3 Haziran 2016 Cuma

Futbola Güzel Yakıştırması; Evren Göz


Futbola Güzel Yakıştırması; Evren Göz


Halit Kıvanç “Futbol ne güzel şey” dedi ve bir kez daha hayatlarımıza dokundu. Onlar gibi değerli bakış açılarına sahibiz ki spor bilhassa futbol için umutlu olabiliyoruz. Ancak artık yavaş yavaş yerini yeni fikirlere bırakıyorlar.
Bunlardan vizyonuyla, imza attığı işlerle örnek diyebileceğimiz isimlerden biri hiç şüphesiz Evren Göz’dür. O da Halit Kıvanç gibi futbola kendi üslubuyla yaklaştı ve “ güzel oyun” olarak kapılarımızı çaldı.
Yakında yeniden başlayacak olan Güzel Oyun'u ve bu programın emekçisi Evren Göz’ü yani Güzel Adamı tanımaya ne dersiniz?

-          2013 yılı itibariyle NTV’nin yeni Galatasaray muhabiri olarak evlerimize konuk olmaya başladınız. Samimi ve içten yorumlarınızla sizi tanıyoruz. Peki, gerçekte Evren Göz kimdir?

11 Ocak 1983 doğumlu İstanbul’da doğmuş muhabir… Galatasaray Muhabiri. Ve de 2005 yılları itibariyle sektöre ANS Prodüksiyon da başlayan bir televizyoncu ve spor aşığı… Futbol özellikle, babadan kalma alışkanlık. Futbol güzel bir oyundur.


-          Sizin için ekşi sözlükte dahil güzel adam, “güzel oyunun” emektarı olarak bahsedilmekte (Kanal 24). Yakınlarda da tekrar NTV Spor’da başlayacağının haberleri de gelmişken, nedir bu “ Güzel Oyun”? Daha önce Galatasaray özelinde; Metin Oktay, Hagi, Tanju Çolak, Özhan Canaydın, Uefa Kupası gibi yine bu tarzda mı bir program bizi bekliyor?

Yine aynı tarz. Artık kameralar da gelişti, o yüzden daha canlı bir program olacak. Taffarel ve Gökhan Zan bölümlerini çektik. Güzel Oyun'un format genişliği var ki; sadece bırakanlar değil, aktif olanlarla da yapmak istiyoruz. Güzel Oyun eşittir, oynayan futbolcuların hayatı değil.  Takımları da içinde barındıran ya da spikerleri de anlattım. Güzel Oyun futbola dokunmuş, futbolun içinde olan (medya mensubu da olabilir, bir taraftar da olabilir.) Alpaslan Dikmen (UltraAslan Kurucusu) o da olabilir, Fenarbahçe’de Amigo Paşalı Birol da olabilir, Güzel Oyun'un çok geniş bir formatı var. Sadece eski futbolcuların hayatı değil… Daha geniş bir formatı olan program.

-          Muhabirlik bir anlamda; zira takım muhabirliği sağlam verilere dayalı istihbarattan da geçmekte. Bilhassa transfer döneminde uzaktan bakış, dünyaca ünlü sporcularla bir arada hatta onların kamplarında berabersiniz. Bu işin görünen tarafı mı yoksa zorluğu var mıdır?

Her gün trafik yoğunluğu, futbolcularla ve teknik direktörlerle iletişim halindesiniz. İç içesiniz. Bunun saati, zamanı yok. Bu 7/24 devam eden bir haber. Sürekli canlı, gece de olabilir, sabah da… Transfer dönemi özellikle, menajerlerden, futbolculardan yoğun bir tempo, sağlam bir ayağınız olması gerek. İnsanla alakalı bir durum. Onlarla güven bağı kurmak ile ilgili. Örneğin Galatasaray’da son zamanlarda sürekli teknik direktör değişimi ya da başkan değişimi bizi de etkiliyor. Tam yöneticileri alışıyorsunuz, bu sefer de sistem değişiyor. Beşiktaş ve Fenerbahçe’de böyle değil. Daha istikrarlı bir yapı var.


-          Bu arada Messi’ye benzetilme gibi yazılara rastladım Haklılık payı var mıdır? Bence kısmen var.

Benzetiyorlar evet. Belki gözlerden dolayı. J

-          Açıkçası Messi’ye ben şu şekilde benzetiyorum. Bu yaz, yanlış hatırlamıyorsam. Hamza Hamzaoğlu ve ekibiyle oynadığınız maçta Hagi’yi anımsatan orta sahadan ve klas bir vuruşla golünüz vardı. Futbol anlamında bir yetenek var gibi.

