3 Mart 2017 Cuma

Murat Ağca'nın Perspektifiyle; Dün, Bugün, Yarın!

Habertürk Gazetesi Spor Editorü, Murat Ağca ile yapmış olduğum sohbet, bizlere bir yerden tanıdık gelecek! Aslında buram buram spora olan aidiyet duygumuzu çarpacak yüzümüze… Açık ve net şekilde konuşmalar, bazen Federer’e denk gelecek bazense hiç beklemediğimiz Körling takımına… O halde sizleri başa başa bırakıyorum.

1.       Murat Ağca’nın şu an bu nokta da olması anne karnında başladı diyebiliriz. Ya da ülkemizde pek de olmayan Olimpiyat ruhu mu demeliyim… Zira hikâyenin devamını bilen biri olarak neler anlatmak istersiniz?

Ben 1972 doğumluyum. 72 Münih olimpiyatlarının olduğu yıl, Türkiye için çok önemliydi. Yayıncılığın emeklemeye başladığı yıllara denk geliyordu. Siyah- beyaz TV yayıncılığına da Münih olimpiyatlarıyla yapılmaya başlanmıştı. Ben de ağustos ayında doğduğum için, olimpiyatın olduğu dönem, benim artık annemin karnında geçirdiğim son dönemdi. 
Annem, evde sıcak havada çok canı sıkıldığı için babamda televizyon satın alıyor ve o sırada olimpiyatlar yayınlandığı için ki annemde çok sever olimpiyat ruhu daha o dönem de kanıma işledi diyebiliriz.

Bu hikâyenin sonu da şöyle aslında, 72 Münih’te yüzmede Mark Spitz’i izleyerek geçiriyor son dönemlerini annem. Dolayısıyla bende anne karnında ilk olimpiyatımı takip etmiş oluyorum. Annenin hissettikleri çocuğu da geçer derler, bir yerde bunun kanıtı da olabilir. Fiilen olmasa da benim ilk olimpiyatım diyebilirim.

Burada estetik spor izlenmesine de vurgu yapmak gerekiyor. Bu konuda da Kenan Onuk’a değinmeden geçemeyeceğim. Kenan abi en değerli spor yazarlarından biriydi. TRT’den sonra NTV’ye geçti ve iki konuda çok ısrarcı olduğunu biliyorum. Biri atletizm diğeri buz pateniydi.  Bu iki şart koşulunda NTV ilk yıllarında TRT’de olduğu kadar NTV’de izledik atletizm ve artistik buz patenini.

2.       Daha özümüze dönersek ülkemizde neden Olimpiyatlara önem verilmiyor? İzlenmiyor?

İzliyoruz aslında! İzlenme oranlarına bakarsak izliyoruz diyorum. Son dönemde yayıncılık konusu üzerinden çok farklı boyutlara geldi. Olimpiyat oyunları evvelinden ve uygun paralara alınıp yayınlanıyordu ancak son yıllarda, 2016 olimpiyatları için Fox yayın haklarını satın alması ve son ana kadar satabilmek için çaba sarf ettiği için kaynaklandı. Ve sonunda son gün son dakika anlaşmaya varıldı.

Bu işin uzamış olması gerekli olimpiyat çalışmalarının alt yapısının yapılamaması beraberinde getirdi. Yayın saatleri uzun olamadı ve yayınlar merkezden yayınlandı.  2016 Rio Olimpiyat oyunları hem sportif açıdan hem de yayını limitli ve zamanlaması açısından havaya giremedi. Türkiye’de renkli ve heyecanlı geçerdi.
Ben bu olaya iki açıdan bakıyorum. Birincisi bizde fazlasıyla milliyetçilik damarı var ve her şey yenmek/yenilmek üzerinden bakıyoruz. O sporun evrensel değerleri, olimpik ruhundan ziyade, sporu oyuna indirgiyoruz. Olimpiyatlarda bu işin Nirvana’sı olduğu için, çok üstlerde olsun istiyoruz. Bizim kafa yapımızı değiştirmemiz gerekiyor yoksa dört yılda bir bu kısır döngü içinde tıkılıp kalacağız.


