Hayatımız boyunca yaptığımız, yapacağımız şeylerin çoğunu mutlu olmak dışında yapıyor muyuz? Bunları düşünürken, ben hızlıca “sanırım” cevabınız verip, devam edeceğim. Es keza bunun sonucunda ise bir başlangıçtan daha fazlasına da sahip olamıyoruz.
Mesela Bahman Golbarnezhad zorluklarla, aksiliklerle geçen hayatını da düzene oturttuğu sırada yıllardır olması gerekenden fazla yorduğu kalbine yenik düşecekti.
Belki de tam yaşamının yoluna girdiği, huzurun başlangıcında olduğunu düşünüyordu. Tam da o başlangıç, o huzurdan sonra her şeyin yolunda gideceğine inanıyordu. İnanması gerekirdi. Olmadı! Bahman Golbarnezhad, için her şey İran-Irak savaşı arasında çıkmaza sürüklendiğinde başlamıştı.
Savaşta mücadelesini sürdürürken, bastığı mayın sonucu sol bacağını kaybetti. Yılmadı, devam etti. Sanki bunlar hiç yaşanmamışcasına… Sürekli direniş ve savaş içinde, geçen hayatını, sporla keşfedecekti.
Bahman’ın ritmini sağlayan şey, tutunmaktı. Gazi olduktan üç yıl sonra, profesyonel spor kariyerine güreş ile başlasa da asıl meydan okumasını halterde yapacaktı. Bunu açıkça on iki altın, bir gümüş madalyayı ile taçlandırdı. Bu ritim; süregelen bir inancın parçasının ritmi gibidir.
Sonunda ne istediğini bilen, bazen bir anda şaşabilen ve de kesin başarılara bağlanmayan bu tutkularla yarattığı geri dönüşler…
Aslında sizlerin, benim veya başkalarının hayatlarındaki tutkular Bahman’ın başarılarında, somutlaşmıştır. Ve bunu da göstermekten ziyade, izlettirmek gibi bir yol seçer ki, Golbarnezhad’ın hakkında yazmamın istememin sağlayan noktalar bunlardır.
Güreş ve halterin yanı sıra, omzundan yaralanınca 2006 yılıyla beraber iki tekerin rüzgarına kapıldı. Esasında hiç de fena sayılmazdı. Eşikten döneceği zaman, eşini kanserden kaybetti. Daha önce yaşadığı dejavuya yine yılmadan devam etti. Belki yoruldu ama bırakmadı.
Önce 2011 yılında Londra’daki Paralimpik Oyunların da, İran'ı temsil etmiş ve sonrasında 2016 Rio Olimpiyatları yarışı sırasında geçirdiği kaza sonucu yaşamını yitirmişti.
Bahman Golbarnezhad örnek bir adamdı. Sadece onunla ilgili söylenenler, yazılanlar değil herhangi bir yarışından, başarılarından ve iradesinden bunu sezebilirsiniz. Hepimiz şöyle bir dünyada hatalar yapan, sürüklenen ve tam olan bir şeye ayak uydurmayan bir sisteme, tutunan bir adamdı. Ta ki eşikten dönene kadar!
28 Nisan 2017 Cuma
25 Nisan 2017 Salı
Homeless World Cup
Fazlasıyla yükselen sesler, Sao Paulo’nun bunaltıcı havasında kaosa dönüşmüştü. Her sesin ortak noktası, Corinthions Stadyumunda buluşuyordu. İşin aslı dertlerini dile getirmenin tek yolunun eylemden geçeceğindendi. Peki çözüm oldu mu? Kimdi bu insanlar ya da tepkileri kimeydi? Şaşırabilirsiniz!
2003 yılından beri düzenlenen ve de dünya geneline yayılmış,evsizlere, yoksullara dikkat çekmeyi hedefleyen Evsizler Dünya Kupası 2010 yılında Rio’da düzenlenecek organizasyon için tepkilerini dışa vurmuşlardı.
Çünkü; ölçüsüz harcamalar, sağlık, eğitim ve de ulaşım gibi önemli noktalara yatırım yapılacağına, ucu bucağı olmayan “futbola” yatırım yapılması ironik!
Hem yoksulluğa ve evsizlere dikkat çekilip hem de hunharca harcanan para/lar, Evsizler Dünya Kupasına katılacak olan kişilerin hak savunuculuğuna soyundu. Ne denli başarılı oldu, tartışılır! Lakin protestolar da “Evsiz İşçiler Hareketi” öncü bir rol oynadı. Her şey de tam olarak böyle başlamıştı.
Sokakta yaşayanlar bir araya gelip, The Big Issue Scotland kurucuları ve Avusturya’da basılan sokak gazetesi (Megaphon) editörlerinden bu fikri benimseyip, bir buçuk yıl sonra resmiyete döktüler. İlk organizasyon Graz’da (Avusturya) düzenlendi.