Futbol açısından değil belki ama ben zaten sağ ayağımı kullanıyorum Messi solak :)

-          Sempatik bir Galatasaray muhabiri diyoruz da Galatasaray’ı mı destekliyorsunuz? (Webaslan da köşe yazarlığını yaptığını düşünürsek.)

Taraftarlık duygusu bambaşka bir kavram. Zaten taraftar gibi olunmamalı, çünkü objektif bir iş yapıyorsunuz. Galatasaray camiasının içindeyim ve beslendiğimiz nokta kuşkusuz Galatasaray. Ama Galatasaraylı mısınız sorusu muhabirin tuttuğu takım olmamalı. İşe yansıtırken dikkatli olmalı. Objektifliğinizi kaybederseniz o sizi zorlar. Tabi ki Galatasaray çıkış noktası. Ama kulüp taraftarlığı gibi olmuyor. Kulüpte yanlış giden şeylerin olduğunu da anlatmalıyız insanlara. Çok fazla fanatik olup muhabirlik yapıyorsa insan kulübünün  yanında olur. O zaman da işini yapamaz. Ben doğrunun tarafındayım.
Webaslan ise; köşe yazarlığı teklifi geldi ve ben de severek kabul ettim. Galatasaraylı taraftarların olduğu, takip ettiği site. Hatta askerdeyken dahi bazı yazılar yazmıştım. Yazı yazmayı seviyorum.

-          Biraz daha genel bir soru ile devam etmek istiyorum. Her geçen gün gelişen futbol endüstrisinde futbolu nerede görüyorsunuz? Ekonomik kazanç? Sadece spor mu?

Futbol son 20 yılda özellikle ŞL. Gelirleri, bilhassa 90’ların ortasından sonra iyice artmaya başladı. Eskiden Şampiyon Kulüpler Kupası vardı ve eleminasyon sistemi uygulanırdı. Şimdi onu lige doğru dönüştürüp para havuzu ve reklam gelirlerini arttırdılar. Dolayısıyla insanların beklentileri değişti. Öncesine baktığımızda hep birbirine benzer… Son 10 yılda bakıldığında ise Arap Şeyhlerinin, Rusların ayrı bir taraftan, Çinlilerin ve Amerikalıların ayrı iş adamların –paralı iş adamlarının- sektöre girdiğini görüyoruz. Özellikle elit kategorideki 5-10 takımın diğer takımlarla arasındaki fark çok fazla.
Eskiden PSG Avrupa kupalarında istikrarsızken, şimdi Ibrahimovic ile Thiago Silva’yla, David Luiz ile kadrosunu inanılmaz güçlendirdi ve istikrarlı bir çizgi yakaladı. Yıldızlar değişse bile belirli bir anlayışa sahipler. Arkasında sermaye var. M.City de öyle. Tarihinde hep United'ın ardında ikinci planda kalan takım nerelere geldi. 
-          Passolig görüşlerinizi de merak ediyorum. Ülkemiz dışında İtalya’da da denendi ancak 1 yıl olmadan geri çekilen bir uygulama oldu. Ne amaçlanıyordu… Şiddet, güvenlik… Daha kötü olmadı mı?

Passolig, biraz daha düzenleme amacıyla çıktı bence ama o düzen sağlandı mı? Hayır. Taraftarı maçlardan soğuttu. Nasıl bir ara çözüm bulabilirler bilmiyorum. Kaldırmak da bir çözüm fakat kulüplere belli miktar paralar verildi.  Ona karar verilecektir. Ancak Passolig geldiğinden beri sayının düştüğünü görünce bizler de etkileniyoruz. O yüzden çok sağlıklı olmuyor. Umarım ara bir çözüm bulunabilir. Çünkü futbol tribün dolunca keyifli oluyor, seyirci ile güzel oluyor.

-          Geçen ay Galatasaray Basketbol takımı EuroCup’ı alarak hem kupa hem Euroleage biletini aldı. Sanki basketbol, futbola göre daha Anonim. Katılır mısınız?

Basket tribünleri daha farklı. Başka bir kesim geliyor ve o tribünlere de yansıyor. Keşke basketbol seyircisi gibi olsa futbol seyircisi de.
-          Dikkatimi çeken konulardan biri de İngiltere’de, Almanya’da veya İspanya’da ailecek gidilen bir futbol kültürü varken, Türkiye’de nerede hata yapıyoruz? Neyi aşamıyoruz?

