30 Mayıs 2019 Perşembe

Foro Italico


Roma; tarih, sanat, aşk, spor… Bir dakika ilk üçüne çok aşinayız da sondakine ne oluyor! İtalya denildi mi olmazsa olmaz. Elbette ki temelde beslendiği futbol lakin çim sahalar tek başına yeterli değil. Buraya birazcık toprak kokusu, ekstra bireysellik gerek. Çok da can çekişmeden Foro Italico nam-ı diğer İtalya Açık Tenis Turnuvası huzurlarımızda. Üstelik 76. düzenlenen ve bol miktarda sahne ışığının bol miktarda ünlü isimlere çevrildiği özel bir yılsa…

Neden diyorum; sporcuların giderek cyborg’a dönüştüğü bir zamanda yaşıyoruz. Özellikle tenis gibi, bırakın ilk 10’u, ilk 50’ye girdiğinizde dolar milyoneri olduğunuz bir sporda artık herkes biraz daha fazlası için kendini parçalıyor. Glütensiz diyetler, hiperbarik basınç odaları, fitness hocalarına binlerce papel uçlanmak… Aklınıza gelecek ya da gelmeyecek türlü türlü şey.

Novak Djokovic’in şu ana kadar yazdığı ilk ve tek kitap “Serve to Win”in alt başlığı “Fiziksel ve zihinsel mükemmellik için Novak Djokovic ile 14 günlük glütensiz diyet”. Kısacası, 2000’lerin başıyla birlikte teniste mesele ağır biçimde fiziksel hale gelmiş durumda ve bunun doğal sonucu olarak artık daha en başta gürbüz, güçlü ve uzun çocuklar seçiliyor. Onlar burs alıyor, onlar sponsor buluyor, haliyle onlar başarılı oluyor. Şu anda WTA Tur’da çok büyük oranda “Çağla Şikel tarzı, böyle at… Yani böyle vücut olarak… Yapısı olarak… Upuzun bacaklar, dipdiri…” oyuncuların olması tesadüf değil.




İşte konu bunlar olunca İtalya şıklığı ile birleşen tenis Roma’da buluşuyor. Dünyanın en ünlü tenis yıldızlarının yarıştığı BNL Uluslararası Tenis Turnuvası 6 Mayıs’ta başlayıp 18 Mayıs’ta şampiyona şapka çıkardık. Dünyanın en ünlü tenis yıldızlarının mücadele ettiği İtalya Açık Tenis Turnuvası.
Bu seneki organizasyonda 9. kez şampiyon olarak rekor hedefleyen Rafael Nadal ve daha önce Foro Italico’da dört kez zafere uzanan Novak Djokovic korta çıktı. 23 Grand Slam şampiyonluğu bulunan Serena Williams ve İtalyan tenisçi Sara Errani gibi tenisçiler de turnuvada boy gösterdi. 

Hadi biraz temele inelim. İtalya tenis şampiyonası ilk kez 1930'da Milano'da Tenis Kulübü'nde yapıldı ve Kont Alberto Bonacossa tarafından başlatıldı. Turnuvayı ilk kez Bill Tilden ve Lilí de Álvarez kazandı. Bundan 5 yıl sonrada, 1935’de, Roma'daki Foro Italico'ya taşındı ve ne olduysa bu 15 yıllık zamanda turnuva ara verdi. 1950'de yeniden başlamış oldu.
İtalyan Açık 1969'da profesyonel oyunculara " açık " unvanı altında oynatılarak devam dedi. 1970 ve 1989 yılları arasında Grand Prix Tenis Turu'nun önde gelen bir turnuvasıydı ve Grand Prix Süper Serisi'nin en üst düzey etkinliklerinin bir parçası olmayı başardı.

Ama en başında demiştim tarih, sanat, aşk ve spor bir araya gelince ortaya muazzam bir Roma turnuvası çıkıyor. Ee bir de Nadal gibi isimler toprak zeminde esiyorsa, Roma’da daha çok bahsi geçilecek gibi duruyor.

22 Mayıs 2019 Çarşamba

Sen Neymişsin Be Kawhi!

Konu NBA, konuk Kawhi Leonard, takım Toronto Raptors… hadi koltuklarınıza rahat bir şekilde yaslanın ve şu adama farklı bir gözle bakmanın garantisi içinde okuyun.
2017-18 sezonunun tamamını sakatlıklarla geçirdi, Kawhi’nin devri bitti mi acaba derken öyle bir pro performansı gösteriyor ki alkışlamak gerekiyor. 2 uzatmaya giden maçın son uzatmasında sakat sakat öyle bir performans gösteriyor ki ağzım açık şekilde izliyorum kendisini. Bir de şansı vardı aslında, Giannis’in 2. uzatmanın ilk dakikasında faul sebebiyle oyun dışı kalması da maçı ve maçın adamını Toronto’ya kaydıran bir diğer etken.

