26 Şubat 2019 Salı

Yeni Bir İsim


Yeni gelen “yıldız” isimleri nedense bir önceki efsaneleşmiş isme yakıştırarak potansiyel yeteneğini sıkıştırıp körelmeye yol açtığımızı pek görmeyiz. Misal, yeni Eddy Merckx yaftasını Remco Evenepoel’e çoktan yapıştırmış durumdayız. Ancak o yeni Eddy Merckx değil, o sadece bisiklette yeni soluk arayan pedaldan başkası değil. Evet, kesinlikle gelecek vaad ediyor. Lakin çok yeni…
Spora futbol ile başlamış olan Evenepoel, daha öncesinde 4 kez Belçika U15’i, 5 kez U16 milli futbol takımında forma giymiş durumda.

Bir takım şansızlıklar ve hayal kırıklıkları silsilesi peşini bırakmayınca yörüngesini Belçikalıların çok iyi bildiği iki tekere çevirdi. 2017 yılı itibariyle bisiklete geçince, rakiplere yeni bir gözdağı vermesi şöyle dursun, kısa sürede geldiği yer gerçekten çok etkileyici. Bisiklette kısa sürede yakaladığı ivme o kadar muazzam ki kameraları kendisine çevirmeyi başarıyor. Futboldan ayrılırken döktüğü gözyaşı şimdilerde podyumda aldığı şampiyonluklara bahşediyor.

Büyük ihtimalle geleceğin, büyük turlardaki zaman karşı etaplarını ve ITT şampiyonalarını domine edecek genç yeteneği olarak bakılıyor. Boy-kilo gücünü dikkate alarak bir Cancellara gibi klasikçi - zamana karşı - rulör tipi yarışçı… Benzetmek gibi olsun Wiggins, Tom Dumoulin gibi zamana karşıcı - genel klasmancı bir tipe evrilecek gibi... Hızlı olmasının bir artısını da futboldan geldiği kaçınılmaz.



Remco Evenepoel için bir genel görüşte; 5-6 yıl içinde, Egan Bernal, Marc Soler, Enric Mas ve artık iyice pişmiş, altın çağlarındaki Yates kardeşler gibi rekabeti müthiş olabilir... 2018 Dünya Yol Bisikleti şampiyonası genç erkekler yol yarışında dünya şampiyonluğunu kazanan 18 yaşındaki Belçikalı 72 km kala kaza yapmasına ve 2 dakikanın üstünde geriye düşmesine rağmen sakin bir şekilde gelip öndekileri yakaladı, 40 km kala atak yapıp bir grup ile öne çıktı ve son tırmanışta, 19.6 km kala atak yapıp liderliği aldı ve oradan gidip dünya şampiyonluğunu kazandı. Ve çok yakın zamanda önce kazandığı dünya şampiyonluğuna bir şampiyonluk daha ekledi.

Belçika bir kez daha zirveye tırmanıyor. Üstelik bu sefer “çıtır” bir isimle. Ona gerçekten inanabilir miyiz? Başka şansımız var mı?
Bisiklet sporu her zaman bir soru işareti oldu. Yaklaşık son 20 yıldır profesyonel bisiklet dünyasında her adım bir çalkantı, yakalanılan her başarı düşündürücü, savaşılan yasaklı madde, doping cezaları, cezadan dönüşler, devamında yaptıkları her zaman insanları ikiye böldü. Yazarlar, gazeteciler, seyirciler bu ilk bakışta mesafeli ama tanıdıkça ısınılan isimler hakkında karar vermekte zorlandı.

Belki de artık bu döngünün kırılma zamanı geldi, pedallar çevrildikçe gerçeklerle yüzleşme zamanı. Zirve, çöküş ve yeniden doğuş. Ne olursa olsun, Lance Armstrong sonrası dönemi tek başına simgeleyen, karanlık yılların peşinden gelen bu genç yeteneklerin masumiyetine, en azından şanslarını temiz değerlendirmesine ihtiyacımız var. Remco Evenepoel, bisiklet tarihinin bu büyük yıldızın gerçekliğine ihtiyacı var.

21 Şubat 2019 Perşembe

Kör Nokta


Evet, filmin konusu futbol değil. Bu yönde beklentisi olanlar “hayal kırıklığına” uğraması muhtemel! Fakat bir spora konu olmasının dışında, bir hayat hikayesi… Bir de diğer filmlere göre haleti ruhiyesini değiştiren en çok hasılat yaptıran spor filmlerin listesinde en başta. Üstelik, 309 milyon dolarlık bütçe ile… Aramızda kalmasın bundan sonraki gelecek diğer branşlarda da futbol yok. Boks, boks, basketbol…

Michael Lewis’in The Blind Side: Evolution of a Game adlı romanından uyarlanan film vizyona girdiği ilk hafta Box Office US’te ikinci sırada yerini aldı. Amerikan futbolu, dünyada izlenen en çok sporlarından biri. O kadar kıymetli ki filmlere konu oluyor kutsanmış Amerikan futbolu. Peki ya filmde dönüm noktası ne olacaktı? Hikaye bakımından manidar, ders almak içinse çok fazla konu başlığı barındırıyor. Hadi biraz da filmin özüne dönüş yapalım.