Biraz spor kültürü ile ilgili. Bu ülkelerle karşılaştırdığımızda, sporla bağdaştırıyoruz hep, aslında sanayiyle, sanatla, müzikle, sinema ile birçok şey ile karşılaştırmak lazım. Spor onlardan bir parça sadece.
İngiltere’de bir maça gitmiştim. Restoranda yan masada bir aile geldi. Anne-baba ve 7-8 yaşlarında bir çocuk, menüye baktıktan sonra çocuğa yemeğini sen karar ver dediler;  çocuk ne yiyeceğine de kendi karar verdi. Orada birey olmayı çok erken yaşlarda elde ediyorlar. Bizde küçükler anlamaz, sen sus mantığı… Spora, futbola da yansıyor. Örneğin İngiltere’de bazı tiyatro biletleri, futbol maç biletlerinden daha pahalı. Spor sadece onlardan bir kısım. Bizde o yüzden tribün mantığı oluşmaz. Çok fazla hayalperest olmaya gerek yok. Maalesef bizdeki kültür şiddetle doğru orantılı, söylemedikleri şeyleri futbola aracılığı ile dışa vurumu. İşten keyif almıyorlar. Bir duvar pasının ne kadar güzel olabileceğini düşünmüyorlar. Rahatlama aracı olarak görüyorlar. Dolayısıyla bizler de bundan etkileniyoruz.

-          Keskin hatlı geçişlerimiz var. Futbol, erkek sporu, voleybol kadın vesaire ama sanki yavaş yavaş tabular yıkılıyor. Çok mu geriden geliyoruz? Sizin futbol dışında, takip edebildiğiniz spor var mı?

Diğer alanlara da bakmamız gerek. Yani, futbol benim ağırlığım. Basketbolu da çok seviyorum, tenisi de… Kanal 24’te iken basketbol muhabirliği de yapmıştım ama futbol önceliğim.

-          2015 yılında Kanada’da gerçekleştirilen Dünya Kadınlar Futbol Şampiyonasında fair-play örneğiydi. Alex Morgan gibi kadın futbolcuları konuşmaya başladık. İşin aslı kadınlara haksızlık ediliyor.

Evet, haksızlık. Biraz da Amerika ve Almanya’da kadın futbolu yaygın. Kanada ve Rusya’da da. Kuzey ülkeleri de keza.
Bizde TFF’nin yaptığı güzel çalışmalar var. Milli takımlar seviyesinde birkaç röportaja gitmiştim ve orada bayanları futbola teşvik edici projeler vardı. Bilhassa Doğu illerinde evlere kadar gidilip, çocukları milli takım düzeylerine çekmeye çalışıyorlar. Altyapılarda dahi bir maça çıksanız hayatınızı güvenceye alacağınız bir maaş teklif ediliyor. Genel değerlendirdiğimiz zaman kadının yeri ile alakalı. Maalesef bizim kültürümüzde kadının yeri erkeğini destekleyen, girişken değil pasif insan oluyor.

-          İkinci olmak, sonuncu olmak mıdır?

Nerede ikinci olmak? Türkiye’de maalesef lige bakılacak olursak öyle. İkincilik başarısızlık olarak görülüyor. ŞL de iki takım gidiyorsa önemli bir başarı. Tabi daha zorlu bir ön elemeden geçiyorsunuz. Bence Avrupa kupalarına gidememek başarısızlık. Şampiyonluk yarışının içindeyseniz çok kötü değildir ikinci olmak…

-          Ülkemizde spor programlarına yer verilmediğini düşünüyorum. Manasızca artan futbol yorumculuğu dışında. Mesela “Güzel Oyun” gibi programlar neden TV’lerde yer bulamıyor?

Biz aslında bunu kırmıştık. (Kanal 24’te iken) Salı günleri 20’de yayınlanıyordu. Önce Cumartesi günleri 12-15 arası başladı. Sonra Pazar gününe alındı ve son olarak Salı gününe saat 20’de ilk 3-4 bölümden sonra (95 bölüm yapıldı)  yaklaşık bir sene kadar internet sitesinden tekrarı istenilen program listesinde uzak ara “Güzel Oyun” hep hafta birincisi çıkmaya başladı. Hafta sonları da tekrarları yayınlandı. Bu ezberi bozduk zamanında, yine bozmak gerekiyor. Çünkü TV’de hep devam ettirmek zorundasınız. Bir şeye ara vermeye başladığınız zaman kırılıyor.
Bu sefer olaylar da anlatacağız. Sadece futbolcu, takım ya da insan değil. Olay anlatımı bana daha heyecanlı geliyor; çünkü olayın içindekileri anlatıyor ve keyifli oluyor. Sadece bir kişiyi anlatmak eğer hikaye parlak değilse izleyiciyi sıkabilir.

