Oynanan futbol, yıla adaylığını koyacak onbirler veya sessiz kalan kaleciler futboldan çok gelip giden futbolcular hep konuşulmaya mahkum bırakıldı.
En büyük yıldızların beklentileri karşılayamadığı, kazanılan hep bir puanın şampiyonluk yarışında tarifsiz olduğu, maçların hakemi aldatmak için tiyatrolanan hareketlerin gölgesinde kaldığı sezondan her daim dert yanmışızdır. Ne var ki bunların aksine, futbolun ve sessizliğin alamet-i farikası olan kalecilerin nedendir bilinmez o on birin içine alamayız.
Onların tek görevi kaleyi korumaktır! Sanılanın aksine çok daha fazla fedakarlık ve zeka oyunu onların ki. Bundan tam 44 yıl önce Napoli'de oynanan İtalya-Türkiye maçında herkes gözlerini kalecilere dikmişlerdi. Kalesinde büyüyen, harikalar yaratan ve tüm gazetelerin göklerde gezdirdiği kaleciler.
Türkiye'nin kalesinde Sabri Dino, İtalya tarafında Dino Zoff ismi vardı. Bu iki kaleci arasında o kadar çok benzerlik vardı ki şaşırtıcı düzeydeydi.
Doğum tarihleri 1942 yılını göstermesi tek başına yeterli olmayacaktı. Ayakkabı numaralarından boylarına ikisinin de kaleci olması bir yana, formalarını giydikleri takımlarının dahi siyah beyaz oluşu fazlasıyla ortak noktalarıydı.
Bir yandan Juvenstus'un olmazsa olmaz oyuncusu Dino Zoff, öbür yandan Beşiktaş'ın vazgeçilmeyen eldiveniydi. Tarihler 13 Ocak 1973 yılını gösterdiğinde Napoli'de yanıyordu. Maç bittiğinde kazanan yoktu belki ama Avrupa bu iki kaleciden asla vazgeçmeyecekti.
Dino Zoff, spor kariyerini sonlandırsa da, İtalya futbolu peşini bırakmayacaktı. Öncesinde peşi sıra izleyen İtalyan takımların, sonrasında İtalya Milli takımın teknik direktörlüğünü üstlenecekti.
Aslında Zoff, hep futbolla yoğrulurken, Sabri Dino'nun yolu başka yöndeydi. Dino, tamamıyla futboldan bağımsız, tekstil sektörüne atılmış ancak işler ve ekonomi pek de iyiye gitmeyince iflas bayrağını çekmek zorunda kalmış.
Keşke böyle kalsaydı... Çünkü tüm bunlar ağır gelince yaşamına son vermeyi çözüm olarak seçmiş Sabri Dino.
Sabah erkenden kalkmış, aracına binmiş ve aracını Boğaz köprüsünde el frenini çekmişti. Ve...
Size bir soru! Kale arkasında hiç maç izlediniz mi? İzleyenler iyi bilir; ceza sahasında çokça futbolcu vardır. Kaleyi gören futbolcu da şutunu çeker.
Aslında o hengamede topu seçmek ne mümkün! Lakin sahada bir kişi "o" topu takip eder. Gole yaklaşan anda, bir el uzanır ve top ceza alanından uzaklaşır. Bu kurtarış, özetliyordur kalecinin mühimini.
30 Haziran 2017 Cuma
23 Haziran 2017 Cuma
Paranın Kol Gezdiği Parkeler; NBA
Dünyada çok hoş şeyler de var. İnsanın gözünü döndürüp,
NBA sosuna bulanmış oyuncular gibi. Hakikaten hoş şeyler yani. Ancak biz bunları
ıskalayacak kadar talihsiz sayılırız. Ya da izleyici bakımından şanslı kesimiz belki
de. Yinede ekran başında izlerken cebimiz paralarla dolmuyor. Hatta izlemek
için hem uykumuzdan hemde cebimizden de oluyoruz.
