Her dönem; kısa veya uzun soluklu olabilir...Sporu domine eden sporcularla dolup taşar. Asıl mühim olan da emekli olsalar da halen daha bu isimleri konuşuyor olmamız. Futbolda Raul, Zidane, Beckham gibi yıldızları yakın zamanda performanslarıyla maçtan maça, kupalardan şampiyonluklara koşarken yerini Roanldo, Messi... gibi futbol ustaları aldı. Keza basketbolda da Jordan, Iverson, KAJ, Kobe (ki hala izleme şansı varken) basketbolu/NBA dünyaca popüler olmasını sağlayan emekçiler şimdiler de, Lebron, Curry ikilisine bıraktı.
Son zamanlarda Djokovic, Nadal, Murray ve Federer dörtlüsünün dominasyonu tenise her kesimin yakınlaşmasını destekleyenlerden. Burada Federer'e parantez açmakta yarar var. Aksi takdirde haksızlık olacak. Pete Sampras'ın kırılma noktası 1990-2005 yıllarını kasıp kavuran bir tenis dahisiyken, Federer tarafından bıçak gibi kesen ekselansları devreye girdi. Ancak ya Federer öncesi...
Andre Agassi ile kupaları paylaşılan yıllar! Tatlı çekişme, rekabet ve bir dönemin tenisi izleyenler listesinde başı çekiyorlar. 14 Grand Slam kazanmış, erkeklerde bir rekora imza atmıştı... Ta ki Federer 17 Grand Slam ile çıkıp gelene kadar. Henüz yanına yaklaşabilen de olmadı; tenise devam ettiğini de düşününce, rekorunu yineleyebilir.
Teniste işler karışık! McEnroe'nin öfkeyle fırlattığı raketleri, Connors'ın kan ve ter içindeki halleri Pete'in (Pistol) tenis sahalarına olan hakimiyetini özetliyordu. Bilhassa Wimbledon'daki 7 zafer sevinci; çim kortun gücüne servisleriyle karşı geliyordu. Buna 4 Amerika Açık ve 3 Avustralya Açık ekleyince dikkatler onun üzerinde.
Çıtayı yükseltmiş, seyircilerin Sampras'tan beklentilerini arttırmıştı. Dönemine göre futbolun, basketbolun hegomanyasına karşı gelmiş, tenisi yukarılara taşımış. Şimdi Pete Sampras'a büyük bir teşekkürü borç bilirim. Bir eksik dışında. Her tenisçinin baş belası (Nadal hariç) Roland Garros'taki engellerine (çeyrek final, yarı final) rağmen bir türlü yüzü gülmedi. Toprak zemin hiçbir tenisçiye söz geçirmeye izin vermiyor.
Dünyayı sarsan yeni tenis yıldızı Djokovic'te dahil.
"Tennis is life; 14-15 yaşındaki gencin tişörtünde böyle yazıyordu... Tercümesi, tenis hayattır... Ne futbola ne voleybola ne de basketbola... Çünkü tenis spor değil, yaşam biçimidir... İşinizi, toplantınızı, akşam yemeklerinizi, uykunuzu hep ona göre ayarlarsınız... Siz onu yönlendiremezsiniz o sizi yönlendirir...Öncelik hep onundur..
Hadi biraz daha açık konuşalım..Tenis aslında kadın gibidir... Hep ilgi ister, şefkat ister, sevgi ister... İlgisizliği hiç affetmez...Aslında nankördür... Sizin onu bıraktığınız gün onun da sizi bırakacağını bildiğiniz için kopamazsınız... Korkarsınız...Terk edilmeyi kabullenemezsiniz... Zaten tenis tutkunları, kabullenemeyenlerdir.
Peki bu bir eş midir, sevgili midir, metres midir..? Aslında hepsidir çünkü o size tercih hakkı tanımaz.. Biliyorum...! Kiminiz bu sevgili, eş, metres ayrımına takılacak ama olsun. Bu ayrı bir yazı konusu. Anlatmak istediğimi, tenise gönül verenler çok iyi anlar! Gönül işlerini bir kenara bırakalım, dönelim tenise.
Bir rakiple oynadığınız ama karşınızda rakip varken kendinizle mücadele ettiğiniz tek spor dalı tenistir. Korttaki hareketleriniz, oyun biçiminiz, agresif davranışlarınız aslında özel yaşamınızdan kesitlerdir. Gidin herhangi bir kulübe iki amatör oyuncuyu bu gözle seyredin. Onların karakterlerini hatta ne iş yaptıklarını bile tahmin edebilirsiniz.Diyelim ki file önündesiniz rakibiniz bu köşeye sıkışmış, top yumuşak ve istediğinizi yapacak seviyede...
Ne yaparsınız? O anda akıl mı öndedir yoksa hırs mı? Yani topu filenin önüne mi bırakırsınız smaç mı vurursunuz? O anda doğru olan nedir, rakibi sinirlendirecek, sizin duygularınıza gem vuracak olan nedir?İşte verdiğiniz o karar, sizin karakterinizi ortaya çıkarır.
Bir başka ayrıntı... Tenis sevgi istediği kadar disiplin de ister. Bu yüzden en iyi amatör tenisçiler hep doktorlardır... Öyle dahiliyeciler falan değil kardiyologlar, nörologlardır... Yani kalple, beyinle uğraşanlardır.
Hele onlar cerrahsa yandınız demektir..Onlar öyle bir disiplin içinde oynarlar ki, en ufak bir dalgınlığınızın karşılığında yenilgi kaçınılmazdır. Çünkü küçücük bir top yaşamınızın o kesitini esir alır. Beyninizle, yüreğinizle tüm organlarınızla o topa kitlenemezseniz tenis oynayamazsınız. Yani maksimum konsantrasyon ister."(Bu yazı tennisman.blogcu.com'dan alınmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.