-          Aynı şekilde dergilerde yeni yeni kalitesini bulmaya başladı. En büyük örneği Socrates dergisi.

Güzel Oyun'a benziyor, mantığımız aynı. Socrates’i kuranlar, yazanlar aynı zamanda bizim arkadaşlarımız. Bizim yabancısı olduğumuz bir yapı değil. Keşke artsa fakat alıcı konusunda emin değilim. Bu tarz yazı türünde mi satın almak isteyenler fazla yoksa anlık ve gelip geçici yazıları okumak isteyen kuşkusuz daha fazla. Bunlar artarsa bu bilinç olur. Aksi takdirde duvara toslanıyor. İşin bir de maddi boyutu var. Artsın tamam ama ömrünü ne kadar devam ettirecek o önemli. Avrupa’da çok yaygın, işte bu noktada yine kültür devreye giriyor.
Saffet Sancaklı bunu çok güzel ifade etmişti. Beşiktaş'ta çok genç yaşlarda oynarken. Süleyman Seba Başkan ve bayramlarda Süleyman Seba’nın elini öperdik o bize harçlık verirdi diyor. Hiçbir zaman Beşiktaş’ta para konuşmazdık, Süleyman Seba babamız gibiydi biz de onların oğulları gibi.
Galatasaray’a transfer oluyor ve 90’ların başı kampa giriyor takım ŞL'deki Barcelona maçı öncesi. Takımda şu konuşuluyor: Biz Barcelona’yı orada nasıl yeneriz? Barcelona’nın efsane olduğu bir takımı yenmekten bahsediliyor. İspanya’da nasıl yeneceğiz? Bunun dışında inanmaktan ve Avrupa takımlarını yenerek başarılı olmaktan söz ediliyor.
Fenerbahçe’ye transfer oluyor; Orada da yerel ligde şampiyonluğun en önemli amaç olması ve Galatasaray maçlarına çok özel hazırlanmak… Psikolojik ve yoğun maç öncesi kamplar vesaire… Varsa yoksa Galatasaray maçları ya da şampiyonluk. İkinci olmak sonuncu olmak mıdır sorusuna da dönüş yapacak olursak ikinci olmanın başarısızlık olduğunun düşüncesi doğuyor.


-          Bir de unutmadan Bu yıl Premier Lig’de inanılmaz bir başarı ile Leicester City şampiyon oldu. Çok mütevazı bir kadro ile nasıl değerlendirirsiniz?

Bir başarı hikâyesi. Bir mucizeyi gerçekleştirdi. İstatistik biliminde de illa ki kırılma noktaları vardır. Bu da onlardan bir tanesi. Doğru futbolcuları bir araya getirince, biraz da o büyük takım dediğimiz takımların boş geçirmelerine bağlıyorum bu yılı. Seneye böyle olmayacaktır.
Manchester United Mourinho ile Chelsea Conte ile Manchester City Guardiola’yla. Şimdi şöyle bir durum var. 2004 yılında Porto – Monaco oynadı (Ş.L finali). O sezon da Yunanistan Avrupa şampiyonu olmuştu. Her 10 yılda bir böyle bir kırılma noktaları oluyor.

-    Hagi’nin tarifi var mıdır? Galatasaray için dönüm noktası oldu diyebileceğimizi bir isim. Hatta haftasonu oynanan derbide taraftarların çoğu kenarda Hagi var neden onu oyuna almıyorsun… sözleri anlatıyor tüm hikayeyi.

