5 Ağustos 2020 Çarşamba

Güney Amerikalı Zarafet


Güney Amerika Ligi’nin çok sevdiğim bir yanı var. Açılışa üç-beş ay kala Avrupa liglerinin tahmini olarak zirve yapan, kapanıştan bir-iki ay sonrasına kadar da devam eden bir “katıksız insan hikayesi” döngüsü ortaya çıkıyor zira futbolun acı çektiği şu dönemlerde yeni yeni arayışlara sürüklenmiyor da değiliz. Bilhassa internet ve sosyal medyanın dünyayı böylesine küçülttüğü, bilgi akışını bluetooth kulaklıklarla oynanan global bir kulaktan kulağa oyununa dönüştürdüğü bu çağda bu döngünün kendini çok daha fazla hissettirmeye başladığını söylemek mümkün.

Futbolu en başta neden bu kadar sevdiğimizi, onun aslında ne demek olduğunu unutmak, oyunun sonuca endekslendiği, her şeyin cayır cayır endüstriyelleştiği şu günümüz dünyasında maalesef hepimizin, bağışıklık sistemi en güçlü sporseverin dahi ara ara yakalandığı bir maraz. Bereket, Güney Amerika ülkeleri güçlü antioksidan gelip bünyeleri şöyle bir iç-dış yıkamadan geçiriyor da kendimize geliyoruz. Bu mefhuma en güzel ve en taze örneklerden biri hatırlatmayı kendime borç bilirim. Esasında pek taze sayılmaz ama şimdi bile o etkiyi verebiliyor.

Boca Juniors 3 Nisan 1905’te 1 İrlandalı, 2 İtalyan ve 3 Arjantinli genç tarafından Buenos Aires’in La Boca semtinde kurulur. Bu 6 genç o zamanlar İngiliz demir yolları tarafından Arjantin’de inşa edilmekte olan istasyonda çalışan işçilerdir. Birçok kulüp hala bu geleneğini devam ettirmekle beraber bazı kulüpler endüstriyel futbola ayak uydurmuş halde.
Takımın ilk renkleri pembe, siyah ve beyazdır. Ancak 1906 yılında Boca, aynı renklere sahip bir başka takımla karşılaşınca, takımın renklerinin değişmesine karar verilir. Ülkedeki krallık rejimine karşı veya iki işçi sınıfı arasındaki çatışmadan kurulan ya da seslerini daha iyi duyurmak isteyenlerin kurduğu takımlardan misal halen daha ayakta kalmayı başaran Boca Juniors idealist bir yaklaşımla günümüzde de seslerini duyuranlardan!




Genç patronlar uzlaşmacı tavır sergileyerek, kulübün yeni renklerini belirlemek konusunda anlaşamayınca La Boca limanına yanaşacak ilk geminin üzerinde bulunan renkleri kullanmaya karar verirler. Yanaşan ilk gemi bir İsveç gemisidir ve kulübün renkleri de dolayısıyla sarı ve mavi olarak belirlenir.
Bir şekilde karşılaştıkları güçlükleri de bertaraf eden o dönemlerin sürreel, gelecek yılların bileği bükülmeyen takımı haline evrilen Boca, Güney Amerika’da varlığını hissetirdi. Bu his diğer kıtalarada taşacaktı. Zorluklarla mücedele Güney’in fıtratının olmazsa olmazıydı. Şampiyonluklar mesela; işkence gibi geçen yılların ardından bunun muhteşem olduğu kesin. Fakat bu kez de işin maddi boyutu karşılarına dikilmiş olacaktı.

Maddi boyut ve bilinirlik…. Çoğu kişinin dahi bugüne kadar neden sözlükte böyle bi başlık, takımın daha fazla haberinin olmadığının kanıtı belki de, Brezilyadan bir futbol kulübü sandığımız Arjantin futbol kulübü... Malumunuz bir de Maradona’nın eski takımlarından...
1981-1982 sezonunda 40 maçta 28 gol atarak sıradan istatistiğini gerçekleştirmedi sadece ilk kez lig şampiyonluğu başarısı ile Avrupa’ya açılan kapısı olacaktı. Boca hem takımının hem de altyapının önüne açmayı “zorunlu” bir ders olarak belirleyecekti.

Kazanmak ve başarmak algısının kupalara, madalyalara, galibiyetlere tekabül etmesinin gerekmediğini hepimize bir kez daha gösterip “kabımızı” almaya şimdiden başlıyor işte Güney Amerikalı zarafet.
Eh, son yıllarda futbol menşeli yaşanan zihinsel korozyon sonrası bizlere de böyle bir bahar temizliği gerekiyordu zaten… Sezarın hakkı Sezara!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.