Yeryüzünün gördüğü en büyük solak o. Yeşil sahalarda döktürmüş bir “tanrının” alameti farikasıydı. Bir nevi topa vurduğu her hamlenin sanatçısıydı. Kimilerine göre ilah, bazılarına göre aşk. Gözünden yaş döküldüğünde Boca Juniors, Napoli, Arjantin ağlamıştı; güldüğünde bir çocuk daha posterleriyle ayaktaydı. Ayağının yaptıkları sadece bir insanoğlu ile karşılaştırılabilen, eliyse Tanrı’ya atfedilen Diego Armando Maradona, 30 Ekim 1960’da doğmuştu. Kim bilir belki de gerçekten bir Tanrı vardı… Ve onu özene bezene yaratmıştı…
Argentinos Juniors aktarmalı geldiği Boca’da henüz adı sanı bilinmeyen bir Tanrı’ydı, 1984’te adımını attığı Napoli’de gelecek vaad eden Barcenolalı olarak gelmişti İtalya’ya. O kadar ki 1990 İtalya Dünya Kupası’nın yarı finalinde Arjantin ile İtalya kozlarını onun topraklarında paylaştığından sahadaki İtalyanlar Tangocular’ı desteklemişti.
Fakat insandı o. Yaşamı boyunca devam eden uyuşturucuyla olan ikili mücadelesi, skandalları… 1997’de sanatını icra etmeyi bırakan Diego’nun teknik direktörlüğü hiç başarılı olamasa da, yeryüzünün büyük bir bölümünün kalbi hâlâ onun için çarpıyordu. Çünkü o kadar gerçekti ki…
Ve ayaklarıyla çizdiği tablolar… Elbette ki, Boca ve şüphesiz Napoli’de yaşattıkları, yaptıkları, havalandırdığı ağlar ve taraftar… Ancak arada hep es geçilen bir Barcelona gerçeği de var. Nou Camp'taki ilk maçını 1982 Dünya Kupası açılışında Belçika’ya karşı oynayan Maradona beklenmedik şekilde kötü bir başlangıç yaparak karşılaşmayı izleyen Barca taraftarlarını hayal kırıklığına uğratmıştı. 2 sezon Barca forması giyen Maradona hastalık ve sakatlıklar dolayısıyla bekleneni tam anlamıyla veremedi. Maradona, kendisini 1978 Dünya Kupası kadrosuna almayan Menotti’nin takımın başına gelmesiyle Barcelona’dan ayrıldı.
…Ve malumunuz Napoli takımı ile yaptığı sözleşme hayatının ikinci dönüm noktasıydı. 188 maçta 81 gol! Gerisi tüm dünyanın tanık olduğu repeartuar. Ya da İtalya’da hep ikinci planda kalmış Napoli’ye iki lig şampiyonluğu kazandırmasını.
Onun yaşamını zirveye büyük bir tırmanışın ve ardından tepetaklak olmakla beraber ”Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu o muydu, yoksa Pele mi?” sorusu futbolseverlerin merak konusuyken, girdiği uyuşturucu batağından çıkıp çıkamayacağı tartışılmaya başlandı. Ama o pes etmedi, yavaşladı, bildiği işi yapmaya devam etti ve böylece Diego Armando Maradona doğdu.
Futbolu 1997’de bırakmasına karşın ismi hálá dünyanın her köşesinde biliniyordu. Maradona son bir buçuk yılda çok uzun yol katetti. Uzun süre komada kaldı, psikiyatri kliniğinde yattı, abartılı bir kilo fazlası sorunuyla karşı karşıya kaldı. O aslında hep ölüme kafa tutuyordu. Zor günleri geride bıraktı. Uzun bir tedavi sürecinde tam 50 kilo verdi, hayatını toparladı ve tekrar göz önüne çıktı. Ve herkesin tam sağlığına kavuştu en azından ekran başına gelecek beklentileri yerine ölümüyle kötü bir çalım attı.
Yazımı bitirmeden hemen önce Maradona futbolunu kısmen “canlı” izleyen herkes gibi tarifsiz huzurum var. Tam 26 yıl önceydi. İstanbul’da oynanacak bir hazırlık karşılaşması memleketin gündemine oturmuştu. Nasıl olmasın, dünya futbolunun ilahı Maradona Türkiye’ye geliyordu. O zamanlar Sevilla’da top koşturan Tangocu, turistik gezinin tadını çıkarmış, 2 Mart’ta da İnönü’nün çimlerine ayak basmıştı.
“Önemli olan hedefe varmak değil, yolda olmaktır” diye güzel bir söz vardır. Evet, 60’lar 70’ler jenerasyonu kadar şanslı değildim lakin Maradona’nın futboluna “uzak ya da yakın” adını siz koyun tanık olduk. Onunla çim sahalar da yolda olduk… Çünkü o kadar gerçekti ki!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.