26 Nisan 2018 Perşembe

Büyük Kaptan! Vamos!


Kendi takımını şekillendiren, kaç defans oyuncusu tanıyoruzdur? Bilakis, oyun zekası, becerisi ve bir de üzerine savunmasını katabilen oyuncu bu üçlüyü benliğinde yaşatıyorsa, oyuna karakter kazandırıyordur, aynı zamanda. Şimdilerde bulmak zor demeyelim lakin bugün naftalinlenmiş bir isimden söz etmek şanındandır.

Real Madrid ve İspanya milli takımın unutulmaz kaptanı...  Kariyerine savunma ağırlıklı orta saha olarak başlayan ve Madrid'e geldikten birkaç sezon sonra savunma oyuncusu olarak kariyerine devam eden Fernando Ruiz Hierro’dan başkası akıllara gelmez.
Böyle koca bir kariyere uzaktan bakmak, izlemek ve hatta bir takıma ömrünü sığdırmak hiç de kolay olmayacaktır. Hierro dipten, zirveyi görmenin tahayyülüdür, istisnasız. Kaptanın, Real Madrid tarihinde bu kadar sağlam ve köklü bir yer edinmesi tesadüf olmayacaktı.

1980’li yıllara tekabül eden, futbol dünyasının ivme kazandığı yıllara armağanı Hierro. Hiç de kolay olmayacak bir çocukluktan buralara kadar adını yazdıracaktı. Mütevazi yaşantısına, araba tamirciliği yaparak para kazandıracaktı.
Kendi yaşıtlarına istinaden yapılı vücudu, uzun boyu ve spor için biçilmiş bir fiziki yapı... Bu yapıyı düşününce tıpkı abisi Manolo gibi Malaga şehrinin yerel takımlarından Velez CF’nin altyapısına girmek epey kolay olacaktı. Hem çalışıp hem okuması onu seçim yapmaya zorlayacaktı. Dolayısıyla kendisindeki bu geleceği gören abisi de kendisi de profesyonel futbolcu olma yolunda Real Valladolid’le yolları kesişecekti.


Ve bundan sonrası büyük kaptanın yolunu açan A takıma yükselmesiyle başlayacaktı. Valladolid formasıyla süreklilik haline gelen ilk 11 ve devamında gelecek olan Kral Kupası alışkanlığı o dönemlere göre hiç alışık olunmayacak performans sergileyeccekti.
Real Madrid’in oyuncu avcılığı ta o dönemlere taşınacak, transferi gerçekleştiğine inanana kadar peşini kovalayacaktı. Hierro, bundan sonrasında Santiago Bernabeu’da imza töreninde bulacaktı. Üstelik tamircilik yaptığı zamanlarda hayalini kurduğu takımla!

1989 ve sonrası namı yayılmış stoperdi. Real’in yıldız isimleri ile takım olmuşken, geleceğin alameti farikası takımla oyunculuk karakterini de böylece şekillendirmişti. Esasında her şey rüya gibiydi…
Bir dönüm noktasını da Real’in başına gelen Radomir Antic ile beraber yapacaktı. Çok yönlü bir futbol adamı olduğunun kanıtıydı adeta. Antic, geldiği günden beri Hierro’yu ofansif olarak orta sahada oynatmaya başlayacaktı.

Ve sona doğru… Fernando Hierro’nun takıma en büyük katkısı yadsınamayacak bir gerçek ki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunun hasretini bitiren 1998 yılında oynanan Amsterdam finali oldu. 32 yılın sonunda hem şampiyonluk hem de Hierro’yu onore eden Avrupa’nın en iyi savunma oyuncusu seçilmesiydi.
Uzun yıllar evli kaldığı Madrid’den eski Hierro’yu göremeyen Hierro, futbol gerçeğini sonlandırdı. Büyük kaptan şimdilerde Real Oviedo’nun başında takımını daha başarılı nasıl yapabilirimin hesaplarını yapıyor. Büyük kaptan bu zaman dek kattıklarıyla, şimdiki Madrid’in kemiğini oluşturmuş. Büyük kaptan. Vamos!

18 Nisan 2018 Çarşamba

En Fiyasko Draft


Bir iş görüşmesine gittiğinizde klasikleşmiş bir soruyla çokça karşılaşırsınız. Gelecek beş yıl içerisinde kendini nerede görürsün? Klasik ama gerçeği yansıtır. Peki, neden bu hiç sporculara yöneltilmez? Aslında sözlü olmasa da bir çeşit seçimle dolaylı yoldan sorulur. Draft literatürüne fazlasıyla yakışır, gelecek planlaması.