Sadece şu playofflar boyunca yaptıklarından iki tane film, sayısız da belgesel çekilir. Şu meşhur maç… yedinci maçın son saniyesinde maç kazandıran şut, sakat ayağıyla 52 dakika oynadığı maçın ikinci uzatmasında maçı tek başına kazandırması... 
“İnan Özdemir kawhi için, basketbol en fazla bu seviyede oynanabilir, dedi. Kaan Kural ben katılmıyorum, dedi. İnan Özdemir de ''sen daha fazlası olabilir mi diyorsun?'' diye sordu. Kaan kural'ın cevabı; ''ben bu kadar olmamalı diyorum.''

Kawhi Leonard göründüğünden çok daha farklı biri. Hayat hikayesi ise yürekleri burkan cinsten.
18 Ocak 2008 tarihinde, Leonard’ın babası, Mark Leonard, sahibi olduğu Compton oto yıkamacısında kimliği belli olmayan kişiler tarafından silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Babası öldürüldüğünde henüz 16 yaşındaydı. Yaşanan bu acı olayın ardından saldırıyı düzenleyenler bulunamadı ve faili mechul bir cinayet olarak konu kapandı.




Babasının ölümünden bir gün sonra lise maçında 17 sayı 4 asist ve 2 ribaunt ile mücadele eden Leonard, maç sonu verdiği demeçte; ” Basketbol benim hayatım. Sahaya çıkıp bu trajediyi unutmak istiyorum. Çok üzücü, babam eğer yaşasaydı burada beni izleyenler arasında olacaktı ” demişti. Hayatında duygusallığa yer bulundurmayan Leonard’ın tek hedefi daha güçlü ve başarılı olmak.
Lisedeyken koçları onu geceleri bile şut atarken sık sık gördüklerini söylüyorlar. Eksik olduğu yönlerini görüp ekstra antremanlarla sıkı çalışan ve oyunun her iki yönünde de etkili olmak için elinden geleni yapan Kawhi, tarflı tarafsız herkesi hayran bırakıyordu.

Leonard 2011 NBA Draft’ında 10. sıradan Indiana Pacers tarafından seçildi, fakat o gece San Antonio Spurs takımına George Hill karşılığında takas edildi ve NBA En İyi Çaylak Beşine girdi.
Spurs, 2012-2013 sezonunda finallere çıkmayı başarıp, Miami Heat ile karşılaşmıştı. Heat’in 4-3 kazandığı final serisinde “en değerli oyuncusu” seçilecekti. Leonard, Magic Johnson ve Tim Duncan’dan sonra bu ödülü kazanan en genç üçüncü oyuncu olmacaktı.


Toronto o olmasa elenmişti orası kesin. Normal sezon ve playoff sezonu bu kadar farklı takım az bulunur. Muhtemelen Kawhi'ı bu seneye kadar izlemeyen insanları toplamış superstar…  Sıradaki parça Toronto Raptors taraftarından kendisine gelsin; sen neymişsin be Kawhi!


16 Mayıs 2019 Perşembe


Futbolun Katedrali olarak adlandırılan San Mames Stadyumu’nun isminin, bir zamanlar Türkiye’de yaşamış bir azizden esinlenildiğini biliyor muydunuz? Cevap, elbette ki kişisel… O zaman söz mecliste.
“Athletic Bilbao bir futbol kulübünden fazlası. Tarif edilemez, mantıklı bir açıklaması bulunamaz bir duygu gibi.” Bu sözler, kulübün 10’uncu başkanı Jose Maria Arrate tarafından kulübün anı defterine yazılmış sözlerinden bir küçük alıntı.

İspanya’nın dünya futbolunu domine ettiği ve yalnızca Real Madrid ve Barcelona’nın adının anıldığı bu dönemde, Athletic Bilbao gibi köklü bir kulübün varlığı göz ardı edilmeye devam ediliyor. Şu sıralar La Liga’da eski günlerini arayan orta sıradaki “herhangi bir takım gibi” bulunan ve kötü bir gidişat sergileyen Bask takımı, yakın geçmişe kadar hatrısayılır başarılara imza atmış ve tarihinde de büyük başarılar yakalamıştı. Yalnızca Bask Bölgesi’nden çıkan oyuncuları renklerine bağlamasıyla nâm salmış Athletic Bilbao, belki de bu prensibi sayesinde Real Madrid ve Barcelona dışında La Liga’dan düşmeyen tek takım olmayı başardı.

