İlk tanışmamız kısa ve olaysızdı. Ve dolaysızdı. Herhalde
2005-2008 aralığındaki Roland Garros şampiyonluklarından birinde, hakkında
yazılan tumturaklı cümlelere rastlamıştım. Beni çarpan ya da oyunu yorumlama
konusunda yol gösterici olabileceğini düşündüren yazılar değildi bunlar. Bir
daha da okumadım, okuduysam da tanımadım, tanıdıysam da tanımazdan geldim.
Rafael Nadal’ı ilk tanımam toprağa koyduğu hegemonya ile başlayacaktı. Ama siz
buna aldanmayın. Daha eskiye dayanan güç gösterileri de yok değil. Sonra dedim
ki bu toğrağın cazibesi, popülaritesi nereden geliyor derken kendimi Google’a tıklarken buldum.
Tenis henüz halka inememiş, Wingfield setleri Fransa’ya
ulaşmış, bazı küçük kulüpler kurulmaya başlamış ama genelde elitlerin oynadığı
bir spor dalına evrilmişti.
Fransızlar hâlâ “Jeu de Paume” (Fransa kökenli
bir top ve mahkeme oyunu) köklerine dayansa ve birçok spor dalı gibi tenisin de
kendilerine ait olduğunu tekrarlasa da artık bu yeni spor Britanya’dan yükselip
Yeni Dünyayı da etkisi altına almaktaydı. Tabii konu İngiltere ile Fransa
arasında tenis kapışması değil, ne yazık ki sömürgecilik faaliyeti minvalinde
bir önemdi.
Kim hangi sporu icat etti tartışmaları ve sporun
emperyalist faaliyetlerin bir aracı olması devam ederken Fransa bir atak yaptı.
Savaştan sonra tenisi Fransa’da yükselten bir sporcu grubu 1920 ortalarından 1930 ortalarına kadar fırtına gibi estirecekti. Onları "Dört Silahşörler" olarak tanısak da çok daha fazlasıydılar. Şöhret, spor ve Fransız kültürünü damarlarında görmemek işten bile değil.
Henry Cochet, Jacques Brugnon, Rene Lacoste, Jean Borotra
bu harikulade muhteşem dörtlü on yıl kadar Avrupa’da Fransa tenisinin zirveye
oturmasını sağladı fakat çok daha önemlisi 80 yıl boyunca Fransa tenisine rol
modellik yaptılar, bir derinlik oluşturdular ve yeni nesillere yön verdiler.
Fransa Davis Cup takımının temelini attılar; 1927 yılında
kendi ülkesinde ABD takımını mağlup edip şampiyonluğu Fransa’ya getirdiler. Bu
müthiş başarı Fransa’ya tenis adına önemli kararlar aldırdı ve sonuçta
1928’de Stade Roland Garros inşa edildi. Dört Silahşörler 1933 yılına
kadar Fransa’ya Davis Cup şampiyonluğu kazandırmayı borç bilmişlerdi.
Ve kaçıncı yüzyıla gelirsek gelelim hiç bitmeyen
sömürgecilik anlayışı; Fransa, İngiltere ve ABD’nin kendi sömürgelerini elde
tutma ve ekonomik olarak güç savaşı verdiği yıllarda Dört Silahşörler de göreve
çıkacaktı. Bir nevi bu dört sporcunun popülaritesini kullanmaya başlayacaklardı.
1928 yılında Borotra ve Brugnon Güney Amerika, ABD,
Tahiti, Yeni Zelanda, Avustralya ve İngiltere; 1930 yılında Cochet ve Brugnon
Japonya, Çin, Hindistan ve Mısır’da tura çıkacaklardı.
Dört Silahşörler, Fransız kültürünü yeni bölgelerde
tanıtmak amacıyla yola çıksalar da, elbette bireysel hikâyeleri de ilgi
çekiciydi.
Orta sınıf ailelerin çocukları olarak Fransa elitlerinin
tekelinde olan bir sporda 1920’lerde yükselip söz sahibi olma başarısı
göstermişlerdi.
Aristokrat üye profilinde yarışmacı karakter görülmediği
halde orta ve alt sınıf ailelerin çocukları teniste bir gelecek ve kurtuluş
görmüş, federasyonun da bu sosyal yapıyı iyi kullanması ve desteklemesiyle
yarışmacı sporcu patlaması yaşanmıştı. Teniste dünyada söz sahibi olmasını
sağlamış ve şimdilerde tenisin mabedi dediğimiz Roland Garros turnuvasıyla
Stade Roland Garros’u spor dünyasına kazandıracaklardı.
Özetle; Roland Garros tıkır tıkır ve seyirci sessiz.
Teşekkürler, Dört Silahşörler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.