O çok dahasını dağarcığında barındırsa da, bazı “enteresan” gelişmeler de yaşanmıyor değil. Veya bazı usulsüzlükler! Oyuncu profilleriyle epey kafa karıştıran oyuncular, draft gecesine bir nevi iş görüşmesi olarak bakarlar. Tam da bu strateji ve gelecek öngörüsüyle yola çıkan Tanguy Ngombo.
57.sıradan draft edilmesi sıradışı değil elbet.

Dallas Mavericks takımı 2011 yazını draft süresi bitmek üzereyken, haklarını takasla Portland Trail Blazers’a vereceklerdi. O esnada işler iyice sarpa saracaktı ki, Minnesota Timberwolves duruma dahil oldu. Aslında Dallas, Portland görücülüğüyle akıllarındaki isim Isaiah Thomas’ı ileteceklerdi, lakin o şu sıralarda Boston takımıyla yukarılara oynuyor. Ancak son dakika basketi Minnesota takımının aklındaki Tanguy Ngombo’yla gelecekti.




Şimdi daha da uç noktaya uzanma vakti. Üç takımı dahil eden draftta bambaşka oyunlar olacaktı. Ngombo’nun sürekli el değiştirdiği takımı ve biraz parası ile işleri noktalamayı düşünüyor. O kadar da kolay olmayacaktı. Draft edildikten birkaç gün sonra, Ngombo’nun yaşı hakkında farklı iddialar atılmaya başlanacaktı.
1989 yılında doğmuş olarak görünen Katarlı’nın esasında 1984’te doğmuş olduğu gerçeği NBA tarihine skandal olarak yazılmayacaktı.

Sınırları aşan olaylar zinciri FIBA’ya kadar taşınacaktı. Bazı oyunlara 84 lisansı ile katılırken tıpkı draft olduğu 1989 yılına tekabül eden yılları da olacaktı.
Tüm bu yalanlar silsilesi gün yüzüne çıkarken, NBA adeta FIBA ajanı gibi iz sürecekti ve bir ilk yaşanacaktı. Normalde, NBA kuralları gereği yaş skalasının üstünde kaldığı için draft edilemiyordu. Fakat NBA bu konuda “torpil” geçecekti. Ngombo, draft edilme hakkı olmayıp, Portland ve ardından Minnesota’ya takas edilince, çoğu oyuncuyu etkileyeceğini fark etmesinden dolayı bu kuralı geçici süre rafa kaldırdı.

Hesaba katmadıkları büyük bir zarar olacaktı. İşin sonunda en çok zarar gören ve ileriki yıllarda parasal anlamda kaybı olan Minnesota’dan başkası olmayacaktı. Tarihin en fiyasko draftı olarak kabul edilen Tanguy Ngombo, Katar ülkesinin takımlarından basketbol oynamaya devam ediyor. Gelecek planlamasını yalanlar üzerine kuran Tanguy’un bir anlamda işler tutsa da, NBA’in de işleri daha ince eleyip sık dokuması içinde yardımcı olacaktı.

12 Nisan 2018 Perşembe

Biatlonun Kralı

Şampiyonluklar, antrenmanlar, Norveç’in en yüce soğuğu ve en nihayetinde emekliliği açıklandığından beri tartışmalar gırla. İnsanlar artık biatlonu nasıl izleyeceklerini düşünüyorlar. Evet, Ole Bjoerndalen, 1992 yılında başladığı dünya yolculuğuna 2018 yılında son vereceğini hiç kimse aklına getirmiyordu. Hayır hayır kimsenin buna cesareti yoktu.

Artık, kış olimpiyatlarına yeni isimler arayışı içinde olacağımız kesin. Bjoerndalen’in sonuçlarını görmek için illa birinin bize göstermesini beklemeye gerek yok. Dünya sürekli değişirken, hızla fason üzerinden giden bir düzende kurarsak takip eden oluruz. İşte tam da bu noktada biatlon kralı devreye girecekti. 18 yaşında iken kariyerine göz kırpacaktı adeta.

1 yıl sonrasında dünya şampiyonluğunu kazandıktan hemen sonra Norveç’te düzenlenen kış olimpiyatlarında (1994 Lillehammer) yarışıp, ısınma turlarını artıracaktı.
İlk büyük zaferi kuzey de denk gelmeyecekti belki ama 1996 İtalya’sında bireysel düzeyde kazanacaktı. Aslında ilk yola çıkarken hem kros hem de biatlonun tedrisatından geçse de yoluna odaklanacaktı.


Norveçli, biatlonun hakkını verecekti. Düşünün ki, pek de adı sanı duyulmayan bir futbolcunun önüne geçebilecek kariyer ve öneme sahip. Dünya Kupasını altı kez kazandı ve altı kez gümüşle yetindi. Ve tabi ki bronzu da müzesinde duruyor olacaktı.
Ne var ki, bunların içinde en önemlisi 1998 yılına tekabül eden, bir sezonda biatlonda üç büyük şampiyonların her birinde şampiyonluk kazandı.