Babasını hiç tanımamış ve annesi uyuşturucu müptelası olan Afro-Amerikan bir çocuğun futbol kariyeri... Amerikan futbol kariyeri! Normalden iri olan ve 13 kardeşinin arasında hiç ilgi görmeyen Michael Oher bir gün Bay ve Bayan Tuohy tarafından evlatlık alınır ve hayatı değişmeye başlar. Okuma ve yazması olmayan Michael yeteneğinin farkına varıp Amerikan futboluna başlar. Ve herkesin, umarım sahada kendisine düzgün bir yer bulabilir ve kalbimizi fetheden bu koca adamı hak ettiği yerde izleyebiliriz dedirten türden.


Hiç olmayacak oyuncuların hem medya hem de takımı sayesinde ekranlardan aşinayız; ancak daha da önemlisi bu oyuncuları meşhur olmadan hemen öncesinde değerlendiren gözlemcilerin, bu konuyla ünlü olmuş sitelerinin ne gibi hatalar yapabildiğine de defalarca şahit olduk. Az önce not ettiklerim hikayeye değer katacağını düşündüğüm için böyle bir giriş üzerine birtakım bilgiler vermek istiyorum. “Koca Mike” aile olgusunun ön planda olduğu, oyunculukların adını sizin koyacağınız ödüllere layık performanslar sergilediğinden bahsetmeyeceğim bile.


Filmde geçen enteresan diyaloglar, Mike ağzından çıkan her bir sözün çocuklarında birer birey olduğunu hatırlatır türden. Aslında filmin vurucu sahnesi evin babası ve çocukları televizyon karşısında  yemek yerken, kahramanımız yemek masasında oturması ve bu emsal hareketten sonra Sandra Bullock(anne) aile, birlik olgularının üstüne çize çize hem oyunculuğu hem de filmi über bir platforma taşımış durumda.
Kısacası Ulusal Futbol Liginin saygın ve parmakla gösterilen ismi olacağı şüphesiz aklından geçmezdi.

Gün ışığını görmeden uyuyamadığım günlerdeyiz, çoğu zaman saat 5’ten sonrası, televizyon ya da dinlediğimiz müzikler sayesinde arafta geçse de bu film ile bu anlardan birinde tanıştım. Spor benim vazgeçilmezlerimden ancak Amerikan Futbolu pek sevmem, çok ünlü ve/veya çok sevdiğim bir aktör konuk olmadığı sürece de birkaç dakikadan fazlasına tahammül edemem. Ancak araf durumunun da etkisiyle ve Sandra Bullock’a saygısızlık olmasından da korktuğumdan, saygıyla ve sonuna kadar izledim.
Aslında bu film göremediğim ya da görmek istemediğim kör noktamla beni kazandı. Ya sizi?

14 Şubat 2019 Perşembe

Tak Şu Yüzüğü Şampiyonluğa


NBA’de hazır All-Star gündemi işgal ediyor bahanesiyle 16 senelik NBA kariyerinde 3 ayrı takımla, toplamda 7 şampiyonluk kazanmış ve bunu 3 ayrı takımla başarabilmiş iki isimden birine gidelim. Bu isim elbette ki Bill Russell değil! Çünkü o sadece Boston takımı ile 11 şampiyonluk kazanmış bir efsane. Cümlenin öznesine yakışacak isim Robert Horry’den başkası olamazdı.

Lakers her felaketin, her ölümcül darbenin altından en parlak zaferlerle kalkan bir camia. Her takımın belli bir başarı grafiğiyle lig tarihine yayıldığı malum. 7 sene playoff dışında kalmak veya 7 sene şampiyon adayı olabilmek neredeyse imkansız. Fakat Lakers… Doğal sebeplerle, müspet ilimlerle açıklayamayacağımız bir fenomenle karşı karşıyayız.
İşte onlardan birine şahitlik etmek üzere 2000-2001 ve 2002 yılları arasında Horry ile beraber arka arkaya aldığı şampiyonluklar ve hala kırılamayan performanslar…

Elbette ki sıcak iklim, büyük şehir, melekler şehrinin her köşesinden fışkıran Holywood şöhretleri ve iyi yöneticiler gibi pek çok faktörü unutmuş değilim. Ancak yüreğini koyan bir oyuncu düşününce ilk akla gelen isim pek ala!
Lakers takımından hemen önce Rockets takımıyla yine seriye bağlayarak 1994 ve 1995 sezonlarının açılışını yaparak yüzüğü parmağına geçirecekti.