Benim ilk Olimpiyat başlangıcım 1996’dır. Gazeteci olarak, Türkiye’den takip ettiğim. Daha sonra da 2000 olimpiyatı ile giderek izlemeye başladım. Bu süreçte değişmeyen bir klik vardır, olimpiyat bitince elde edilen başarılar araştırılır ve yetersiz görülür. Bunu da sadece spor yazarları değil, o anda siyasilerden herkes yazar ve bir sonuca da ulaşılamaz. Sonra günlük hayatımıza geri döneriz ve klasik gelgitlerimiz ile kazanma/kaybetme ortamına çeviririz. Bundan sonra değişir mi bilemiyorum!


1.       Bir görüşüm olacak aslında bunu Aras Yetiş ile yaptığımız röportaj da gündeme getirmiştik. Mesela paralimpik oyunları olimpiyatlardan hemen önce olsa daha etkin rol oynamaz mı? Hem olimpiyatlara ısındırmak anlamında hem de paralimpik oyunlarına olan ilgiyi arttırmak için…

Olimpiyatlar kadar önem arz eden paralimpikler, biz de maalesef aynı değeri bulmuyor. Oraya para harcanmıyor, gereksiz görülüyor. Ne yazık ki algı ve yaklaşım meselesi… Türkiye açısından! Güzel bir fikir ama Türkiye’ye ne kadar katkısı olur şüpheliyim. Bizim için önemli olan, paralimpik oyunlarının ne zaman yapıldığı değil nasıl Türk halkı tarafından izlenir hale getirildiği üzerine olur.

Biz daha spor branşlarını özümsetemedik, bunun da büyük sorumluluğunu sokakta ki insanlara vermiyorum. Çünkü Türkiye’de şöyle bir algı yerleştirildi: “Bu sporlar izlenmiyor.” Buna kim karar veriyor? Ancak olimpiyatlara aday olduğumuzda tenisi, basketbolu, atletizmi ne kadar çok izlediğimiz ve oynadığımız üzerine araştırma yapıyorlar. O zaman birileri yalan söylüyor? Bu araştırmalar mı yalan söylüyor yoksa diğerleri mi? Aslında ikisi de doğru söylüyor. Türkiye’de medya hala çok önemli bir güç olduğu için, yadsınamaz. Halen daha Anadolu da, büyük şehirlerde çok önem arz ediyor.

Bu çıkmazdan çıkabilmek adına devlete ve sivil tolum kuruluşlarına büyük görevler düşüyor. Tabi medyaya da! Medya bunun lokomotifi olabilir. Birincisi izlenmiyor söylemleri ikincisi para etmiyor klişeleri…
Bunu değiştirmek için ne yapmak gerek? Öncelikle, çok beylik laf ama sporun ne olduğunu, sadece yarışmaktan ibaret olmadığını, sporu spor olduğu için ve içindeki güzellikleri, hareketi, sportif tekniği vs. severek izlemek için izlemeliyiz.

Böyle olmasaydı Türkiye’de FIFA’nın en büyük ikinci organizasyonu gerçekleştirildi, Dünya gençler futbol şampiyonası, kimse izlemedi. Niye? Orada geleceğin yıldızları vardı. Şimdi onların bir kısmı milli takımlarında harikalar yaratıyor! Niye izlemedik çünkü orada kaos, polemik, gürültü, çekişme, hakem “hataları” yoktu. Sadece futbolun güzelliği vardı. Bunu izletecek, anlatacak olan medyanın kendisi.

2.       Her sporcunun başlangıcı mutlak bir altyapıya dayanırken, bizde gençler sporu bir kurtuluş yolu olarak görüyor ve kazanma duygusuna yenik düşüp arkadan sporculara pek de örnek olamıyorlar. En büyük sorunumuz altyapı? Alternatif çözümü nedir? Bu kafa yapısını değiştirmek adına neler yapmamız gerekiyor?

