Habertürk Gazetesi Spor Editorü, Murat Ağca ile yapmış
olduğum sohbet, bizlere bir yerden tanıdık gelecek! Aslında buram buram spora
olan aidiyet duygumuzu çarpacak yüzümüze… Açık ve net şekilde konuşmalar, bazen
Federer’e denk gelecek bazense hiç beklemediğimiz Körling takımına… O halde
sizleri başa başa bırakıyorum.
1. Murat Ağca’nın şu an bu nokta da olması
anne karnında başladı diyebiliriz. Ya da ülkemizde pek de olmayan Olimpiyat
ruhu mu demeliyim… Zira hikâyenin devamını bilen biri olarak neler anlatmak
istersiniz?
Ben 1972 doğumluyum. 72 Münih olimpiyatlarının olduğu yıl,
Türkiye için çok önemliydi. Yayıncılığın emeklemeye başladığı yıllara denk
geliyordu. Siyah- beyaz TV yayıncılığına da Münih olimpiyatlarıyla yapılmaya
başlanmıştı. Ben de ağustos ayında doğduğum için, olimpiyatın olduğu dönem,
benim artık annemin karnında geçirdiğim son dönemdi.
Annem, evde sıcak havada
çok canı sıkıldığı için babamda televizyon satın alıyor ve o sırada
olimpiyatlar yayınlandığı için ki annemde çok sever olimpiyat ruhu daha o dönem
de kanıma işledi diyebiliriz.
Bu hikâyenin sonu da şöyle aslında, 72 Münih’te yüzmede Mark
Spitz’i izleyerek geçiriyor son dönemlerini annem. Dolayısıyla bende anne
karnında ilk olimpiyatımı takip etmiş oluyorum. Annenin hissettikleri çocuğu da
geçer derler, bir yerde bunun kanıtı da olabilir. Fiilen olmasa da benim ilk
olimpiyatım diyebilirim.
Burada estetik spor izlenmesine de vurgu yapmak gerekiyor.
Bu konuda da Kenan Onuk’a değinmeden geçemeyeceğim. Kenan abi en değerli spor
yazarlarından biriydi. TRT’den sonra NTV’ye geçti ve iki konuda çok ısrarcı
olduğunu biliyorum. Biri atletizm diğeri buz pateniydi. Bu iki şart koşulunda NTV ilk yıllarında TRT’de
olduğu kadar NTV’de izledik atletizm ve artistik buz patenini.
2. Daha özümüze dönersek ülkemizde neden
Olimpiyatlara önem verilmiyor? İzlenmiyor?
İzliyoruz aslında! İzlenme oranlarına bakarsak izliyoruz
diyorum. Son dönemde yayıncılık konusu üzerinden çok farklı boyutlara geldi.
Olimpiyat oyunları evvelinden ve uygun paralara alınıp yayınlanıyordu ancak son
yıllarda, 2016 olimpiyatları için Fox yayın haklarını satın alması ve son ana
kadar satabilmek için çaba sarf ettiği için kaynaklandı. Ve sonunda son gün son
dakika anlaşmaya varıldı.
Bu işin uzamış olması gerekli olimpiyat çalışmalarının alt
yapısının yapılamaması beraberinde getirdi. Yayın saatleri uzun olamadı ve
yayınlar merkezden yayınlandı. 2016 Rio
Olimpiyat oyunları hem sportif açıdan hem de yayını limitli ve zamanlaması
açısından havaya giremedi. Türkiye’de renkli ve heyecanlı geçerdi.
Ben bu olaya iki açıdan bakıyorum. Birincisi bizde
fazlasıyla milliyetçilik damarı var ve her şey yenmek/yenilmek üzerinden
bakıyoruz. O sporun evrensel değerleri, olimpik ruhundan ziyade, sporu oyuna
indirgiyoruz. Olimpiyatlarda bu işin Nirvana’sı olduğu için, çok üstlerde olsun
istiyoruz. Bizim kafa yapımızı değiştirmemiz gerekiyor yoksa dört yılda bir bu
kısır döngü içinde tıkılıp kalacağız.