Tepkilerin aksine 20.000'e yakın seyirci alkış tuttu, bazende nefeslerini. Yaklaşık 100’e yakın maç yapıldı ve sonunda ilk şampiyon ülke Avusturya olacaktı.
Bu organizasyon sonucunda 50’ye yakın kişinin artık sabit bir iş olacak şekilde geri dönmesiydi. Bir sonraki yıl Göteborg’da düzenlenen İkinci Kupa ise; İtalyanların hezimetiyle fair-play ruhunu oluşturdu. 2005 yılı itibariyle katılanların %70’inden daha fazlasının hayatlarının dönüm noktası olmuş, ciddi değişiklikler, iş imkanları, azımsanmayacak türden üniversite başarı oranları yükselen grafikteydi.
Bunların hepsinin yanı sıra, uyuşturucu, alkol ve madde bağımlılığı olan evsizlerin yanıt vermeleriydi.
Theodere Roosevelt’in manidar bir sözü kuruluş amacın tüm çıplaklığıyla anlatıyor. “Nerede olursanız olun, elinizdekilerle yapabileceğinizi yapın” Kendi ülkenizde düzenlendiğin de veya mutlaka bir yerlerde denk geldiğinizde günler öncesinden plana veya paraya ihtiyacınız olmayacak.
Girişler ücretsiz ve sınırı yok. Milyon dolarlar kazanan futbolcu yok, şayet belki de onlardan çok daha yetenekli bir isim var! Yani duyduk duymayın demeyin: “ey futbolla yatıp futbolla kalkanlar”
Bir göz atın derim:
https://www.homelessworldcup.org/tournament/oslo-2017/
2003 yılından beri düzenlenen ve de dünya geneline yayılmış,evsizlere, yoksullara dikkat çekmeyi hedefleyen Evsizler Dünya Kupası 2010 yılında Rio’da düzenlenecek organizasyon için tepkilerini dışa vurmuşlardı.
Çünkü; ölçüsüz harcamalar, sağlık, eğitim ve de ulaşım gibi önemli noktalara yatırım yapılacağına, ucu bucağı olmayan “futbola” yatırım yapılması ironik!
Hem yoksulluğa ve evsizlere dikkat çekilip hem de hunharca harcanan para/lar, Evsizler Dünya Kupasına katılacak olan kişilerin hak savunuculuğuna soyundu. Ne denli başarılı oldu, tartışılır! Lakin protestolar da “Evsiz İşçiler Hareketi” öncü bir rol oynadı. Her şey de tam olarak böyle başlamıştı.
Sokakta yaşayanlar bir araya gelip, The Big Issue Scotland kurucuları ve Avusturya’da basılan sokak gazetesi (Megaphon) editörlerinden bu fikri benimseyip, bir buçuk yıl sonra resmiyete döktüler. İlk organizasyon Graz’da (Avusturya) düzenlendi.
Tepkilerin aksine 20.000'e yakın seyirci alkış tuttu, bazende nefeslerini. Yaklaşık 100’e yakın maç yapıldı ve sonunda ilk şampiyon ülke Avusturya olacaktı.
Bu organizasyon sonucunda 50’ye yakın kişinin artık sabit bir iş olacak şekilde geri dönmesiydi. Bir sonraki yıl Göteborg’da düzenlenen İkinci Kupa ise; İtalyanların hezimetiyle fair-play ruhunu oluşturdu. 2005 yılı itibariyle katılanların %70’inden daha fazlasının hayatlarının dönüm noktası olmuş, ciddi değişiklikler, iş imkanları, azımsanmayacak türden üniversite başarı oranları yükselen grafikteydi.
Bunların hepsinin yanı sıra, uyuşturucu, alkol ve madde bağımlılığı olan evsizlerin yanıt vermeleriydi.
Theodere Roosevelt’in manidar bir sözü kuruluş amacın tüm çıplaklığıyla anlatıyor. “Nerede olursanız olun, elinizdekilerle yapabileceğinizi yapın” Kendi ülkenizde düzenlendiğin de veya mutlaka bir yerlerde denk geldiğinizde günler öncesinden plana veya paraya ihtiyacınız olmayacak.
Girişler ücretsiz ve sınırı yok. Milyon dolarlar kazanan futbolcu yok, şayet belki de onlardan çok daha yetenekli bir isim var! Yani duyduk duymayın demeyin: “ey futbolla yatıp futbolla kalkanlar”
Bir göz atın derim:
https://www.homelessworldcup.org/tournament/oslo-2017/
21 Nisan 2017 Cuma
Harekete Geç!