Nereye yatırım yapacağız? Önce aile, okul/milli eğitim bu ikisinin üzerine düştüğümüz zaman, orta ve uzun vadede dönüşünü alabiliriz. Bizim en büyük problemimiz hemen her şey o an olsun istiyoruz. Neticede bir süre tanımak gerekiyor. Bir plan ve program çerçevesinde ilerlemek gerek. İngiltere dibi gördükten sonra, Soçi olimpiyatlarında en çok madalya kazanan ülkeler arasına geldi keza bugün Çin, baktığımız zaman Kore, Polonya… Karşımıza çıkan unsurlar hep aynı olacaktır. Plan, program, yatırım, alt yapı.

Siyasiler kısa sürede büyük kazanımlar elde ederek bunu siyasi uzantıya dönüştürmek istemektedir. Sporda bu alanlarda biri olarak göründüğü sürece bizi patinaja sürükler. Yanlışlar belli yapılacaklar belli!

3.       Medya sektörü…  Bilhassa son 10 yıl içerisinde ülkemizde çok başka bir noktaya evrildi. Spor medyası gittikçe küçülmesine rağmen sosyal medya tersi bir durumla tepki veriyor. Geleceğe kötümser mi olumlu mu bakmalıyız?

Ben gazetecinin geleceğine hiçbir zaman olumsuz bakmam. Sosyal medya da buna istinaden pozitif anlamda katkı sağlamalı. Hayat bir devinimdir. Kısa sürede, yeni teknolojiler ile medya farklı boyutlara giriyor. Bu mecralar aracılığıyla iletilen mesajların değiştiği, ilerlediği yol kat ettiği önemli. Biz bunu birbiri ile karıştırıyoruz. Gazetecilik sosyal medya aracılığıyla pek ala sürdürülüyor. Ne kadar iyi kullandığıyla bağlantılı olarak…

Bir farklı noktada, kağıt gazeteciliğin ya da klasik gazeteciliğin can çekiştiği söyleniyor. Sosyal medyada yapılan şey, genellikle enformatik bilgilerin hızlıca paylaşmaktan ibaret. Yani, bilgiyi paylaşmak, gazetecilik ile aynı şey değildir. Bilgi kaynaktır ama tek başına yeterli değildir. Onu nasıl işlendiğidir.

Yeni medyayı faydalı hale getirebiliriz. Yeni nesil gazeteciler, sosyal medyayı çok iyi kullanıyorlar, teknik bilgileriyle bir adım öndeler. Ne var ki, içerik üretimi konusunda yeterince donanımlı değiller. İkisini bir araya getirme konusunda ortada buluşmaları gerekiyor. Gelecek orada duruyor ve onu nasıl şekillendireceğimizi hep birlikte oluşturacağız. Çok olumsuz bakmamak gerek.


1.       Bir de bir türlü kabul edemediğimiz başarılı kadın sporcularımız. Basketbol, voleybol, tenis ve atletizmde, Tutya Yılmaz gibi isimler başarılarını kanıtlasalar da, aşamadığımız çizgiler var. Bu çizgiler aşılır mı?

Bu sarmalın içinden çıkamıyoruz çünkü her yol bizi aynı kapıya çıkarıyor. Bunun yine en büyük sebebi yine medyadır. Neticede bizi doğruya götürecek olan medyadır. Topyekun bir şeyler yapmak gerek bunun içinde standardı ve kaliteyi yükseltmek gerekiyor.

Kadın-erkek ayrımına baştan karşıyım. Olimpik düzlemde kadın-erkek eşitliği sağlanmış gibi duruyor. Türkiye’de ise daha eğitim ile aynı eşitliği sağlayamamış durumdayız. Adını duyurmuş olduğumuz kadın sporcuları da el üstünde tutmayı da doğru bulmuyorum. Bunlara da gelip geçici alkışlar tutuyoruz. Bu anlamda baktığımda pozitif ayrımcılık yapılması gerektiğini düşünüyorum. Algı da değil, destek de yapılmalı. Günün sonunda baktığımızda, her ne kadar zorluklarla karşılaşsalar da, sportif başarılarda ülkemizin yüz akı olduğunu görüyoruz.