Yani, İstanbul topraklarında Pasifik saatine göre yaşayan
fazlasıyla Türk var.
Bu denli keyifle NBA maçlarını izlerken, oyuncuların bazen
aldıkları devasa paralar, reklam ve sponsor anlaşmaları dışında, nasıl oluyor da
oluyor diğer liglere göre hem kazanıp hem de denge sağlamaya çalışıyorlar.
Bu evrenselliğin kıyısında tutulmaya çalışılan “güç”
dengesiyle nasıl masaya oturuluyor? NBA’in en merak edilen konularından draft
ve maaş sistemi, tam da bu noktada devreye giriyor. Takımlarına
kazandıracakları isimleri belirlemek adına karaladıkları onlarca kağıt var
muhtemelen veya “apple” ın herhangi bir ürünü de olabilmesi cabası.
Nihai karar şampiyonun belirlendiği gece ile
kesinleşiyor. Şampiyonluğun dışındaki takımlar tam olarak nerede peki? Daha
önce benzeri görülmemiş kontratlar imzalanırken, sadece yıldız oyuncular değil,
vasat belki benchten hiç ayrılmamış bir isim dahi yıllık 10-15 milyon dolarlık
kontratlarla yıllarca kendini garanti altına alıyor.
Kadroya bile giremeyen ve değişen, basketbol değeri
azalan Thiofey Mazgoz dört yıl içinde 64 milyonu garantilemişti.
NBA tarihinin en yüksek kontratı olarak bilinen Mike
Conley’nin beş yıllık 153 milyon dolarlık bu düzeyde paraların kol gezdiği
parkelerde, bu yazıyı okurken bile imzalanıyor olabilir.
Bu dengesizliği gidermek için salary-cap devreye girecek.
Yani, takım ne kadar çok meblağda parası olursa olsun, NBA’in en iyi iki üç oyuncusunu
bulundurmasına geçit vermiyor. Yani bir nevi Real Madrid – Barcelona takımlar
gibi yıldızlar kulübüne dönüşmesine izin yok.
NBA’de mücadelenin ve sistemin çalışıyor olmasının
sebeplerinden biri de draft’tır. NCAA’de (üniversite takımları) kendilerini
ispatlayıp, NBA takımları tarafında draft yani az bilinen adıyla seçilmesidir.
Buradan yola çıkıldığında salary-cap iki işe yarıyor.
Öncelikle minimum cap sınırlarını çiziyor. Bir sezonda en az maaş seviyesi ve
diğeri ise her takımın ödeyebileceği maksimum ücreti belirliyor. Kısacası
şehirlerin egemenliğine kayıtsız kalmıyor.
Etiketler:
#champion,
#dolars,
#Muchmore,
#nba,
#salarycap
16 Haziran 2017 Cuma
Büyük Tenisçi Olacak, Belki de Çok Büyük
Artık bir konuda uzmanlaşmadan da kelimeler dökülüveriyor
ağzımızdan. Son zamanlarda mesela, ekosistemin bozulması sonucunda herkes
bilirkişi kesilmekten kaçınmadı. Mayıs- Haziran geldiğinde açması beklenen
güneş, adeta ders verir nitelikte yüzünü saklıyor. Sizin yazınızı kışa çevirdik
mesajı veren bulutlar, bu yıl Roland Garros’un haftalar öncesinden baş
konularındandı hava durumu.
Hatırlayın! Son iki üç yıldır kasvetli yağmurlar Grand
Slam maçlarını baltalamıştı. Her şey bir yana en büyük merak konusuydu. Geçen
seneye oranla daha güneşli geçen Rolan Garros’un bu yıl çok farklı sürpriz
olarak, 20 yaşındaki Jelena Ostapenko hiç kimsenin beklemediği bir isim olarak
karşımızdaydı.
