kadar götürüyor.
Annesinin ölümünden sonraki üç yıl, babası tarafından yetimler
yatılı okuluna bırakıldıktan sonra hiç görüşmezler. Ancak üçüncü yılın sonunda
babası oğlunun okuluna gelir ve odasındaki Liverpool posterleri, bayrakları ve
dahasını görünce, bir anlamda gönlünü almak adına UEFA Şampiyonlar Ligi
finalini için iki kişilik bilet uzatır.
Bu biletler Will’i ve babasını, henüz yarı finalde
Chelsea engelini geçmek durumunda olan Liverpool’un İstanbul Atatürk Olimpiyat
Stadı’nda oynayacağı olası finalin tanığı yapacaktır. Ne var ki kader küçük
Liverpool taraftarına kötü bir oyun oynar ve bir kalp krizi sonucu, babası
vefat eder.
Will bu durumda bile İstanbul ’un yolunu tutmakta
kararlıdır. Babasının en yakın arkadaşı Davey ve okuldaki başrahibe, Will’in
final hevesine ket vurmaya çalışsalar da Will, okuldaki arkadaşlarının yardımıyla
firar eder ve kendisinin, takımının şampiyonluğu yolunda özgürlüğüne yol alır.
Tabii yolculuk meşakkatlidir, kaçak bir yolcu olarak bir
TIR’ın içinde Manş’ı geçer, peşi sıra Paris’te tanıştığı Alek adlı eski bir
Bosnalı futbolcudan yardım görür, Balkanlar üzerinden de İstanbul’a doğru yola
koyulur…
Bu arada kendi yolunu çizerken, yokluğunu fark eden okul
alarma geçer. Vicdan azabı duyan Davey ve rahibeler tarafından, ülkeye hatta
Avrupa’ya haberleri yayılır. Will İstanbul’a varana dek esasında Liverpool’un
küçük ve en meşhur taraftarı olmuştur bile.
Bu esnada bir takım sürprizler de olur fakat tadını
kaçırmamak adına bam teline dokunmuyorum. 2005’te, Atatürk Olimpiyat Stadı’nda
oynanan final, belki de dünya futbolunun en önemli vitrini sayılan Şampiyonlar
Ligi organizasyonunun halihazırdaki en unutulmaz maçlarından biridir.
Milan, mücadelenin ilk 45 dakikasına 3-0 önde girmiş ve
bir anlamda, maçın skoru çok erkenden belli olmuştu. Unutmayalım maç 90 dakika
ve hakem düdüğü çalmadan şampiyon sayılmazsınız. Ama Liverpool’un gösterdiği
inanılmaz direnç ve yeniden ayağa kalkış, skoru 3-3’e taşımış, penaltılarla
gülen taraf Liverpool olmuştu.
‘Will’, küçük bir çocuğun gözünden anlatılan futbol sevdasına
odaklanmış bir film. Oysa bu topraklarda futbol sevdanın ötesinde adeta bir
din.
Hepimizin tadına doyamadığı onlarca şey var, gerek geçmişte kalan, gerekse yaşadığı anda kalan. Genellikle çocuklukta görülen, yapılan, izlenen, yenen şeyleri büyüyüp de bulamamak, ulaşamamak, hatırlayıp iç geçirmektir hepimize koyan. Benim içinse filmde de geçen “You’ll Never Walk Alone” şarkısı bu olan bir takımın taraftarı da, İstanbul ’a yalnız gelemezdi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.