Onu anlatmak için çok fazla kelime kullanmak yeterli olmuyor. İzlemek, onun saha içerisinde yaptıklarını görmek ve ne kadar başka bir yerden baktığını, futbolu güzelleştirdiğine şahit olmak lazım.  Şahit olanlar daha iyi anlatabilir.
Bizim nesil Metin Oktay’ı izleyemedik mesela tıpkı bize büyüklerimizin anlattığı gibi biz de Hagi’yi göremeyenlere anlatıyoruz. O saha içinde bir sanatçı gibi. Suat Kaya’nın güzel bir tabiri vardır; O bir sanatçı, biz veririz o işini yapar. Biz arkada ona güzel pozisyon hazırlamakla yükümlüyüz. Hagi bir futbol aşığı…

Hagi ile ilgili hazırladığım belgeselden de yola çıkarak, çocukluğunda yoklukla büyüyen bir çocuk. 4-5 yaşlarında iken ailesinden istediği, ilk hediye “futbol topu”. Komünist rejimde Romanya’da çok sınırlar kırılamayan, kendi içinde yaşayan bir ülkede başlıyor hikaye. Komünist rejim yıkıldıktan sonra Romanya kapılarını dışarıya açtıktan sonra Hagi Steaua Bükreş macerası başlıyor ve ardından İspanya macerası… Belki o rejim yıkılmasa Hagi uluslararası şöhrete kavuşamayacaktı. O yokluklarla başladığı için çok büyük yeteneğin çok büyük bir disiplin altında, işini çok ahlaklı ve ciddi yapmasından kaynaklanıyor.
Bunu şimdi Messi’de görebiliyoruz. Keza Ronaldo da aynı şekilde. Hem yetenek hem de iş disiplini birleşince başarı ortaya çıkıyor. İkisi birleşince efsane oluyorsunuz. Hem keyif alıyorsunuz izlerken hem de madalyalar, şampiyonluklar ve unvanlar geliyor arka arkaya.
Teknik adamlığında ise olmadı. Ama Guardiola bunu değiştirenlerden. Örneğin Almanya’ya gidip Almanca öğrenerek basın mensuplarına bu şekilde açıklama yapması. Kendinizi ispatlamak için ülke değiştiriyorsunuz, kültür değiştiriyorsunuz ve takım değiştiriyorsunuz. Ki bence Guardiola İngiltere’de de başarılı olacaktır. Oynadığı futbol onun karakterini çok yansıtıyor. Ve İngiltere’de bunu yapabilirse çok heyecan verici olabilir…

-     90 Dakika Haşmet Babaoğlu, Hıncal Uluç ve Kenan Onuk’un futbol adına kazanılmış programdı ki bence onun üstüne de bir program yapılamadı ve ondan sonra değişen çok şey oldu.
      Ana mesele değişim! Futbol bakış açısını değiştiren biri var mıdır? Aslında bu soruyu tek başına futbol adına sormak haksızlık olur. Mesela Kenan Onuk’un belgeselini izledikten sonra “değişimi” yaşamışız. Ya sonra?

Ben çalışma fırsatı bulamadım ama ekranda hep örnek aldığım bir isim. İdollerimden biridir. Kendisi çok değerli televizyoncu olmasının yanı sıra, büyük de bir entelektüel kişilik. Müzik kültürü inanılmaz ki daha önceki belgeselimde de bunu vurgulamıştım. Sinema kültürü, hayata bakışı, çocuğu ile ilişkisi ne yazık ki zamansız ayrıldı aramızdan.
Kenan Onuk gibi kişilerin bizim sektörde olmasından yanayım. Sporun sadece 3 direk arasından giren bir futbol değil de hayatın bir parçası olarak görmeleri. Hayat ile ilgili başka fikirlere sahip olmaları gibi. Spor sektöründe çalışan insanların yönetici bazında özellikle bu kültürle olmaları ekrana yansıyacak bilginin de insan kalitesini de beraberinde arttırır. Spor kültürü böylece doğar. Siz insanlara ne verirseniz insanlar onu alır.

-     Sepp Blatter ve Michel Platini futbol sahalarının kralı olarak sürdürdü Ancak artık “kral çıplak” bu zamana kadar nasıl göz yumulabilir?

Paranın çok olduğu yerde insanların buna karşı aciziyeti de olabiliyor. Para çok çok fazla! Ekonomik kazanç arttıkça bu tarz şeylerde artıyor. Eskiden daha azdı. Örneğin Şenes Erzik ile yaptığımız belgeselde; UEFA bir binanın içinde iki kattan ibaretti demişti. O   radan buralara gelmek büyük iş. Şampiyonaları belirleyen UEFA ve FIFA. Dünya Kupası'nın bir ülkeye gitmesi demek inanılmaz rakamlar demek. Çok çok fazla… Ve o pasta büyüyünce, insanlar farklı yöntemlere başvurabiliyor maalesef. Umarım bundan sonra futbol adına daha temiz bir gelecek olur. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.