Şampiyonluğun kıyısında dolaşanlar çoğu zaman benzer
senaryolarda buluşur. Önce umut sahne alır, her ne olursa olsun. Ve her daim
var olur! Genç bir çekirdek yakalarsınız ve yolun başında yenilmek o kadar
büyük problem olmaz. Her zaman bir sonraki yıl vardır. Sonra karamsarlık
meydana çıkar. Ertesi yıllar sona ermiştir. Bir zamanlar hayal edilen gelecek
planları suya düşer, zafer için artık kimsenin pek fazla şansı kalmaz. Ancak
teniste bu ikilem hep biri ile kavga halindedir ki bu da onları daha iştahlı
yapıyor.
İştahı kursağında kalanlarda yok değil! Stan Smith nispeten
iyi bilinen bir tenis oyuncusu ancak ismi ağzımızdan çıktığı an ayakkabı ile
kişiselleştiririz. Onun dönüm noktası mı? Kaderin cilvesi onu daha çocukken
yakalayacaktı. O yaşta çalışma isteği ile Davis Kupası için top toplayan çocuk
olarak iş başvurusu yaptı zira elemelere kadar kaldıysa da organizatörler çok
sakar olduğunu düşündüğü için kort dışına itti. Ama onu bu zemine çeken başka
güçler olacaktı.
Smith'in iki büyük single'ını Wikipedia sayfalarına
kazıyarak yazsa da, bizler son model dokunmatik telefonlarımızla bir çırpıda
bitirecektik. Halbuki işin mutfak kısmı var.
Önce kendi memleketinden başlayarak, tarihleri geçmişe
çevirip, 1971 US Open finalde Jan
Kodes’i devirerek ilk Grand Slam’ini kaldırıyor. Ve arayı çok açmadan 1972 Wimbledon finalinde Ilie Năstase’e
geçerek çim korta izini bırakacaktı. Single başarıları şöyle dursun çiftlerde
de son vuruşları yapanlardan biri olacaktı. Bilhassa Wimbledon’ın kıyısından
köşesinden dönen ama “Amerikan Rüyasını” dört kez gerçekleştiren Smith ülkesinin
tenis anlamında gurur kaynağı. Bu minvalde toprak zemin için iki kez söz
söylemiş biri aynı zamanda. Fransa Açığı çiftlerde iki kez müzesine götürmek
istese de final tadı damağında kalacaktı.
Stan Smith bu çıkışıyla beraber Dünya 1 numarasına kadar
yükselecekti. Aslında, onu çoğunlukla oynadığı oyundan ziyade adını ayakkabıya
vermesiyle tanıyoruz. Hatta o kadar ileri gitti ki, nevi şahsına münhasır moda
ikonu oldu.
1965 yılında, Adidas’ın kurucusu olan Adolf Dassler’un
oğlu Horst Dassler, o dönemin ayakkabı dünyasına bomba gibi düşecek olan bir anlaşma
yaptı. Bu anlaşma dönemin önemli tenis sporcularından olan Robert Hailet’la yapıldı.
Anlaşma gereğiyle Robert Haillet ismiyle bir tenis ayakkabısı sunuldu. Bu model,
döneminde tenis ayakkabıları arasına “görsel sanatı” olarak oturacaktı. Bu modelin
dil kısmında Robert’ın imzası yer alıyordu.
Takvimlerde yıl 1973’ü gösterdiğinde Robert Hailet,
profesyonel kariyerini noktaladığını açıkladı. Bu olaydan sonra yeni bir isim
arayışana giren Adidas, bu modelin isim babası olan Wimbledon Grand Slam gibi
büyük turnuvaları kazanmış ünlü tenisçi Stan Smith devam edecekti.
Yaptığı bu anlaşmayla sahip olunan modellerde değişikliğe
giden Adidas, beyaz ve yeşil uyumunu yakalayarak tüm dikkatleri üzerine çekti. 80’li
yıllarda bu modelle alakalı olarak bir kimlik krizi çıktı. Çünkü bu modelde Robert
Haillet’in dil kısmında imzası, Stan Smith’in ise yüzü vardı. Bu karmaşa
aslında bu modelin ününün artmasına yardımcı olmuştu. 60
ve 80’li yıllarda çokça tenis kortlarında görülüyordu. Daha sonrasında tenis
kortlarında azalarak yavaş yavaş silinmeye başladı. Günümüzde hiçbir tenis
oyuncusu Stan Smith giymiyor ve giymeleri önerilmiyor. Çünkü artık tenis için
gerekli olan teknolojilere sahip olmaması onu modaya itti. 2012 yılında
üretimini duran bu model, 2 yıllık bir aradan sonra 2014 yılında tekrardan
üretimine başladı.
Stan Smith eğer tenise daha uzun soluklu devam etse
bunlar yaşanır mıydı? Bilmiyorum, belki de her şey farklı seyrederdi.
Bilmiyorum, belki de değişen bir şey olmazdı. Yine de ayakkabının ünü bu kadar
olur muydu? telefon konuşması…
Herkes daha ileriye gitmek ister. Esasınsa Stan Smith de
yaptı. Ne olursa olsun… Özellikle tenis gibi “gösterişli” spor branşları
pazarlamayı da oyun biçimine dahil ediyorlar. İşin parçası bu… Smith bundan
sonra nereye giderse gitsin, kuru bir teşekkürden, akıbeti spor mu ayakkabı mı
diye sorulardan daha fazlasını hak ediyor.
Her şeyi bir araya getiren tenis ve stilinden fazlası
değildi. Keşke dahası olsaydı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.