Benim ilk Olimpiyat başlangıcım 1996’dır. Gazeteci olarak,
Türkiye’den takip ettiğim. Daha sonra da 2000 olimpiyatı ile giderek izlemeye
başladım. Bu süreçte değişmeyen bir klik vardır, olimpiyat bitince elde edilen
başarılar araştırılır ve yetersiz görülür. Bunu da sadece spor yazarları değil,
o anda siyasilerden herkes yazar ve bir sonuca da ulaşılamaz. Sonra günlük
hayatımıza geri döneriz ve klasik gelgitlerimiz ile kazanma/kaybetme ortamına
çeviririz. Bundan sonra değişir mi bilemiyorum!
1. Bir görüşüm olacak aslında bunu Aras Yetiş
ile yaptığımız röportaj da gündeme getirmiştik. Mesela paralimpik oyunları
olimpiyatlardan hemen önce olsa daha etkin rol oynamaz mı? Hem olimpiyatlara
ısındırmak anlamında hem de paralimpik oyunlarına olan ilgiyi arttırmak için…
Olimpiyatlar kadar önem arz eden
paralimpikler, biz de maalesef aynı değeri bulmuyor. Oraya para harcanmıyor,
gereksiz görülüyor. Ne yazık ki algı ve yaklaşım meselesi… Türkiye açısından!
Güzel bir fikir ama Türkiye’ye ne kadar katkısı olur şüpheliyim. Bizim için
önemli olan, paralimpik oyunlarının ne zaman yapıldığı değil nasıl Türk halkı tarafından
izlenir hale getirildiği üzerine olur.
Biz daha spor branşlarını
özümsetemedik, bunun da büyük sorumluluğunu sokakta ki insanlara vermiyorum.
Çünkü Türkiye’de şöyle bir algı yerleştirildi: “Bu sporlar izlenmiyor.” Buna
kim karar veriyor? Ancak olimpiyatlara aday olduğumuzda tenisi, basketbolu,
atletizmi ne kadar çok izlediğimiz ve oynadığımız üzerine araştırma yapıyorlar.
O zaman birileri yalan söylüyor? Bu araştırmalar mı yalan söylüyor yoksa
diğerleri mi? Aslında ikisi de doğru söylüyor. Türkiye’de medya hala çok önemli
bir güç olduğu için, yadsınamaz. Halen daha Anadolu da, büyük şehirlerde çok
önem arz ediyor.
Bu çıkmazdan çıkabilmek adına
devlete ve sivil tolum kuruluşlarına büyük görevler düşüyor. Tabi medyaya da!
Medya bunun lokomotifi olabilir. Birincisi izlenmiyor söylemleri ikincisi para
etmiyor klişeleri…
Bunu değiştirmek için ne yapmak
gerek? Öncelikle, çok beylik laf ama sporun ne olduğunu, sadece yarışmaktan
ibaret olmadığını, sporu spor olduğu için ve içindeki güzellikleri, hareketi,
sportif tekniği vs. severek izlemek için izlemeliyiz.
Böyle olmasaydı Türkiye’de
FIFA’nın en büyük ikinci organizasyonu gerçekleştirildi, Dünya gençler futbol
şampiyonası, kimse izlemedi. Niye? Orada geleceğin yıldızları vardı. Şimdi
onların bir kısmı milli takımlarında harikalar yaratıyor! Niye izlemedik çünkü
orada kaos, polemik, gürültü, çekişme, hakem “hataları” yoktu. Sadece futbolun
güzelliği vardı. Bunu izletecek, anlatacak olan medyanın kendisi.
2. Her sporcunun başlangıcı mutlak bir
altyapıya dayanırken, bizde gençler sporu bir kurtuluş yolu olarak görüyor ve
kazanma duygusuna yenik düşüp arkadan sporculara pek de örnek olamıyorlar. En
büyük sorunumuz altyapı? Alternatif çözümü nedir? Bu kafa yapısını değiştirmek
adına neler yapmamız gerekiyor?
Nereye yatırım yapacağız? Önce aile, okul/milli eğitim bu
ikisinin üzerine düştüğümüz zaman, orta ve uzun vadede dönüşünü alabiliriz.
Bizim en büyük problemimiz hemen her şey o an olsun istiyoruz. Neticede bir
süre tanımak gerekiyor. Bir plan ve program çerçevesinde ilerlemek gerek.