Ostapenko gerçekten de rakiplerinin yaşlarına ve
tecrübelerine rağmen tenis oynuyor. Zira hızlı zeminlere çok
uygun olduğunu kanıtlarcasınaydı. En çok güvendiği backhand’i ve winner’ları
ileriye taşıyan özelliği. Bunlara tezatlık oluşturan basit hataları da bir o
kadar çoktu.
Jelena tenise sadece beş yaşındayken başlamış bir
çocukken, şimdilerde rakiplerinin arasında yine çocuksu ifadeyi koruyor.
İlk Grand Slam şampiyonluğunu toprak zeminde, Roland
Garros’ta kazanmak… Aslında bunun ilk habercisi 2015’te Wimbledon kariyerindeki
ana tabloya dahil olduğu ilk Grand Slam'di. Adım adım ilerlerken 42. sıradan Roland Garros’a katılma başarısı
gösterdi. Ve bununla da yetinmedi.
Teknik açıdan halen daha pişmeye ihtiyacı olan Ostapenko,
güç, dayanıklılık ve vazgeçmeme gibi kavramlarda başarılı olduğunu söylemek hiçte
yanlış olmayacak. Tecrübesizlik yer yer baş gösterse de farklı olduğu da kesin.
Zira, bu yılki Roland Garros erkekler finalini düşünün.
Nadal içinde başlamadan önce doğru insan yanlış zamanlama yakıştırmaları
yapılıyordu. Yinede Federer’in var olduğu her noktada adından söz ettirmeyi
başardı. Bilakis Roland Garros için toprak kortun efendisi benzetmeleri ile
hakkını verdi.
Büyük tenisçi olacak, belki de çok büyük tenisçi
cümlesini yaşına aldırmadan dünya bir numarasına zorluyor. Neden Ostapenko için
olmasın!
Benzer özelliklere de sahipler. Harika işler çıkardığı
maçın sonunda ne yoruldu, ne de hırsını kaybetti. Karşısındaki Simona Halep
tecrübesi bir yana ikinci setle beraber sağdan sola sürükledi. Tenis izleyicisi
bu tip oyuncuları çok sever. Yeri gelir sonuna kadar sömürürler. Hakkını da
verirler.
Etiketler:
#ATP,
#champion,
#grandslam,
#JelenaOstapenko,
#Latvian,
#nadal,
#RolandGarros,
#sports,
#tennis,
#wta
9 Haziran 2017 Cuma
İnançlar, Uğurlar; Spor Bunun Neresinde?
Artık bir mağlubiyet var. Poulsen’de yenildi. Herkes gibi… Her şey ne güzel de anlatılıyordu. Bir başarı hikayesine ne “set” çekebilirdi ki! Anlatmak elbette önemliydi. Zira bunları yazabilmek de… Sunay Akın'ın bir futbolcuyu yazmasını bekleyebilir misiniz? Kesinlikle. Onun her zaman şaşırtan ve merak bıraktıran sonları ile beklenmeli. Yine öyle yaptı.
1977 yılında oynanan Trabzonspor maçından sadece bir andı. Sıradan değildi. Farklı kılan ise; Poulsen’in batıl inancı, oyuncak bebeği. Ne zaman kalesinde oyuncak bebeği asılı dursa maç kaybetmeyen Poulsen vardı, karşı rakipte. Oyuncak bebeğinin, kaleye duvar ördüğünü düşünen Poulsen, yere düştüğü an kehanet zinciri ağlarını da, takımını da saracağını çok iyi bilirdi.
Bebeğin kaleye düşmesiyle golü atmıştı Trabzonspor. Ve o andan sonra Poulsen için veda turnesi hüviyetine büründü.
İnançlarımız, hayatımızın çok büyük bir yerini kaplıyor. Son yıllarda iyice kendini gösteren batıl inançlar spordan da nasibini alacaktı. Kim bilebilirdi ki dünya bir numarası Serena Williams’ın yüzlerce çıktığı maça hep aynı çorapla çıkacağını…
Burada tek kusur o çorapla kaybettiği oyunun sonunda bir daha giymediğiydi. Lakin sahada ne kadar olağanüstü bir maç oynandığını, sıradışı bir frikik golünün ya da hiç olmayacak alley-oop sayısının arkasında ne denli inançlar, saplantılar veya diğer çılgınlıkların haddi hesabı olamaz.