Kadınlarımız bu imkanlarla bunları yapabiliyorlarsa, eşit koşullarda çok daha iyi yerlere geleceklerdir.
Kadın sporcularımız, disiplini daha çok seviyorlar, verilenlerin kıymetini biliyorlar, küçük imkânları değerlendiriyorlar ve bunları kendileri, gelecekleri için çok önemli olduğunu hissediyorlar. Eyof’ta örneğin üç madalyanı üçü de kız sporcularımızdan geldi!

2.       Eyof Erzurum’dan ne bekleniyordu, sonuç ne oldu? Rusya her zamanki gibi deyim yerindeyse silip süpürdü…

Rusya ciddi başarılara sahip bir ülke, altyapı konusu da Sovyetlerden gelen bir disiplin ve kültür var. Ülkenin büyük bir zamanı kar-kış altında olduğunu düşününce şaşırılacak bir profil ortaya çıkmıyor. Bizim de burada üç tane kazanmış olduğumuz madalyalar, Eyof tarihinde ilkler. 
Bunlar varken kaybedilmiş buz hokeyi maçı konuşulması ne kadar mantıklı açıklanabilir. Çünkü biz bilmediğimiz şeyleri yorumlamaya çalışıyoruz, işin en kötüsü bilmediğimizi de bilmiyoruz. Sosyal medyanın zararlı tarafları da bu; herkes biliyor!

Yine de Eyof, organizasyon açısından başarılı geçti. Üç madalya kazanması görece başarılıdır. İki sporcumuz dördüncü oldu ki bunlarda başarıdır. Körling’te kız takımımız final oynayıp ikinci oldu. Bu takdire şayan bir durum aslında. Israrcı olursan, demek ki başarı geliyormuş. Bir eğitim, iki algı sorunumuz ki bu da eğitimle çözülecek ve son olarak da eğitmen problemimiz var.

3.       Doping, tarih boyunca birçok şampiyonluğun, polemiğin de müsebbibi oldu. Ve sanki artık doping yapmak etikmiş gibi bir hal aldı. Başa çıkmak mümkün mü? Armstrong en büyük örneklerden.

Bu biraz kişinin iyi niyetine kalmış oluyor. Derler ya şöhret, para insanı değiştirir diye, bu yolda ilerlerken insanların çok sağlam karaktere sahip olması gerekiyor. Bunu devam ettirebilmek adına bazen karakterinden ödün verenler karşımıza çıkıyor.

Bisiklette doping kontrolü zamanında yeterince yapılmadığı için, bu sonuçlar doğallaşıyor. Peki ya vicdan ne olacak? Vicdanı mukayeseyenizi yapabilecek misiniz? Bir de sağlık problemleri çıkacak. Atatürk’ün dediği gibi; Sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısının diye, orada ahlak boşuna söylenmiş değil. Bu üç unsuru barındırmak hiç de kolay değil. Bir tarafta balyalarla para diğer tarafta fair-play ruhu ve ilk vazgeçilen fair-play oluyor.  Bunun sonucunda artık geriye dönük testler yapılmaya başlandı. Takke düştü, kel göründü.

Doping bitmedi, şu an bile merdiven altı bir yerlerde imal ediliyor. Bununla sürekli mücadele edeceksiniz. Türkiye’de bununla başa çıkabilmek adına kararlılık, eğitim ve samimiyet olacak. Herkes aynı yöne gitmek zorunda! Biz Rusya gibi giderken, uçurumun kenarından döndük.


1.       Sizin için; yıllar öncesinde top koşturmuş bir futbolcudan, Rus bir jimnastikçiden, ya da Afrikalı bir atlet için rahatça bilgi alabilir ve hakkında yorum yapabilir söylemleri geçiyor. Sizce?

 Kısmen doğru. Ben çok unutkan bir insanım, benim bu alanda unuttuğum şeyleri zaman zaman arkadaşlarım hatırlatırlar. Konuşunca, hatırlıyorum. Buna meslek hastalığı diyebilirim. İnsan sevdiği işi yaparsa, ondan kolay kolay vazgeçmez.

Bizim toplumca spora uzak olmama sebeplerimizden biri de, dokunmamamız, temas ettirmememizden geliyor. Tribünden veya televizyondan sevmek güzel ama her şey de değil. Sporu sevebilmeniz için, hissetmeniz ve yapmanız gerekiyor. 
Türkiye’de voleybol, basketbol ve futbol neden çok seviliyor, çünkü her çocuk deneyimliyor bunu! Ya mahalle maçında ya da okulda deneyebiliyor. Potaya top atmamış bir çocuk yoktur muhakkak.