Eskiden maça gitmenin en güzel yanlarından biri de muhakkak
maç öncesi stadı saran köfte kokusuydu. Bu kimi zaman maç sonrası
gelenekselleşen bir seremoniye de dönüşebiliyor.Ancak artık futbolla beraber
dönüşüme uğrayan ve hatta zarar gören bu tezgahlar yerini modern kahve
bardaklarına bıraktı. Bunlar bir yerden tanıdık gelecek.
Eskinin ruhunu sadece çevresiyle kaybetmeyecek, statlar
bundan en çok nasibini alanlar olacaktı. “Akıllı, modern, teknolojik” stat
sıfatlarına sığınsalar da “ruhunu” eskide bırakmış olanlar vardı. Daha objektif
olmak gerekirse son iki yıl içerisinde veya bu süreyi beş yıla kadar
arttırırsak, gerçekten Süper Lig (Türkiye) maçı izlediniz mi? Fazla acımasızca
olduğu kabul, lakin rotasını diğer liglere çevirenlere de haksızlık etmeyelim.
Mesela bir alt lig olan PTT 1. Ligi; bu yıl ne derece
heyecanlı ve keyif veren bir lig olduğunu konuşabiliriz. Keyif kelimesi
futbolun altında ezilse de hakkını verelim!
Ne var ki Yeni Malatyaspor, PTT 1. Liginde adeta bu
eksikliği gidermek üzere birincilik koltuğunu sahiplendi. Açıkçası Süper Ligi
garantilemesine birkaç maç kaldı.Yeni Malatyaspor 30 yıllık kariyerine oldukça
fazla inişler çıkışlar sığdırsa da, asıl çıkışı için epey bekleyecekti. Son
dört yıl içerisinde bulundukları tüm liglerden birinci olarak bir üst ligde
yarışmayı son derece tadını çıkararak kazanacaklardı.
Üstelik çok sağlam taraftar desteği de, 13000 kişilik
stadyumun dolmasıyla vücut bulacaktı. Aslında Yeni Malatyaspor ”genç” kurulmuş
bir takım dersek hiç de yanlış olmaz. 1986 yılında kurulan kulüp, ard arda iki
sezon içinde amatör ligden 2. Lige yükselerek kanıtlamış durumda. Arada bazı
noktalarda evrilerek, yeni sponsor anlaşmalarıyla beraber, Yeni Malatyaspor olarak
çim sahada.
Bu yazı yazıldığında Yeni Malatyaspor, Ümraniyespor da
ender görülen mağlubiyetlerden birini aldı. Dün ise, yeni galibiyetini veyahut
şampiyonluk kutlamaları için bir ön hazırlık niteliği taşıyabilir. Tabi Yeni
Malatyaspor hala Malatyaspor mu siz karar verin!
Arşivlerinden sakladıkları futbolu, enerjiyi, çoşkuyu ve
derinliği şayet Süper Lige çıktıklarında da yansıtmaları en büyük temenniler…
Yalnız Süper Ligin huyu suyu hürmetinden tüm heyecanıyla başlayan takımları,
kendi düzenlerine benzettiklerinden korkar durumdayız. Zira Yeni Malatyaspor, 1986
yılından beri bir nevi rüzgara karşı mücadelesini sürdürdüğü için diğer
takımlarında harekete geçirecektir. Öyle olmalı!
12 Nisan 2017 Çarşamba
Federer, Şaşırtmaya Devam Ediyor
Bu hafta iyi bir hafta olabilir. Olmayabilir de! Emin
değilim. Lakin çok net olan durum silsilesi Federer’in 2017 yılına fırtına gibi
estiği, şüphe götürmez bir gerçek . Tenis tarihinin “altın çağını” hemen hemen
her yıl yaşayan Roger Federer’den bahsediyorum. Öbür tarafta toprak kortun
değişmez ismi Rafael Nadal.
Avustralya Açık finali itibariyle sadece üç ay geçmesine
rağmen üç final karşılaşmasında raketlerini konuşturdular. Ve üçünü de şampiyonluk kupasına daha aç olduğunu ispatlayan saygıdeğer ekselansları
olacaktı. Bu aşamalara gelene kadar koca bir yılı (2016) hayal kırıklığı
atlatmak zorunda kalarak geçirecekti; ama o günlerin sonuna geldi.
Herkes bitti, bitecek derken yaşına ve söylemlere kulak
kabartmadan daha istekli yoluna devam ediyor. Açıkçası teniste fazlasıyla doygunluk
yaşayan herkes, Federer’i kortta izlemekten büyük keyif alıyor. 2017 Ocak ayına
ilk 20’de açılışını yapmışken üç ay içerisinde, Avustralya Açık, Indian Wells
ve Miami Masters şampiyonluklarıyla dördüncü sıraya kadar yükseldi.