Aslında sınırları zorlayan tutkudur. Sporu seven, bağlanan her kimse duygusaldır. Diri tutan da bu duygu ve tutku birleşiminden başka ne olabilirdi ki! Hep kazanmak veya kazanması istenir, bazen yapılan totemler bazense “uğur” dediklerine sarılırlar. İşte bu tapılacasına isimler, akıllara durgunluk veren batıl inançlar hiyerarşisine sürüklenirler. Ne var ki; bu inançlar saplantılı bir ruh haline de dönebiliyor.
Chelsea takımının dinamosu olarak nitelendirilen Frank Lampard’ın maça giderken hep aynı müziği ve aynı yolu kullandığını bir yere not ettikten sonra, Manchester United’ın unutulmaz oyuncularından Rio Ferdinand maça çıkmadan hemen önce uğur için yüzüğüne bir bardak su dökmesine anlam vermek epey zor. Daha zorları da var elbet.
Adrian Mutu’nun atletini ters giydiği gibi mesela. İşler hastalık boyutuna ulaştığında da durmasını bilmek gerek. Zimbabwe’nin Midlans Portland Cement takımının antrenörü, futbolcularının kötü ruhlardan arınması için, timsah dolu Zambezi Nehri’ne bıraktı.
Ne yazık ki “arındıkları” nehirden bir kişi eksiktiler artık. İnançlar, uğurlar, saplantılar… spor bunun neresinde kaldı?
1977 yılında oynanan Trabzonspor maçından sadece bir andı. Sıradan değildi. Farklı kılan ise; Poulsen’in batıl inancı, oyuncak bebeği. Ne zaman kalesinde oyuncak bebeği asılı dursa maç kaybetmeyen Poulsen vardı, karşı rakipte. Oyuncak bebeğinin, kaleye duvar ördüğünü düşünen Poulsen, yere düştüğü an kehanet zinciri ağlarını da, takımını da saracağını çok iyi bilirdi.
Bebeğin kaleye düşmesiyle golü atmıştı Trabzonspor. Ve o andan sonra Poulsen için veda turnesi hüviyetine büründü.
İnançlarımız, hayatımızın çok büyük bir yerini kaplıyor. Son yıllarda iyice kendini gösteren batıl inançlar spordan da nasibini alacaktı. Kim bilebilirdi ki dünya bir numarası Serena Williams’ın yüzlerce çıktığı maça hep aynı çorapla çıkacağını…
Burada tek kusur o çorapla kaybettiği oyunun sonunda bir daha giymediğiydi. Lakin sahada ne kadar olağanüstü bir maç oynandığını, sıradışı bir frikik golünün ya da hiç olmayacak alley-oop sayısının arkasında ne denli inançlar, saplantılar veya diğer çılgınlıkların haddi hesabı olamaz.
Aslında sınırları zorlayan tutkudur. Sporu seven, bağlanan her kimse duygusaldır. Diri tutan da bu duygu ve tutku birleşiminden başka ne olabilirdi ki! Hep kazanmak veya kazanması istenir, bazen yapılan totemler bazense “uğur” dediklerine sarılırlar. İşte bu tapılacasına isimler, akıllara durgunluk veren batıl inançlar hiyerarşisine sürüklenirler. Ne var ki; bu inançlar saplantılı bir ruh haline de dönebiliyor.
Chelsea takımının dinamosu olarak nitelendirilen Frank Lampard’ın maça giderken hep aynı müziği ve aynı yolu kullandığını bir yere not ettikten sonra, Manchester United’ın unutulmaz oyuncularından Rio Ferdinand maça çıkmadan hemen önce uğur için yüzüğüne bir bardak su dökmesine anlam vermek epey zor. Daha zorları da var elbet.
