2 Eylül 2020 Çarşamba

Bir Panini Geleneği

Son günlerde süpermarkette benzer bir karşılama seromonisi yaşıyorum. Çocukluğumu, gençliğimi birlikte geçirdiğim şey, orada duruyor. Görmezden gelmek istiyorum, bunu yapmak için yolumu değiştiriyorum. Biliyorum, o da orada, o da durduğu rafta beni bekliyor. Süpermarket arabasını daha hızlı sürüyorum yanından geçerken. Renkli paketler, küçük çıkartmalar ve 10'lu yaşlardan beri değişmeyen bir heyecan. Gerçekten değişmedi mi?
Evet, iki yılda bir, büyük futbol turnuvaları oynanır. Ve o turnuvanın en heyecan verici tarafı öncesidir. Kuraların çekilmesi, gruplardan çıkacak takımların tahmin edilmesi, kadroların açıklanması, maç saatlerine bakıp onu günün hangi vaktinde izleneceğinin planlanması ve çıkartma albümü.

Evet, Panini çıkartma albümleri Dünya Kupasına ve Avrupa Futbol Şampiyonlarına dair en güzel şeylerden birisi.
Çoğunun Dünya Kupasından ziyade, Avrupa Şampiyonasıyla başlamıştır bu sevda. Pek çoklarının efsane olarak hatırladığı, aslında sadece bizim kuşağın Panini’yle ilk teması olduğu için efsane sayılan, yoksa herhangi bir albümden farkı olmayan o albüm… Kapağında Alessandro Del Piero’nun Matthias Sammer’e çalım atmaya çalıştığı bir karenin bulunduğu, içinde Türkiye’nin de bulunduğu ilk çıkartma albümü. 1996 Avrupa Şampiyonası…

Panini resmi olarak 1961’de kurulmuş bir şirket. Modena’da Panini Kardeşler tarafından kurulan ve ilk koleksiyonu İtalya Ligi, Calciatore olan bir şirket. Ancak Panini kardeşlerin daha önceden bir deneyimleri var ve bu 1930’larda yaşanan bir hikayeye dayanıyor. Modena’da yaşayan Panini ailesinin 8 çocuğu var dördü kız dördü erkek. Ekonomik buhran sonrası zor zamanlar yaşayan bir aile. Çocuklar da çalışarak aile bütçesine katkıda bulunuyorlar.
İtalya Bisiklet Turu her sene Modena’dan geçiyor ve ailenin bir fotoğraf makinesi var. Çocuklar bu makineyle geçen bisiklet yarışçılarının fotoğraflarını çekiyorlar ve daha sonra yarışı canlı takip eden insanlara satarak para kazanıyorlar.


Bir yıl çok yağmur yağıyor ve kimse yarışları izlemeye gelmiyor. Dolayısıyla elde kalan fotoları Milano’da bir gazeteye satıyorlar. Gazete de bu fotoğrafları zarflayarak okurlarına hediye ediyor. Gazeteyle birlikte bir zarf alan okurlar ne olduğunu bilmeden zarfı açıyorlar ve hoş bir sürpriz oluyor. Bir anda fotoğraflar koleksiyon ürünü mertebesine erişiyor.
O zamanlardan deneyimleri var aslında ve büyüdüklerinde bisiklet yarışçılarıyla değil, futbolcularla bu işi yapmay gelenek haline getiriyorlar. Tabi o zaman sadece İtalya’dalar.
1970’e kadar İtalya’da devam eden ve 1970’de ilk kez uluslararası bir turnuvayla dünyaya açılan bu ileri görüşlü İtalyanların işi, 1970’de Meksika’da düzenlenen FIFA Dünya Kupası için bir albüm yayınlamayı ihmal etmiyorlar. Bu hızlı bir büyümeye yol açınca, 1974’te Almanya’da bir alt şirket kuruluyor. Panini Almanya. Zamanla İspanya, Fransa ve İngiltere ofisleri kuruluyor.

Bu süreç koleksiyoncu bir sürü çocuğu beraberinde doğurduklarından habersizce… Panini bir dünya devi oluveriyor. 13 ayrı ülkede ofisleri olan ve Avrupa’nın nadide parçalarından çok büyük bir marka! Pek tabi ki Güney Amerika’yı yabana atmıyorlar. Brezilya, Meksika, Şili de de ofisleri var. Ve bizler için büyük şölen epey gecikmeli de olsa 2007 yılında Panini Türkiye olarak şampanya patlıyor.
Bu ülkeler dışında Panini dünyada 100’den fazla ülkede yerel şirketler tarafından pazarlanmakta. Hiç tahmin etmedikleri bir marka kurmaya çalışan İtalyan kardeşler, dünyada yılda 1 milyar doların üzerinde ciro yapıyor yanına promosyn olarak, her yıl dünyada 400’ten fazla koleksiyon üretiyorlar. Çılgınca. Kabul edelim über çılgınca.

Futbol menşeli olsalar da yalnız değiller, basketbol, Olimpiyat Oyunları, Rugby, Buz Hokeyi gibi sporları da himeyeleri altında.
Bizim nesil, bir şeyi güzel bitirmeye hep özen göstermiştir. Bir de gaza gelmek ruhumuzda var. Müptela olmuş bu koleksiyon sevdasına kanımca bu sefer defteri kapattık. Sadece süpermarkette köşe bucak kaçtığım (bizim nesle sözümona), bence biz bu geleneğe, tutkuya, bağlılığa sahip olan son kuşak olacağız. Çünkü biz futbola doygunluğuyla büyümüş bir kuşak değiliz. Bizim için futbol haftada tek gündü, geri kalan günlerde futbolcular sürekli demeç veren, sakat olup olmamasını bırakın, ne müzik dinlediğini bile bildiğimiz adamlar değillerdi, büyülü kahramanlardı. Football Manager ve FIFA yoktu, ya da bu kadar baskın değildi. Ama bizim için bir gelenek!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.