1 Mayıs 2020 Cuma

Kaybederken Kazanmak

John Stockton, pek o bildiğiniz oyunculardan değil. Oyuncuları bırakın, Stockton pek o bildiğiniz insanlardan değil. Onun hikayesi, zorluklara karşı gülümseyerek yanıt verme, yaptığı işi, yaşadığı hayatın hakkını verme hikayesi. Hepimizin peşinde koştuğu ama bir türlü formülünü bulamadığı hayattan keyif alma ve mutlu olma formülünü bulmuş biri. “Yapabileceğinin en iyisini yap, elindekilerin değerini bil ve onlardan keyif al.” Söylemesi kolay, uygulaması zor bir reçete.
Onu genelde sahada yaptıkları, sayıları, asistleri, Malone ile olan uyumuyla takdir ediyoruz. Ancak o her şeyden önce sahada değil, hayatta üstlendiği rol ve gösterdiği çaba ile kalabalıktan ayrılıyor.

Bu denli oynadığı oyununa perestiş olmuş sporcuları izlerken keyif alsam da, neden spor izliyoruz? Malum sebeplerden ötürü fazlasıyla kendimizle içli dışlı olduğumuz şu günlerde bu sorunun denk gelme oranı müthiş yüksek.
Çok kaybetmişizdir ve kazanmışızdır ki, bir zaman nihayet, amacın yenmek olmadığına uyanmışızdır. Elbette ki kazanmak bu işin sadece bir getir götürcüsü ve şart değildi. Yenilince basketbol uçup gitmez, bazı taraftarlar dışında… Bir mağlubiyet kaydedilmiştir, hepsi bu… topla pota ordadır hâlâ.

Siz hiç, yıllarca basketbol oynayıp da, batı yakası bir yana doğu yakası derken, son hadde de şampiyonluk kazanmamış birini tanıyor musunuz? Açıkçası bilmiyoruz, varsa da herhalde bunun bir ayrıcalık olduğunun farkındadır, kıymetini de biliyordur. Kıymetini biliyor mu, cevap John Stockton’da.
Hikayesi her ne kadar Utah Jazz tarafından 1984 yılında (bu tarihin hiç kuşku yok ki en önemli özelliği Michael Jordan’ın Chicago Bulls tarafından draft edilmesi) 16. sırada draft edilip takıma dahil olsa da, bir sonraki yıl Karl Malone, Utah tarafından seçilince tüm zamanların en iyi ikililerinden biri oluşmuş oldu.
18 yıl boyunca beraber oynadılar ve NBA'de en yararlı uzun-kısa ikilisini oluşturdular. Ayrıca bu ikili 1412 normal sezon maçı oynayarak bir rekora imza attılar.




Karl Malone ve John Stockton ikilisi 1997 ve 1998 sezonlarında NBA finallerine ulaşmayı başardılar ancak iki seferde de Michael Jordan önderliğindeki Chicago Bulls'a takıldılar. Hikayenin en çekici ve dramatik tarafı bu nokta da beş faul gösteriyor. Jordan tarafından her seferinde oyun dışı kalan bu ikili en kazançlı kaybedenlerdi. Bu işin ironik kısmını bir kenara koyalım. Aynı zamanda 657'ye bağlı klasik memur gibi Stockton kariyerinin 19 yılını bir başka deyişle tamamını Utah Jazz'de geçirdi. Bu durum da John Stockton’u kariyeri boyunca hiç şampiyonluk kazanamamış en iyi oyuncular listesine layıkıyla girmeyi hak ettiriyor.

NBA Finalleri görmek, Dream Team’in bir parçası olmak ki, Stockton bu takımla 1992 Barcelona Olimpiyatları'nda altın madalya kazanmak, 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda en değerli oyuncu seçilmek... Geldik bile, asistler sırada, NBA heyacanı 1984'te başladı, 10 kez All-Star seçilme heyecanı o kadar da uzağında olmadığını gösterdi, daha sonra büyük pasta, o şampiyonluk bir türlü gelecek derken, uğramadı. Uğrayamadı! Uğratmadı(lar)! Bir basketbolcu için bundan daha güzel 19 yıl olamaz değil mi? Kazanmak, kaybetmek, sevinmek, üzülmek için…

Hayır sanırım, pek öyle olmayacak. O ukde hep kalacak. Jordan’ın şampiyonluk alışkanlığı, Stockton’ı hayallerine son verdi.
Aslında Stockton’u kaybederken kazanan olarak anmak boynumuzun borcu olacak. Aynı zamanda takımına en sadakatli oyuncusu olarak 2003 yılında 12 numaralı formasıyla beraber mütemadiyen emekliliğini açıklaması da…
Bu denli oynadığı oyununa perestiş olmuş sporcuları izlerken keyif almak varken, neden spor izliyoruz sorusuna ustalıkla cevap vermiş bulunuyorum. Şimdi beni rahat bırakın, şunu gerçekten izlemek istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.