Bunları bir kenara not ettikten sonra, kendi alanında 179 podyumla arkasından gelecek ayaklara epey büyük bir çıta bırakmıştı. Ve elbette bunların bir kısmını yeni yaşında yapacaktı. Aslında kariyerine 2016 yılında sonlandırması beklenirken, 2018 yılına Pyeongchang’ı da es geçmeyecekti. O yaşamına şampiyonluklarla beraber “ilk” olmayı da başaracaktı.

FIS Cross’ta Dünya Kupası’nda ilk erkek biatloncu olarak tarihe yazılacaktı. Olimpik Kış Oyunlarında toplamda 13 madalya, 8’i altın olmak üzere… Dünya Şampiyonası’nda 45 madalya ve pek tabi ki 20’si altın olarak boyna takılacaktı.
Ve bu zamana dek tek başına geldiği bireysel zaferler… 95 zafer! Şu an tam olarak 44 yaşında ve emekliliğe ayrıldı. Üstelik geride bıraktığı efsanevi başarılar, gazete manşetleri ve kış olimpiyatlarına büyük bir çizgi. Biatlonun kralına kesin dönüşüyle elveda diyoruz.

6 Nisan 2018 Cuma

Bir Ülkeyi Tek Başına Temsil Edebilmek


Bazı sporcuların hayatı daha çocuk yaşta çizilmiş olur. Zira, bu durumu basketbolcularda fazlasıyla görürüz. Bir de maddi anlamda rahatlığı yaşamış ailelerde. Bilakis, bunlara tezatlık oluşturacak, nadir de olsa farklı yaklaşımlar yok mu? Biraz naftalinlenmiş örnekten, Dimitor Berbatov.

İsmi pek bi tanıdık gelecek. Bulgar oyuncu ülkesinin medar-ı iftiharı. Yalnızca kendisinin de değil, gittiği takımların çehresine dokunabilecek yetenekte. Berbatov aynı zamanda ülkesinin en büyük süper yıldız kategorisinin en başı denilmesinde hiç çekince olmayacağının kanıtı.
Evet, kesinlike ahenk, disiplin ve takım ruhuna uyum sağlayan, fazlasıyla unsurlar işin içinde. Ancak temelinde bir farkla!

Başarıya giden yolda “neden ben faklıyım” sorusuna net cevaplarla açıklık getiren üst seviyedeki sporcular arasında farkı belirleyende büyük oranda oyuna katkı sağlayan ve günlerce çalışılan üzerine bir “deha” dokunuşları ekleyenler süper yıldız olabiliyor. Berbatov kendisinde gördüğü cevheri Marco van Basten gibi bir usta isimden alarak ilerledi.




İlk kazanacağı kıdemi ise, CSKA Moskova’dan alacaktı. Moskova’da göze çarpmaya başlamışken, attığı gollerle diğer takımları ikna etmesi epey kolaylaşacaktı.
3 yıllık Rusya macerasından sonra, disiplin kurallarını yazan Almanlara, Bayer Leverkusen’e gol makinası olarak imza atacaktı. Attığı ve arttırdığı her gol sonunda takımının Şampiyonlar Ligi’ndeki önemli kozuna dönüştü.

Her sezon her oynadığı maçla beraber daha net bir görüntü çiziyordu. 2001’de başlayan Almanya mücadelesiyle 2006 yılıyla beraber İngiltere’ye dönecekti. 16 milyon Euro’ya Tottenham Hotspur’a imza atarak, en pahalı Bulgar futbolcusu oldu. Premier Lig’e uyum sağlamak biraz zaman alacaktı, lakin golleri değil.

İki yıllık ilişkiden sonra yıllardır Manchester United isminden daha önce gelen Alex Ferguson’un yeni keşfiydi. United ile koştuğu toplarda hemen hemen kazanamadığı hiçbir kupa kalmamıştı.
Berbatov İngiliz futbolunu çok sevmişti. Futbolun babasındayken, yaptığı hat-trick’ler şöyle dursun yılın Bulgar futbolcusu olmayı kanıksamıştı. Evet, kesinlikle İngiliz futbolunu çok sevmişti. Ada’yı terk etmeden önce Fulham ile göz doldurmaya devam etti.

Monaco ve PAOK ile sürdürdüğü Avrupa futbolu en nihayetinde varlığı dahi unutularak Hint Süper Ligi ekiplerinden Kerala Blasters takımlarına transfer olsa da burayı da terk edecekti. Avrupa futboluna bir ülkeyi tek başına sırtlayarak temsil eden Berbatov, zarif ve sakin duruşuyla, futbol zekası, tekniği ve vurdumduymaz rahatlığıyla dehasından söz ettirir. Küçük ülkenin büyük adamı.