Belgrad’da, şair bir anne ile hukukçu bir babanın oğlu olan Duşan’ın çocukluğu, altı yaş büyük ağabeyi Slobodan’ın etkisi altında geçti. Ve hikayesinin yolunu ararken ağabeyi ona el verecekti.
Almanların nadir olarak bıraktıkları alanlardan biri de karşı sokaklarındaki kulüptü. Ve onların kaçış noktasıydı. Kulübe ait açık saha, en büyük eğlenceleriydi. Oraya kaçıp boks, hentbol ve basketbol maçlarını izliyorlardı. Esasında o dönemlerde göz bebeği bokstu, Dusan Ivkovic’in. Anne Branka, çocuklarının ilgi alanlarını besleyen bir tutum izlerken, babası daha sert bir karakterdi, çocukların sporla uğraşmasından pek de haz etmiyordu. Boksu yasakladı. Basketbol ise “bütün gün topu havaya atıp durmak, maymun gibi zıplamaktı” ve mantıksızdı. Ama iki kardeşin düşüncesi aynı doğrultuda değildi.
Küçük yaştaki Ivkovic’in basketbolda en çok dikkatini çeken nokta, potanın yatay bir düzlemde olmasıydı. Futbol veya hentboldaki kalelerin aksine, basketbolda topu yatay bir hedefe göndermek için gereken özel maharet, onda özel bir ilgi uyandırmıştı. Üstelik erken yaştan itibaren sahadaki basketbolcuları izleyerek bu onuda kendi tarzı oluşturmaya başlayacaktı.
Ama Ivkovic kardeşler vazgeçmedi. Dusan, 15-25 yaşları arasında oyun kurucu olarak sahaya çıktı. Maden ve jeoloji mühendisliği okusa da mesleğini hiçbir zaman yapmadı. Zaten okumak basketbola giden bir yoldu onun için. Antrenörlüğe başladığının ertesi yılı ise babasını kaybetti. Bu olay, yaşamındaki en önemli dönüm noktası oldu.
Yugoslav basketbolunun kurucularından Aleksandar Nikoliç’in kurduğu düzen adım adım otumaya başlarken, Milli Takım 1970’te dünya şampiyonu olmuştu. Ivkovic kardeşler ülkede yükselen basketbol dalgasından hem beslendiler hem de bu dalganın devamını sağlayan isimler oldular. Radnicki’nin yükselişi bir anlamda Ivkovic’in de yükseliş biletiydi. Takımın beş oyuncusu 1973’te Avrupa şampiyonu olan Yugoslavya kadrosunda yer almakla birlikte, Dusan Ivkovic’in gençlerle kurduğu iletişimden etkilenen Partizan, onu A takım seviyesindeki ilk baş antrenörlük deneyimi için takımın başına getirdi. İlk sezonunda ligi, Yugoslavya Kupası’nı ve Koraç Kupası’nı kazandı. Artık kariyerinin ileriye gideceği belliydi. Ve bu kariyer yolculuğu onu çok başka noktaya götürecekti.
Basketbol hariç her şeye belli bir mesafeden bakmayı şiar edinmişti. Sert, sabırlı ve çalışkandı. Sürece ve zamana inanıyordu. Muhtemelen genç oyuncular üzerinde bu kadar başarılı olmasının sebebi de buydu. Kendi metodolojisine hep sadık kaldı.
1980’lerin sonundaki Yugoslavya Milli Takımı’nın kadrosunda Drazen Petrovic, Toni Kukoc, Zarko Paspalj, Stojko Vrankovic, Vlade Divac, Pregrag Danilovic ve Dino Radja gibi yıldızlar vardı ve takım Ivkoviç yönetiminde 1988’de Seul’de Olimpiyat ikincisi, 1989’da Avrupa şampiyonu, 1990’da dünya şampiyonu, 1991’de yeniden Avrupa şampiyonu oldu. Dev egoları yönetmeyi başarmıştı.
Toplamda on iki kulüp çalıştırdı; hiçbirinde üç yıldan uzun, iki yıldan kısa kalmadı. Kulüp ve milli takım kariyerinde onlarca kupa kazandı. Obradovic’ten birçok isme kadar onun tedrisatından geçti; Avrupa basketbolundaki hemen her yıldız oyuncunun ve hocanın kariyerine bir şekilde dokundu. Son olarak Anadolu Efes’in başına geçti, ama hem kendisinin hem de yöntemlerinin miadı dolmuştu. 2017 yılında FIBA Şöhretler Müzesi’ne seçildi. Emekli oldu. Her şeyin bir zamanı vardı; hayatta kestirmeler, kısa yollar yoktu. Basketboldan Ivkovic geçti.