Horry’nin yüzleri güldüren bir anısı da NBA tedrisatından geçmiş tecrübeli bir oyuncuya rağmen bazen tatlı anlarda parkede kalıveriyor. NBA finalleri esnasında maç sırasında ayakkabısı çıkan yine ilk oyuncular listesine adını yazdırıyor. Şut stili olan ve bunu avantaja çevirmenin yanında genellikle üçlükleri deliksiz sokan oyuncu…

Onun adına fazlasıyla methiyeler elimizde mevcut. O zaman şöyle alalım. Müthiş bir profesyonel. Şimdi parke kokusunu alsa hala atar hala ribaund alır yani kısacası takımın o dönem olduğu gibi şimdide süper katkı yapar. Her daim sempatik gelen Robert Horry belki de Will Smith'e benzediği için fazla tanıdık gelen bir yüz.

Yapması gereken ise mevcut takımı olduğundan daha iyi zannedip, bu çekirdekle devam etmek. Amaç her sene takımyla şampiyonluk yaşamak. Evet, bu gerçekten de çok zor bir çizelge.  Son olarak Spurs takımıyla 2005 ve 2007 yılları arasında kazandığı yüzüklerle adeta evini müzeye çevirmiş durumda.
Basketbol taraftarı sabırsızdır, eminim şu an hasrettirler geçmişe bakıp paspas olmaktan. Ancak Robert Horry şimdiki nesle oldukça şık bir örnek...

3 Şubat 2019 Pazar

Bob Marley der ki; “Futbol Özgürlüktür”


“O büyük bir müzisyen olmasaydı, çok önemli bir futbolcu ya da antrenör olarak futbola hizmet etmesi sürpriz olmazdı” diyor Celtic ‘in efsane futbolcusu John Kelly Deans… Top, gitar, ot ve aşk! Sanırım herkesin birbirine pas attığı bir dünya hayal ediyordu Bob Marley.
Aslında o futbolu en ilkel haliyle seviyordu. Topa vur gitsin. Turnede ya da kayıt için stüdyoya kapandığı dönemde hemen her gün top oynar ve televizyonda futbol maçları izlermiş. Brezilya’dan Santos FC taraftarı ve Santos’ta 15 yaşında oynamaya başlayan Pele hayranıymış. Artık gerisi size kalmış.

“Derler ki, 1970 yılında başkent Rio de Janerio’ya gerçekleştirdiği bir Brezilya yolculuğunda, Bob Marley; Ariola plak şirketinden müzisyenler, Brezilyalı sokak çocukları ve 1970 Dünya Kupası kadrosunda da yer alan Brezilya Milli Takım oyuncusu Paoulo Cesar’ın da olduğu bir maça katılmış. Maçtan önce Marley’e Pele’nin forma numarası olan 10 numaralı Santos forması hediye edildi. Bob Marley gülümseyerek sırtına formayı geçirirken, şöyle dediği duyuldu: “Ben de Pele gibi, sahanın her yerinde oynayabilirim.”

Bob Marley’i aslında futbolcu olarak nitelendiremiyorsak, onun sebebi de klasikleşmiş şu sözünden geliyor; “Müziği futboldan önce sevdim. Futbolu daha önce sevseydim önceliğim futbol olabilirdi, ama futbol bazen tehlikeli olabiliyor, çünkü zaman zaman çok şiddetleniyor. Ben barış ve sevgi gibi laflar ediyorum şarkılarımda, ondan sonra da futbol oynarken adamın biri sert bir çelme takarsa birden öfkelenir ne yaptığınızı bilmez bir hal alırsınız.”



Zira günümüz futbolunu bir iki kelam ederek açıklamış Reggae müziğinin üstadı. Ancak ne var ki Bob Marley’i çoğu kimse futbol tutkusu olduğunu bilmez üstüne üstün, bu çizgideki birinin futbol topuyla aynı yörüngeye girmiş olması cidden inanması güç bir durum! Ama onun için “futbol özgürlüktür” tıpkı şarkılarındaki nüanslar gibi. O dönemlerde futbolun yakınından geçmeyen Jamaika için anlamlandırılamayan bir şarkıcıydı, ülkesi adına!
Elbette ki şarkıları, Rasta anlayışı ve ortalığı duman eden nefesleri öncelikli akıllara gelse de, o gizli kalmış mabedinde daha fazlasını saklıyordu.

Bob Marley’i ayakta tutan, ona sıkı sıkı bağlı olduğu futbol görüşü ne yazık ki sonunu da getirecekti. İngiltere’de 1977 yılında futbol oynarken, ayak parmağında bir yara olur. Yara enfeksiyon kapınca doktorlar kangren olmuş parmağının kesilmesini ister ancak Bob Marley hem sahnedeki performansının düşeceğini hem de Rasta anlayışına(Rasta anlayışına göre insan toprağa bir bütün olarak girmeli) ters olacağını söyleyip ameliyatı kabul etmez.

Böylece, kangren yolun sonunu hızlandırmıştı. Marley, Les Paul Gibson gitarı, marihuanası, bir İncil ve bir futbol topuyla gömüldü.
Bugün, modern futbolun endüstrileşmesi, hisse senetleri ve futbolcu değerleriyle ölçülen dünyasında, ölürken, oğlu Ziggy Marley’e son sözleri “Para hayatı satın alamaz” oldu.