Onu genelde sahada yaptıkları, sayıları, asistleri, Malone
ile olan uyumuyla takdir ediyoruz. Ancak o her şeyden önce sahada değil,
hayatta üstlendiği rol ve gösterdiği çaba ile kalabalıktan ayrılıyor.
Bu denli oynadığı oyununa perestiş olmuş sporcuları izlerken
keyif alsam da, neden spor izliyoruz? Malum sebeplerden ötürü fazlasıyla
kendimizle içli dışlı olduğumuz şu günlerde bu sorunun denk gelme oranı müthiş
yüksek.
Çok kaybetmişizdir ve kazanmışızdır ki, bir zaman
nihayet, amacın yenmek olmadığına uyanmışızdır. Elbette ki kazanmak bu işin
sadece bir getir götürcüsü ve şart değildi. Yenilince basketbol uçup gitmez,
bazı taraftarlar dışında… Bir mağlubiyet kaydedilmiştir, hepsi bu… topla pota
ordadır hâlâ.
Siz hiç, yıllarca basketbol oynayıp da, batı yakası bir
yana doğu yakası derken, son hadde de şampiyonluk kazanmamış birini tanıyor
musunuz? Açıkçası bilmiyoruz, varsa da herhalde bunun bir ayrıcalık olduğunun
farkındadır, kıymetini de biliyordur. Kıymetini biliyor mu, cevap John Stockton’da.
Hikayesi her ne kadar Utah Jazz tarafından 1984 yılında (bu
tarihin hiç kuşku yok ki en önemli özelliği Michael Jordan’ın Chicago Bulls
tarafından draft edilmesi) 16. sırada draft edilip takıma dahil olsa da, bir
sonraki yıl Karl Malone, Utah tarafından seçilince tüm zamanların en iyi
ikililerinden biri oluşmuş oldu.
18 yıl boyunca beraber oynadılar ve NBA'de en yararlı
uzun-kısa ikilisini oluşturdular. Ayrıca bu ikili 1412 normal sezon maçı
oynayarak bir rekora imza attılar.
Karl Malone ve John Stockton ikilisi 1997 ve 1998
sezonlarında NBA finallerine ulaşmayı başardılar ancak iki seferde de Michael
Jordan önderliğindeki Chicago Bulls'a takıldılar. Hikayenin en çekici ve
dramatik tarafı bu nokta da beş faul gösteriyor. Jordan tarafından her seferinde
oyun dışı kalan bu ikili en kazançlı kaybedenlerdi. Bu işin ironik kısmını bir
kenara koyalım. Aynı zamanda 657'ye bağlı klasik memur gibi Stockton kariyerinin
19 yılını bir başka deyişle tamamını Utah Jazz'de geçirdi. Bu durum da John
Stockton’u kariyeri boyunca hiç şampiyonluk kazanamamış en iyi oyuncular
listesine layıkıyla girmeyi hak ettiriyor.
NBA Finalleri görmek, Dream Team’in bir parçası olmak ki,
Stockton bu takımla 1992 Barcelona Olimpiyatları'nda altın madalya kazanmak,
1996 Atlanta Olimpiyatları’nda en değerli oyuncu seçilmek... Geldik bile,
asistler sırada, NBA heyacanı 1984'te başladı, 10 kez All-Star seçilme heyecanı o
kadar da uzağında olmadığını gösterdi, daha sonra büyük pasta, o şampiyonluk
bir türlü gelecek derken, uğramadı. Uğrayamadı! Uğratmadı(lar)! Bir basketbolcu
için bundan daha güzel 19 yıl olamaz değil mi? Kazanmak, kaybetmek, sevinmek,
üzülmek için…
Hayır sanırım, pek öyle olmayacak. O ukde hep kalacak.
Jordan’ın şampiyonluk alışkanlığı, Stockton’ı hayallerine son verdi.
Aslında Stockton’u kaybederken kazanan olarak anmak
boynumuzun borcu olacak. Aynı zamanda takımına en sadakatli oyuncusu olarak
2003 yılında 12 numaralı formasıyla beraber mütemadiyen emekliliğini açıklaması
da…
Bu denli oynadığı oyununa perestiş olmuş sporcuları
izlerken keyif almak varken, neden spor izliyoruz sorusuna ustalıkla cevap
vermiş bulunuyorum. Şimdi beni rahat bırakın, şunu gerçekten izlemek istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.