İngiltere dibi gördükten sonra, Soçi olimpiyatlarında en çok madalya kazanan
ülkeler arasına geldi keza bugün Çin, baktığımız zaman Kore, Polonya… Karşımıza
çıkan unsurlar hep aynı olacaktır. Plan, program, yatırım, alt yapı.
Siyasiler kısa sürede büyük kazanımlar elde ederek bunu
siyasi uzantıya dönüştürmek istemektedir. Sporda bu alanlarda biri olarak
göründüğü sürece bizi patinaja sürükler. Yanlışlar belli yapılacaklar belli!
3. Medya sektörü… Bilhassa son 10 yıl içerisinde ülkemizde çok
başka bir noktaya evrildi. Spor medyası gittikçe küçülmesine rağmen sosyal
medya tersi bir durumla tepki veriyor. Geleceğe kötümser mi olumlu mu
bakmalıyız?
Ben gazetecinin geleceğine hiçbir
zaman olumsuz bakmam. Sosyal medya da buna istinaden pozitif anlamda katkı
sağlamalı. Hayat bir devinimdir. Kısa sürede, yeni teknolojiler ile medya
farklı boyutlara giriyor. Bu mecralar aracılığıyla iletilen mesajların
değiştiği, ilerlediği yol kat ettiği önemli. Biz bunu birbiri ile
karıştırıyoruz. Gazetecilik sosyal medya aracılığıyla pek ala sürdürülüyor. Ne
kadar iyi kullandığıyla bağlantılı olarak…
Bir farklı noktada, kağıt
gazeteciliğin ya da klasik gazeteciliğin can çekiştiği söyleniyor. Sosyal
medyada yapılan şey, genellikle enformatik bilgilerin hızlıca paylaşmaktan
ibaret. Yani, bilgiyi paylaşmak, gazetecilik ile aynı şey değildir. Bilgi
kaynaktır ama tek başına yeterli değildir. Onu nasıl işlendiğidir.
Yeni medyayı faydalı hale
getirebiliriz. Yeni nesil gazeteciler, sosyal medyayı çok iyi kullanıyorlar,
teknik bilgileriyle bir adım öndeler. Ne var ki, içerik üretimi konusunda
yeterince donanımlı değiller. İkisini bir araya getirme konusunda ortada
buluşmaları gerekiyor. Gelecek orada duruyor ve onu nasıl şekillendireceğimizi
hep birlikte oluşturacağız. Çok olumsuz bakmamak gerek.
1. Bir de bir türlü kabul edemediğimiz
başarılı kadın sporcularımız. Basketbol, voleybol, tenis ve atletizmde, Tutya
Yılmaz gibi isimler başarılarını kanıtlasalar da, aşamadığımız çizgiler var. Bu
çizgiler aşılır mı?
Bu sarmalın içinden çıkamıyoruz
çünkü her yol bizi aynı kapıya çıkarıyor. Bunun yine en büyük sebebi yine
medyadır. Neticede bizi doğruya götürecek olan medyadır. Topyekun bir şeyler
yapmak gerek bunun içinde standardı ve kaliteyi yükseltmek gerekiyor.
Kadın-erkek ayrımına baştan
karşıyım. Olimpik düzlemde kadın-erkek eşitliği sağlanmış gibi duruyor.
Türkiye’de ise daha eğitim ile aynı eşitliği sağlayamamış durumdayız. Adını
duyurmuş olduğumuz kadın sporcuları da el üstünde tutmayı da doğru bulmuyorum.
Bunlara da gelip geçici alkışlar tutuyoruz. Bu anlamda baktığımda pozitif
ayrımcılık yapılması gerektiğini düşünüyorum. Algı da değil, destek de yapılmalı.
Günün sonunda baktığımızda, her ne kadar zorluklarla karşılaşsalar da, sportif
başarılarda ülkemizin yüz akı olduğunu görüyoruz.
Kadınlarımız bu imkanlarla bunları yapabiliyorlarsa, eşit koşullarda çok daha iyi yerlere geleceklerdir.