Bu üç finalin adında Federer-Nadal isimleri yazıyor
olması bir nevi El Clasico veya NBA finallerinin son maçı havasında
oynanacaktı. Bunların yanına not eklemeyi de ihmal etmiyor sevgili Federer. Üç
ay içerisinde 20 maçtan sadece birini kaybetti.
Küçük küçük ipuçları veren Federer, şu sıralarda kendini
sadece bir kere kazandığı Roland Garros’a hazırlanma sürecine yoğunlaşmış
durumda. Bu aynı zamanda Monte Carlo, Madrid ve Roma turnuvalarında olmayacağım
demek oluyor. Federer sempatizanlığı, her zaman makul davranmasından, tenise
getirdiği oldukça fazla gelgitler, sınır tanımayan kusursuzluğundan rahatsız da
oluyor olabilirler. Esasında kimin umurunda ki!
Herkes yeniden Federer’in oyuna renk katmasıyla ilgileniyor
şu sıralar. Asıl merak edilen de toprak kortta ne tür maharetler göstereceği
yönünde. Aslına bakarsanız; “yenilmez Federer” sıfatı yeniden yapıştırıldığından
beri, Nadal son hamlesinin ne olacağı konusu merak. Kuşku yok ki cevabın
gecikmeyeceği…
Gözler toprakta, Fransa’da, Roland Garros’un eşsiz atmosferinde
olacak. Her ne kadar istatistikler Nadal
yönünde ivme kazansa da Federer’in henüz hiçbir yere gitmeye niyeti yok.
Federer’in içinde yanan bu ateş, yüksek irtifalardan
çakıldıktan sonra dahi kendini bırakmayacaktı. Koşmaya devam etti. Ve de hayal
kurmaya…
7 Nisan 2017 Cuma
Westbrook'tan Çok Daha Fazlası...
En yakın arkadaşı Khelcey Barrs’ın ölüm haberi, onları 15
yaşındayken sarsacaktı. Ansızın ve hayallerini yıkar şekilde… Russel Westbrook,
Barrs’a göre cılız, çelimsiz ve
basketbol oynayabilecek potansiyelden epey uzak bir yapıdaydı. Barrs ise; gelecek vaat eden bir forvetten çok daha fazlası.
Aslında Westbrook’tan ayıran bir diğer yönü de, daha lise
öğrenciliğinin başında olmasına rağmen bir çok okulun radarına takılmış olmasıydı.
Bu durum resmiyete döküldüğünde, Khelcey'e hemen hemen her
kolejden teklif yağarken, ayrılmaz ikiliden Westbrook, sadece iki takımdan
almayı başaracak, ve böylece ilk defa yolları ayrılmış olacaktı.
Bu muhteşem beraberliğin sonu Khelcey’nin antrenman
sırasında kalp krizi geçirmesi sonrası parkede verecekti.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Zira bu
Westbrook için her anlamda dönüm noktası niteliğindeydi. Muazzam bir gelişim,
diğer takım arkadaşlarından her daim en az iki saat önce antrenmana başlaması,
azmi, her savunmada yere yıkılışı ve artık smaç vurabiliyor olması dahi bu
sürece dahil.
Takım arkadaşları; “Barrs’ın ölümünden sonra Westbrook’un
hayata tutunma gücü çok daha fazla arttı. O olay olmadan önce smaç bile
vuramıyordu.” şeklinde dile getirmekten çekinmiyorlardı.
Esasında Westbrook en yakın dostu Khelcey’i hayatta
tutmaya çalışıyordu. Kendini kandırmıyordu, bunu ciddi anlamda yaşatıyordu.
Westbrook sadece basketbol oynayarak Khelcey için bir
şeyler yapabileceğine inanıyordu. Hiç de haksız sayılmaz. Onun bir parçasıydı
çünkü. Çok çalışıyor, daha çok çalışıyordu.
Taktığı bileklikle, (KB3) Barrs’ı
her daim hissedebiliyordu. 2008 yılıyla beraber onlar hedeflerine kavuşacaktı.
Seattle’a draft edilse de Oklahoma City Thunder’ın formasını terletecekti.
All-Star’a seçilip, iki yıl üst üste All-Star maçının en
değerli oyuncusu olmayı hak edecekti.
Bir de kısa süre içinde ivmeyi yukarıya taşıyarak milli
takım formayla Olimpiyatlara, şampiyonaların değişmez ilk beşine adını
yazdıracak kıvamdaydı.
Akıllarda tek bir soru; Khelcey ölmeseydi, Westbrook
sizce nasıl biri olurdu? Bunun cevabını asla bilemeyeceğiz. Ancak emin
olduğumuz tek nokta onun için çok çalıştığı ve yılmayacağı…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)