Bilbao şehrinde 1903 yılında kurulan Athletic Club, hem tarihi, hem coğrafyası ve taraftarlarıyla olan bağı hem de stadyumu ile oldukça ünlü ve fazlasıyla enteresan futbol kulübü. Stadyumun isminin yanı sıra, takımın “Aslanlar” lakabı da aslında aynı kişiden geliyor; Çok tanıdık gelmeye başladı, sanki dilinizin ucunda da bir türlü akıllara gelmiyor gibi… Tamam, biraz sukunet. İşte o isim, Saint Mammes.


Peki, kimdir bu Saint, yani Aziz Mammes? Efsaneye göre Mammes, o dönem Kayseri’de bulunan hükümdar tarafından sürekli işkence görür. Bir melek tarafından kurtarılan Mammes, Kayseri’de dağlarda saklanır ve orada vahşi hayvanlarla birlikte yaşar. Daha sonra tekrar Romalılar’ın eline geçer ve sirke gönderilir.
Sirkte aslanların önüne atılır. Herkes aslanların Mammes’i parçalayacağını düşünürken beklenmedik bir şey olur ve aslanlar Mammes’e itaat eder. Bunun üzerine hükümdar çılgına döner ve genç Mammes’i 3 dişli bıçakla öldürtür.

Bu hikayeyle birlikle Mammes tüm dünyada tanınır. Özellikle Bilbao kentinde oldukça fazla saygı gören San Mames adına bir de kilise açılır. İşte Athletic Bilbao’nun stadyumu da bu kilisenin yakınlarında kurulmuş ve onun adını almıştır. Athletic Bilbao’nun mücadele eden, savaşan ve hiç pes etmeyen karakteristik yapısı da San Mammes efsanesindeki aslanlardan gelir ve bu nedenle takımın lakabı ”Los Leones” yani “Aslanlar”dır.

Athletic Bilbao’nun azizi, zaman mefhumunu yitirmiş hayaletleriyle dünyaya fırlatılmışlığımızın hikâyesini anlatmaya devam ediyor. Ve bizde onu yeşil sahalarda izlemeye. Kısacası Bilbao’nun bize anlatmak istediği bir hikayesi var, futbol içerikli olsa da…

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Bildiğiniz Hollandalılar

Hugo Grotius’a göre devlet, insan aklı ve doğası üzerine kurulmuş doğal bir kurumdur ve bireylerin doğal haklarını güvenceye almakla yükümlüdür. Halkın egemenlik hakkı vardır ama bunu yöneticiye devreder. Grotius bu görüşleriyle demokrasi fikrinin önünü açmıştır. 
Hocalarımdan biri, Grotius’un felsefesiyle ilgili ödev verdiğinde tanışmıştım Hollanda’nın bu ileridönük, toplumsal yaşam, refah bölgesi ve onun insanlarıyla.

Grotius, o kadar derin anlatmıştı ki büyük heyecanla yıllar sonra bölgeye gittiğimde üstadı daha iyi anlamıştım. Heyecanın sebebiyse bölgenin şu an en bilinen olayı ‘bisiklet yarışı’’ adlı çalışmadan başka şey değildi.
Destansı ünü Fizan’a kadar ulaşan bu bisiklet klasiği herkes için farklı anlamlar ifade eder. Zira bir kez izlediniz mi ya da bir şekilde tanık oldunuz mu ‘destansı, epik’ gibi tanımlamaları başka spor olayları için kullanmakta zorlanabilirsiniz. Şu bir gerçek Hollandalılar için “bisiklet” bir yaşam biçimi, felsefesi…

Vesselam Fabio Jakobsen, Hollanda için yeni tarih yazmaya Grotius’un demokrasi anlayışını iki teker de tekrar hatırlatmaya geliyor. Ailesi bisiklete binme konusunda hevesliydi, bu yüzden oğullarına ölümcül şekilde yaralanan Fabio Casartelli'nin adını verdiler.
2016 yılında, Jakobsen ilk kez iç yarış Slag om Norg'u kazandığında uluslararası anlamda bir ilgiyle karşılaşacaktı. Jakobsen iki arada bir derede U23'ün Hollandalı sokak şampiyonu oldu. 


Ertesi yıllarda, Tour de Normandie , Tour Alsace , Tour de l'Avenir ve Olympia'nın Turu dahil olmak üzere birçok sahnede yer aldı. Ayrıca Rund um den Finanzplatz Frankfurt-Eschborn ve Ronde van Noord-Holland'da U23 yarışını kazandı ve ikinci kez Hollanda U23 şampiyonu oldu. Bisikletçiler ise nefret eder ya da tutkuyla bağlanır. Bu modern savaşçı acı dolu saatlerin ardından ertesi yıl tekrar gelmek için can atar, bağlılıkları tutkunun ötesine geçer.

