7 Temmuz 2020 Salı

Stan Smith Stili


Şampiyonluğun kıyısında dolaşanlar çoğu zaman benzer senaryolarda buluşur. Önce umut sahne alır, her ne olursa olsun. Ve her daim var olur! Genç bir çekirdek yakalarsınız ve yolun başında yenilmek o kadar büyük problem olmaz. Her zaman bir sonraki yıl vardır. Sonra karamsarlık meydana çıkar. Ertesi yıllar sona ermiştir. Bir zamanlar hayal edilen gelecek planları suya düşer, zafer için artık kimsenin pek fazla şansı kalmaz. Ancak teniste bu ikilem hep biri ile kavga halindedir ki bu da onları daha iştahlı yapıyor.

İştahı kursağında kalanlarda yok değil! Stan Smith nispeten iyi bilinen bir tenis oyuncusu ancak ismi ağzımızdan çıktığı an ayakkabı ile kişiselleştiririz. Onun dönüm noktası mı? Kaderin cilvesi onu daha çocukken yakalayacaktı. O yaşta çalışma isteği ile Davis Kupası için top toplayan çocuk olarak iş başvurusu yaptı zira elemelere kadar kaldıysa da organizatörler çok sakar olduğunu düşündüğü için kort dışına itti. Ama onu bu zemine çeken başka güçler olacaktı.
Smith'in iki büyük single'ını Wikipedia sayfalarına kazıyarak yazsa da, bizler son model dokunmatik telefonlarımızla bir çırpıda bitirecektik. Halbuki işin mutfak kısmı var.

Önce kendi memleketinden başlayarak, tarihleri geçmişe çevirip, 1971 US Open finalde Jan Kodes’i devirerek ilk Grand Slam’ini kaldırıyor. Ve arayı çok açmadan 1972 Wimbledon finalinde Ilie Năstase’e geçerek çim korta izini bırakacaktı. Single başarıları şöyle dursun çiftlerde de son vuruşları yapanlardan biri olacaktı. Bilhassa Wimbledon’ın kıyısından köşesinden dönen ama “Amerikan Rüyasını” dört kez gerçekleştiren Smith ülkesinin tenis anlamında gurur kaynağı. Bu minvalde toprak zemin için iki kez söz söylemiş biri aynı zamanda. Fransa Açığı çiftlerde iki kez müzesine götürmek istese de final tadı damağında kalacaktı.
Stan Smith bu çıkışıyla beraber Dünya 1 numarasına kadar yükselecekti. Aslında, onu çoğunlukla oynadığı oyundan ziyade adını ayakkabıya vermesiyle tanıyoruz. Hatta o kadar ileri gitti ki, nevi şahsına münhasır moda ikonu oldu.




1965 yılında, Adidas’ın kurucusu olan Adolf Dassler’un oğlu Horst Dassler, o dönemin ayakkabı dünyasına bomba gibi düşecek olan bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma dönemin önemli tenis sporcularından olan Robert Hailet’la yapıldı. Anlaşma gereğiyle Robert Haillet ismiyle bir tenis ayakkabısı sunuldu. Bu model, döneminde tenis ayakkabıları arasına “görsel sanatı” olarak oturacaktı. Bu modelin dil kısmında Robert’ın imzası yer alıyordu.
Takvimlerde yıl 1973’ü gösterdiğinde Robert Hailet, profesyonel kariyerini noktaladığını açıkladı. Bu olaydan sonra yeni bir isim arayışana giren Adidas, bu modelin isim babası olan Wimbledon Grand Slam gibi büyük turnuvaları kazanmış ünlü tenisçi Stan Smith devam edecekti.

Yaptığı bu anlaşmayla sahip olunan modellerde değişikliğe giden Adidas, beyaz ve yeşil uyumunu yakalayarak tüm dikkatleri üzerine çekti. 80’li yıllarda bu modelle alakalı olarak bir kimlik krizi çıktı. Çünkü bu modelde Robert Haillet’in dil kısmında imzası, Stan Smith’in ise yüzü vardı. Bu karmaşa
aslında bu modelin ününün artmasına yardımcı olmuştu. 60 ve 80’li yıllarda çokça tenis kortlarında görülüyordu. Daha sonrasında tenis kortlarında azalarak yavaş yavaş silinmeye başladı. Günümüzde hiçbir tenis oyuncusu Stan Smith giymiyor ve giymeleri önerilmiyor. Çünkü artık tenis için gerekli olan teknolojilere sahip olmaması onu modaya itti. 2012 yılında üretimini duran bu model, 2 yıllık bir aradan sonra 2014 yılında tekrardan üretimine başladı.

Stan Smith eğer tenise daha uzun soluklu devam etse bunlar yaşanır mıydı? Bilmiyorum, belki de her şey farklı seyrederdi. Bilmiyorum, belki de değişen bir şey olmazdı. Yine de ayakkabının ünü bu kadar olur muydu?  telefon konuşması…
Herkes daha ileriye gitmek ister. Esasınsa Stan Smith de yaptı. Ne olursa olsun… Özellikle tenis gibi “gösterişli” spor branşları pazarlamayı da oyun biçimine dahil ediyorlar. İşin parçası bu… Smith bundan sonra nereye giderse gitsin, kuru bir teşekkürden, akıbeti spor mu ayakkabı mı diye sorulardan daha fazlasını hak ediyor.
Her şeyi bir araya getiren tenis ve stilinden fazlası değildi. Keşke dahası olsaydı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.