Adrian Mutu’nun atletini ters giydiği gibi mesela. İşler hastalık boyutuna ulaştığında da durmasını bilmek gerek. Zimbabwe’nin Midlans Portland Cement takımının antrenörü, futbolcularının kötü ruhlardan arınması için, timsah dolu Zambezi Nehri’ne bıraktı.
Ne yazık ki “arındıkları” nehirden bir kişi eksiktiler artık. İnançlar, uğurlar, saplantılar… spor bunun neresinde kaldı?
2 Haziran 2017 Cuma
Vefa, Drogheda United
Futbolun, öncesi sonrası, sağımız solumuz bitmek
tükenmeyen sabit yazılarla doluyor. Dergiler, gazeteler, televizyonlardaki o
meşhur yorumcular stüdyolarda ağırlanacak, özel belgeseller çekilecek, internet
siteleri istatistik yarışına girecek. Ve elbette “bilgiye” doyacağız. Bu
sayılanlara, sanmayın ki tüm takımlar dahil olacak.
Şampiyonluk yarışındaki assolistlerin üzerinde flaşlar
patlayacak… Lakin aksini sandığımız durumlar futbolun yanına tatlı gelecektir.
Yani takımların güç sırasına göre değil!
Bu sıralamanın, listenin en büyük derdi şampiyonlukta değil… Bambaşka şeyler… Ada
futbolu bu konuda her daim klasını konuşturanlardan. Zira bir takım bu sayılan
tüm, teşbih-i beliğlerden sıyrılıyor.
1975 yılında kurulan Drogheda United. Kuruluş tarihi
biraz yanıltsa da çok daha epik bir geçmişe sahip. Büyük açlık döneminde
baskınlar ve hastalıkların yakasından bir türlü kurtulamayan Drogheda’daki
liman bölgesi, fazlasıyla çaresizdi. Zira, Osmanlı Padişahı tarafından içi gıda
dolu beş gemi ile yardımını esirgemedi.
O dönemde yapılan “bonkörlük” asla unutulmamış gibi.
Küçük bir teşekkür maksatlı, futbol takımların Drogheda United takımının
renklerine ay yıldızı eklediler. Aslında sadece takımın sembolü değil, liman
kentin sembolüne dönüşüverecekti. İrlanda Premier Lig’de forma terleten her bir
oyuncu, belki durum psikolojisinden ötürü, Türk takımın oynadığı hissine
kapılmanız mümkün. Bunu taçlandırdıkları 2007 yılıyla beraber ilk lig
şampiyonluklarını kazandılar.
İrlanda Lig ve FAI kupası, Satonte Kupasını müzelerine
götüreceklerdi. Hunky Dorsy Park Stadyumunda oynadıkları 2000 kişilik statta hemen
hemen her maç doluyor. İrlanda'nın nüfusu için normal karşılansa da, ülkemizde
on binlerce taraftarın dolacağı stadı yedek kulübesi dolduruyor.
Çok büyük hedefleri yok, Drogheda United’ın ancak her
zaman saygınlığıyla var oluyor. Kazansalar da kaybetseler de büyük taşkınlıklar
kopmayacak.
Söyleyecek çok bir şey yok, yıldızları, milyon dolarlık
transfer ücretleri… Taraftar, futbol sevgisi, her şey onlarda… Bir de geçmişe
duyulan vefa duygusu. Belki de her maçlarından önce de bir hikaye anlatılacak. Şimdi en başta
sorduğunuz soru; “Bir insan niye Drogheda United’ı izlemek ister?” Tüm bu
anlatılanları bulabilirsiniz ya da daha önce o yardım gemisinde büyük büyük
dedenizin de bu takım da izini bulabilirsiniz. Oynanan bu futbolun içinde çok
başka şeyler var!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)