Frank Lampard’ın Manchester City’e gittiğini 2014
yazında, tesadüfen öğrenmiştim. Batı hayranlığıyla büyütülmüş her Türk gencinin
ilk yurt dışına çıkışında olduğu gibi, en sıradan, en doğal şeyleri bile büyük
merakla takip ediyordum. Lampard’ın Amerikan Ulusal Ligi olan MLS ekiplerinden
New York City FC’e transfer olduğunu anlamam içinse büyük bir dil bilgisine
gereksinimim yoktu. Her şey ortadaydı. Altın çocuk, “dünyanın en görkemli
futbol gösterisinin” bir parçası olacak, dünyanın en pahalı barajında Andrea
Pirlo’un, Bastian Schweinsteiger’in, Zlatan Ibrahimovic’in yanına geçecekti.
Lampard telaffuz edildiğinde akıllara Chelsea gelse de
-ki onunla özdeşleştiğini yadsımadan- West Ham United gerçeğini dilimize pelesenk
ettiğimizi unutmayalım! Profesyonel olduğu günden beri, görev aldığı bütün
kulüp takımlarında orta sahanın can damarı olmuştur. Ve hatta bu mevkide
dünyanın en iyileri arasında kabul edilmiştir. Frank Lampard, inanılmaz bir
futbolculuk kariyeri geçti. Olumlu noktalara fazla odaklanıp olayın büyüsünü
kaçırmak istemedim.
Chelsea’ye geldiği andan itibaren tabii ki ne yapması
gerektiğini biliyordu. West Ham United ile yakaladığı seviyeyi hepimiz
hatırlamıyoruz. Malum yaş engeli! Heyecan verici ve çok kaliteli bir oyun ile
kafayı bozmuş klasik bir İngiliz. Tabii ki beklenti o seviyeleri tekrar
zorlamasıydı. Ancak başlangıç inişli-çıkışlı oldu. Zaman zaman ışık verse de
istikrarsız performanslar görüldü.
Lampard, kariyerine babasının eski kulübü olan West Ham
United'da başladı. 1994'te genç takıma giren, 1997-1998 sezonu itibariyle de
ilk 11'deki yerini garantiledi. 1998-1999 sezonunda takımının bir önceki sezon
yakaladığı ve en büyük başarısı olan beşinciliği korumasına yardımcı oldu. 2001
yılında West Ham'dan Chelsea'ye 11 milyon sterline transfer oldu. Adım adım
ilerliyordu.
Yürüyüş bunlarla bitmedi. Futboluyla, takımını birleştiremeyen,
başarıyı kalıcı tutamaz. Lampard tam olarak bu köprüyü kurdu ve takımın
ayrılmaz parçasına büründü.
2001 ile 2014 yılları arasında 13 sezon boyunca
Chelsea’nin formasını giyen, bir dönemde kulübün kaptanlığını yapmış olan Lampard,
Chelsea ile 3 Premier Lig, 1 UEFA Kupası ve 1 de UEFA Şampiyonlar Ligi zaferi
elde etmesi şöyle dursun; 13 sene içinde, 429 Premier Lig müsabakasına çıkıp, 147
kez de gol sevinci yaşamıştır.
Orta sahada yer almasına karşın çok yüksek bir gol
yüzdesine sahip olan kaptan, Chelsea ile beraber 2012 yılında UEFA Şampiyonlar
Ligi şampiyonu olmuştur.
Bence Chelsea’nin tekrar en üst seviyeye çıkışının başlangıç
anı, Frank Lampard’ın koşmaya başladığı andır. Uçağın tekerlerinin yerden
kesilme anı. Hiç yorulmadan koştu Lampard. Futbolda rakip defansları parçalamak
için en önemli aksiyon, onların koşmasını sağlamak. Bunu milli takımlar
seviyesinde de görmemiş miydik? Milli formayla ilk karşılaşmasına Ekim 1999'da
çıkan ve toplamda 20 gol atan Lampard, 80 kez İngiltere için ter döktü. 2004 ve
2005 yıllarında İngiltere'nin en iyi futbolcusu olarak seçildi. Euro 2004'te
oynayan Lampard, İngiltere'nin oynadığı 4 karşılaşmada 3 gol attıktan sonra
turnuvanın takımına girmeyi başardı. 2006 Dünya Kupasında, eleme turlarında 5
golle takımının en golcü oyuncusu oldu. 2010 Dünya Kupası elemelerinde 4 gol
atarak takımının Güney Afrika'ya gitmesinde rol oynadı. Dile kolay!
Ancak ne var ki, Chelsea, geçmişte ve gelecekte bırakacağı
izleri düşünmeden kaptanı gözden çıkardı. Ve böylece kiralık olarak Manchester
City, ardından Amerika’ya gitmek zorunda bırakıldı.
Futbol efsanesi Johan Cruyff, onun için; “Avrupa’nın en
iyi orta sahası" şeklinde konuşurken, bu değerlendirme de esas alınan
kriterlere bakış galibiyet, atılan gol, yapılan asist ve oynanan maç bazında
bize yasında beş evresini öğretmiş oldular. Vefakar Lampard şimdilerde
Chelsea’ye kaybettikleri imajı ve takım ruhunu geri getirmeye hazırlanıyor.
Gerisi teferruat!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.