Kadın sporcularımız, disiplini
daha çok seviyorlar, verilenlerin kıymetini biliyorlar, küçük imkânları
değerlendiriyorlar ve bunları kendileri, gelecekleri için çok önemli olduğunu
hissediyorlar. Eyof’ta örneğin üç madalyanı üçü de kız sporcularımızdan geldi!
2. Eyof Erzurum’dan ne bekleniyordu, sonuç ne
oldu? Rusya her zamanki gibi deyim yerindeyse silip süpürdü…
Rusya ciddi başarılara sahip bir ülke, altyapı konusu da
Sovyetlerden gelen bir disiplin ve kültür var. Ülkenin büyük bir zamanı kar-kış
altında olduğunu düşününce şaşırılacak bir profil ortaya çıkmıyor. Bizim de
burada üç tane kazanmış olduğumuz madalyalar, Eyof tarihinde ilkler.
Bunlar
varken kaybedilmiş buz hokeyi maçı konuşulması ne kadar mantıklı açıklanabilir.
Çünkü biz bilmediğimiz şeyleri yorumlamaya çalışıyoruz, işin en kötüsü
bilmediğimizi de bilmiyoruz. Sosyal medyanın zararlı tarafları da bu; herkes
biliyor!
Yine de Eyof, organizasyon açısından başarılı geçti. Üç
madalya kazanması görece başarılıdır. İki sporcumuz dördüncü oldu ki bunlarda
başarıdır. Körling’te kız takımımız final oynayıp ikinci oldu. Bu takdire şayan
bir durum aslında. Israrcı olursan, demek ki başarı geliyormuş. Bir eğitim, iki
algı sorunumuz ki bu da eğitimle çözülecek ve son olarak da eğitmen problemimiz
var.
3. Doping, tarih boyunca birçok şampiyonluğun,
polemiğin de müsebbibi oldu. Ve sanki artık doping yapmak etikmiş gibi bir hal
aldı. Başa çıkmak mümkün mü? Armstrong en büyük örneklerden.
Bu biraz kişinin iyi niyetine
kalmış oluyor. Derler ya şöhret, para insanı değiştirir diye, bu yolda
ilerlerken insanların çok sağlam karaktere sahip olması gerekiyor. Bunu devam
ettirebilmek adına bazen karakterinden ödün verenler karşımıza çıkıyor.
Bisiklette doping kontrolü
zamanında yeterince yapılmadığı için, bu sonuçlar doğallaşıyor. Peki ya vicdan
ne olacak? Vicdanı mukayeseyenizi yapabilecek misiniz? Bir de sağlık
problemleri çıkacak. Atatürk’ün dediği gibi; Sporcunun zeki, çevik ve
ahlaklısının diye, orada ahlak boşuna söylenmiş değil. Bu üç unsuru barındırmak
hiç de kolay değil. Bir tarafta balyalarla para diğer tarafta fair-play ruhu ve
ilk vazgeçilen fair-play oluyor. Bunun
sonucunda artık geriye dönük testler yapılmaya başlandı. Takke düştü, kel
göründü.
Doping bitmedi, şu an bile
merdiven altı bir yerlerde imal ediliyor. Bununla sürekli mücadele edeceksiniz.
Türkiye’de bununla başa çıkabilmek adına kararlılık, eğitim ve samimiyet
olacak. Herkes aynı yöne gitmek zorunda! Biz Rusya gibi giderken, uçurumun
kenarından döndük.
1.
Sizin
için; yıllar öncesinde top koşturmuş bir futbolcudan, Rus bir jimnastikçiden,
ya da Afrikalı bir atlet için rahatça bilgi alabilir ve hakkında yorum
yapabilir söylemleri geçiyor. Sizce?
Kısmen doğru. Ben çok
unutkan bir insanım, benim bu alanda unuttuğum şeyleri zaman zaman arkadaşlarım
hatırlatırlar. Konuşunca, hatırlıyorum. Buna meslek hastalığı diyebilirim.
İnsan sevdiği işi yaparsa, ondan kolay kolay vazgeçmez.
Bizim toplumca spora uzak olmama sebeplerimizden biri de,
dokunmamamız, temas ettirmememizden geliyor. Tribünden veya televizyondan
sevmek güzel ama her şey de değil. Sporu sevebilmeniz için, hissetmeniz ve
yapmanız gerekiyor.