Bazen ise, bir daha yarışmamak için bırakır ancak göz ucuyla da Hollanda Velodromu’ndaki finişin aktörü olmayı arzular. Çünkü nefretin içinde dahi bu ‘zorların zoru’ büyük klasik yarışta içten içe zafere ulaşamamanın verdiği derin haset yatar. Hatta Hollandalı bisikletçi Theo de Rooij bu iki duyguyu tek bir potada eritebilmiştir: “Bir hayvan gibi çalışıp uğraşıyorsun, pedal çeviriyorsun, işeyecek zaman bile bulamıyorsun, altını ıslatıyorsun, çamur, toz, toprak içinde bisiklet kullanıyorsun, sonunda kayıyorsun ve… bu yarış tamamıyla bir saçmalık” der.

Görüldüğü gibi Grotius temel hak ve özgürlüklere dayalı demokratik toplum yapısının kapılarını aralar gibi görünmektedir ama henüz yolun çok başında bulunulduğu da söylenebilir. Tıpkı gençliğinin baharında bisiklet efsanesi olma yolunda açılım yapan Fabio Jakobsen gibi…

2 Mayıs 2019 Perşembe

Charles Barkley NBA’den Geçti


Her yıl hayatımızda çok fazla şey değişmiştir eminim, ama NBA hep oradaydı. Sporlar, sanatlar, siyasetler, dağlar, bayırlar, faturalar hep geldi geçti. NBA geçmedi.
Karikatüristlerin zaman zaman başvurduğu bir yöntem vardır. O hafta aklına bir konu gelmezse, aklına konu gelmemesiyle ilgili bir karikatür çizer ve işin içinden çıkarlar. Karikatürde de aynı gerçek hayatta olduğu gibi aklına konu gelmez ve son gün aklına konu gelmediği bir karikatür çizer. Bu şekilde sonsuza kadar gidilebileceğini herkes anladıysa kesiyorum.

Ben bu yöntemi kullanmayacağım tabi. Derinlemesine inceleyecek spesifik bir durum, ya da detaylı anlatacak güzel bir hikaye bulamadığım doğrudur. Ancak konu bulamamakla ilgili yazıp NBA geri sayımına koyacak halim de yok.  Bir yerlerden girmek lazım. Yeni sezona mı baksak mesela? Nostaljiyle devam edip alakasız bir şeyle de bitiririz. Sonra araştırmayı derinleştirince bilin bakalım kim karşıladı beni Charles Barkley. NBA’de şampiyonluk yaşayamayan yıldızlardan…

NBA tarihinin en büyük pasörlerinden bir olan Barkley, sayı ve asist konusunda uzmandı. 1986'dan 1996'ya kadar süren kariyerinde Barkley, %54,1 oranında saha içi isabeti yaparken 24.7 sayı, 11.8 ribaunt ve 4.2 asist ortalamaları yaptı. Ayrıca, MVP ödülünü kazanıp şampiyonluk yüzüğünü takamayan 4 oyuncudan biri…




1992 ve 1996'da altın madalya kazanan, Dream Team kadrolarında yer alan Barkley, 2006'da Basketball Hall of Fame'e alındı.
Güçlü yapısıyla ve kuvvetiyle NBA'in en güçlü ribaunt alan oyuncularından birisi olmuştur. Çok yönlü bir oyun yapısına sahipti. Sayıları, oyun kurması ve savunması ile ön plana çıkıyordu. 2000 yılında emekli olduğunda, 20.000 sayı, 10.000 ribaunt ve 4.000 asist barajlarını aşan 4. basketbolcu olarak NBA tarihine geçecekti.

Kaderin cilvesine gelin ki, fazlasıyla finali görüp sadece yakınından geçmeyi başaran nadir oyuncu Barkley… Philadelphia 76ers ile 1985 yılında konferans finali oynadı, fakat finalde kaybettiler. 1993'te Phoenix Suns'a transfer olduğu ilk sezon NBA finali oynadı ancak bu sefer de Chicago Bulls'a finalde kaybetti. Son olarak Houston Rockets ile 1997'de konferans finali oynadı ve kaybettiler.
Sonuç olarak Charles Barkley de, NBA'de şampiyonluk kazanamamış en iyi oyuncular arasına adını yazdırdı.

80’li yıllarda NBA’i takip edenlerin ilk tanıştığı kahramanlardan, basketbolda yaptıklarının en önemli kanıtlarından bir tanesidir. Her yıl hayatımızda çok fazla şey değişmiştir eminim, ama NBA hep oradaydı. Sporlar, sanatlar, siyasetler, dağlar, bayırlar, faturalar hep geldi geçti. NBA geçmedi. Ve
Charles Barkley NBA’den geçti.