Biz onu, bisikletin şampiyonu, üstadı ilan etmiştik, o
sonra hem ülkesinde hem de iki teker dünyasında bizlerle hemfikirdi. Ruhani
yaşantısıyla baş edememişti ancak. Ve kendisine ölümü seçecekti. Avustralyalı
bisikletçi, Stephen Wooldridge hiçbir zaman pes etmediği pedallarıyla mücadele etmeyi seçerken, hayatı en kısa ve kolay yolun peşinden gidecekti.
Yıllarca antrenörlüğü yapmış Sutton; “Steve, kesinlikle
bir beyefendi ve çoğu kişinin rol modeliydi, ben bu durum karşısında sözcükler
içinde kaybolmuş durumdayım.” Net bir şekilde açıklıyor. Stephen Wooldridge'ı…
Avustralya basının “en iyi bisikletçileri” arasında ilan ettiği modern zaman
idolüydü.
Olimpiyatların başkenti, Atina’da 2004’ü gördüğümüzde
altın madalyasıyla hatırladığımız, daha sonra kabına sığmayıp, dünya
şampiyonluğunun sınırlarını yeniden çizdi.
Üç yıl üst üste, totalde dört kez şampiyonluk
kutlamalarına ülkesini çok uzaklardan çağırarak dahil etti. Sakin ve kendi
şahsına münhasır tavrıyla dikkat çekerken, bir gün kendisini psikolojik
bunalımın önüne bırakan bir adam. Bir insan. Boynunda çarmıh gibi taşıyamadığı
hüznüyle düşündüren, üzen hatta bundan birkaç hafta önce binlercesini ağlatan…
Mühendislik eğitimi almasına rağmen baskın olan yollar... Ve iznini isteyip iki teker ile sil baştan olacaktı.
Tam olarak adını da Atina’da duyuracaktı. Brett
Lancaster, Peter Dawson, Luke Roberts gibi idolleriyle bir ekibin içinde
bulacaktı kendini. Umut vaad eden Avustralyalılar yarışlara katılmadan hemen
önce gelecek aşıladılar. Bilakis Wooldridge fiziki açıdan çoğuna göre
çelimsizdi. O konumlara gelebilmek için çabaladı ve takımdaki yerini
pekiştirmiş oldu. Yol başarısı öyle bir anda çıka gelmedi.
Gözlemledi, denedi ve yarıştı. Atina’daki performansları,
diğer bisiklet turlarının da yüksek mertebeden işareti olacaktı. Böylece ilk
madalyasının ve bunlara açılan kapıyı aralamış oldu. Ve daha sonrası…
Spordan emekliliğini isteyip mühendisliğe döndü. Bazense
“yardım” amacıyla yapılan etkinliklerde,
Avustralya bisiklet konfederasyonlarından aktif görevler üstlendi.
Adına yazılacak, müzelere taşınacak madalyalar, kelimeler
içinde kaybolur. Tıpkı, Steve’in kaybolduğu gibi. Onun içini kemiren eksik
parçayı bulamadı. Son verdi. Yapmak istediği her şeyi yaşamıştı. Geriye
yaşanmadık bir ölüm kalmıştı. O da buldu onu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.