Türkiye’de voleybol, basketbol ve futbol neden çok
seviliyor, çünkü her çocuk deneyimliyor bunu! Ya mahalle maçında ya da okulda
deneyebiliyor. Potaya top atmamış bir çocuk yoktur muhakkak.
Ekrandaki bir sporcu ile kendini özümsüyor, onunla
bağdaştırıyor. Son saniye de gelen basketin, basketbol oynamamış bir kişi algılayamaz.
2. Sporda hep galiplerin öyküsü manşet manşet
yazılır, aslında galiplere giden yolda kaybedenlerin payı çok büyüktür. “Eğer
teniste beraberlik olsaydı kupamı Nadal ile paylaşırdım” cümlesi ile bir kez
daha hayran bıraktı Federer kendini. Üstelik sözleşmesini 2019 yılına kadar
uzattığı için tüm tenis severler tadını çıkarıyor. Federer nasıl bu denli
“kusursuz” olabiliyor?
Federer, bulunmaz bir rol model. Başarıları, bu işin tuzu,
biberi. Keza alçak gönüllüğü, centilmenliği, fair-play ruhuna olan bağlılığı,
spora olan saygısı… bunlar kazandığı Grand Slamlerden çok daha anlamlı. Grand
Slam kazanan çok sporcu var ama biz bunların bir kısmını hatırlıyoruz. Neden?
Bize bıraktıklarıyla.
Yeni yüzyılında idol sporculardan biri Federer. Federer
sayesinde tenisi seven insanlar olduğuna inanıyorum. Başarılı tenisçi olarak
atfetmek kesinlikle haksızlık olur.
Olması gerektiğini örnekleyen, rol model.
Sakatlandıktan sonra nasıl geri dönüleceğini, maç sırasında geriye düştüğünde
dahi karakterinden ödün vermediğini ve keza kazanınca da rakibe saygıdan,
sevincini usturuplu yaşayan tenisin evliyasıdır bence. Majeste veya ekselans
olmayı hak eden biridir.
3. Son olarak, zirveyi çeken önemli bir
gazeteci olmak nasıl başarılıyor?
Donanımlı olmak her şeyi bilmek demek değildir. Zaten her
şeyi bilmek mümkün değil. Mümkün olduğu kadar uzmanlaşmak çok önemlidir. Biz
yokluktan bu haldeyiz, ben de isterim sadece atletizm konusunda takipte
kalayım. Veya birkaç dal da kendimi adapte edebileyim. Ancak zorunluluktan, bu
haldeyiz. Mecburiyet biraz da bu…
Her şeyden biraz biraz öğrenmek iyi bir şey değil. Çünkü
bilmediği bir konuyu anlatamaz, bilmeyenlere anlatması mümkün değildir.
Uzmanlaştığın konuda da; doğru ve iyi analiz yapabilerek gazeteciliğin ile
harmanlayabilmek önemlidir.
Sorunun cevabı: hayır, benim gibi gitmek çok doğru bir
sonuca vardırmaz. Keşke bende birkaç alanı takip edip, o alana gitseydim. Ne
yazık ki şu halimiz dahi Türkiye’ye yeter durumda. Ben daha çok ortamın
zorlayan bir alan olması tercih ederdim. Doping konusunda mecburen uzman oldum.
Niye? Türkiye’de yaşadığım için, mecburiyetten uzmanlık yarattım.
Örneğin şike
konusunda ülkemizde, bazı gazeteciler bu alanda benim gibi mecburiyetten uzman
oldu. Ben bundan muzdarip değilim.
Baktığınızda L’Equipe’de, La Gazzetta dello Sport’da
hemen hemen her branşa bir ekip düşüyor. Buradan da eğitimde, sanatta, bilimde
gelişmeleri hiçbir şekilde tesadüf değil. Türkiye’nin uluslararası alanda
başarılı olmasını beklemek mantıklı değil. Neden? Bir alanda çok da fazla
farklılaşamazsınız. Toplum bellidir. Söz gelimi; sanatta, kültürde, bilimde,
ekonomide, insan haklarında ilk beş arasında mı ki, sporda da beşi zorlasın!
Bunlar toplumu aynasıdır ve birbirinden ayrı değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.