Evet, filmin konusu futbol değil. Bu yönde beklentisi
olanlar “hayal kırıklığına” uğraması muhtemel! Fakat bir spora konu olmasının
dışında, bir hayat hikayesi… Bir de diğer filmlere göre haleti ruhiyesini
değiştiren en çok hasılat yaptıran spor filmlerin listesinde en başta. Üstelik,
309 milyon dolarlık bütçe ile… Aramızda kalmasın bundan sonraki gelecek diğer
branşlarda da futbol yok. Boks, boks, basketbol…
Michael Lewis’in The Blind Side: Evolution of a Game adlı
romanından uyarlanan film vizyona girdiği ilk hafta Box Office US’te ikinci
sırada yerini aldı. Amerikan futbolu, dünyada izlenen en çok sporlarından biri.
O kadar kıymetli ki filmlere konu oluyor kutsanmış Amerikan futbolu. Peki ya
filmde dönüm noktası ne olacaktı? Hikaye bakımından manidar, ders almak içinse
çok fazla konu başlığı barındırıyor. Hadi biraz da filmin özüne dönüş yapalım.
Babasını hiç tanımamış ve annesi uyuşturucu müptelası
olan Afro-Amerikan bir çocuğun futbol
kariyeri... Amerikan futbol kariyeri! Normalden iri olan ve 13 kardeşinin
arasında hiç ilgi görmeyen Michael Oher bir gün Bay ve
Bayan Tuohy tarafından evlatlık alınır ve hayatı değişmeye başlar.
Okuma ve yazması olmayan Michael yeteneğinin farkına varıp Amerikan
futboluna başlar. Ve herkesin, umarım sahada kendisine düzgün bir yer bulabilir
ve kalbimizi fetheden bu koca adamı hak ettiği yerde izleyebiliriz dedirten
türden.
Hiç olmayacak oyuncuların hem medya hem de takımı
sayesinde ekranlardan aşinayız; ancak daha da önemlisi bu oyuncuları meşhur
olmadan hemen öncesinde değerlendiren gözlemcilerin, bu konuyla ünlü olmuş sitelerinin
ne gibi hatalar yapabildiğine de defalarca şahit olduk. Az önce not ettiklerim hikayeye
değer katacağını düşündüğüm için böyle bir giriş üzerine birtakım bilgiler
vermek istiyorum. “Koca Mike” aile olgusunun ön planda olduğu, oyunculukların
adını sizin koyacağınız ödüllere layık performanslar sergilediğinden bahsetmeyeceğim
bile.
Filmde geçen enteresan diyaloglar, Mike ağzından çıkan
her bir sözün çocuklarında birer birey olduğunu hatırlatır türden. Aslında
filmin vurucu sahnesi evin babası ve çocukları televizyon karşısında yemek yerken, kahramanımız yemek masasında oturması
ve bu emsal hareketten sonra Sandra Bullock(anne) aile, birlik olgularının
üstüne çize çize hem oyunculuğu hem de filmi über bir platforma taşımış
durumda.
Kısacası Ulusal Futbol Liginin saygın ve parmakla
gösterilen ismi olacağı şüphesiz aklından geçmezdi.
Gün ışığını görmeden uyuyamadığım günlerdeyiz, çoğu zaman
saat 5’ten sonrası, televizyon ya da dinlediğimiz müzikler sayesinde arafta
geçse de bu film ile bu anlardan birinde tanıştım. Spor benim
vazgeçilmezlerimden ancak Amerikan Futbolu pek sevmem, çok ünlü ve/veya çok
sevdiğim bir aktör konuk olmadığı sürece de birkaç dakikadan fazlasına tahammül
edemem. Ancak araf durumunun da etkisiyle ve Sandra Bullock’a saygısızlık
olmasından da korktuğumdan, saygıyla ve sonuna kadar izledim.
Aslında bu film göremediğim ya da görmek istemediğim kör noktamla beni kazandı. Ya sizi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.