Ekrandaki bir sporcu ile kendini özümsüyor, onunla bağdaştırıyor. Son saniye de gelen basketin, basketbol oynamamış bir kişi algılayamaz.

2.       Sporda hep galiplerin öyküsü manşet manşet yazılır, aslında galiplere giden yolda kaybedenlerin payı çok büyüktür. “Eğer teniste beraberlik olsaydı kupamı Nadal ile paylaşırdım” cümlesi ile bir kez daha hayran bıraktı Federer kendini. Üstelik sözleşmesini 2019 yılına kadar uzattığı için tüm tenis severler tadını çıkarıyor. Federer nasıl bu denli “kusursuz” olabiliyor?

Federer, bulunmaz bir rol model. Başarıları, bu işin tuzu, biberi. Keza alçak gönüllüğü, centilmenliği, fair-play ruhuna olan bağlılığı, spora olan saygısı… bunlar kazandığı Grand Slamlerden çok daha anlamlı. Grand Slam kazanan çok sporcu var ama biz bunların bir kısmını hatırlıyoruz. Neden? Bize bıraktıklarıyla.

Yeni yüzyılında idol sporculardan biri Federer. Federer sayesinde tenisi seven insanlar olduğuna inanıyorum. Başarılı tenisçi olarak atfetmek kesinlikle haksızlık olur. 
Olması gerektiğini örnekleyen, rol model. Sakatlandıktan sonra nasıl geri dönüleceğini, maç sırasında geriye düştüğünde dahi karakterinden ödün vermediğini ve keza kazanınca da rakibe saygıdan, sevincini usturuplu yaşayan tenisin evliyasıdır bence. Majeste veya ekselans olmayı hak eden biridir.

3.       Son olarak, zirveyi çeken önemli bir gazeteci olmak nasıl başarılıyor?

Donanımlı olmak her şeyi bilmek demek değildir. Zaten her şeyi bilmek mümkün değil. Mümkün olduğu kadar uzmanlaşmak çok önemlidir. Biz yokluktan bu haldeyiz, ben de isterim sadece atletizm konusunda takipte kalayım. Veya birkaç dal da kendimi adapte edebileyim. Ancak zorunluluktan, bu haldeyiz. Mecburiyet biraz da bu…

Her şeyden biraz biraz öğrenmek iyi bir şey değil. Çünkü bilmediği bir konuyu anlatamaz, bilmeyenlere anlatması mümkün değildir. Uzmanlaştığın konuda da; doğru ve iyi analiz yapabilerek gazeteciliğin ile harmanlayabilmek önemlidir.

Sorunun cevabı: hayır, benim gibi gitmek çok doğru bir sonuca vardırmaz. Keşke bende birkaç alanı takip edip, o alana gitseydim. Ne yazık ki şu halimiz dahi Türkiye’ye yeter durumda. Ben daha çok ortamın zorlayan bir alan olması tercih ederdim. Doping konusunda mecburen uzman oldum. Niye? Türkiye’de yaşadığım için, mecburiyetten uzmanlık yarattım. 
Örneğin şike konusunda ülkemizde, bazı gazeteciler bu alanda benim gibi mecburiyetten uzman oldu.  Ben bundan muzdarip değilim.

Baktığınızda L’Equipe’de, La Gazzetta dello Sport’da hemen hemen her branşa bir ekip düşüyor. Buradan da eğitimde, sanatta, bilimde gelişmeleri hiçbir şekilde tesadüf değil. Türkiye’nin uluslararası alanda başarılı olmasını beklemek mantıklı değil. Neden? Bir alanda çok da fazla farklılaşamazsınız. Toplum bellidir. Söz gelimi; sanatta, kültürde, bilimde, ekonomide, insan haklarında ilk beş arasında mı ki, sporda da beşi zorlasın! Bunlar toplumu aynasıdır ve birbirinden ayrı değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.