29 Mart 2016 Salı

Gölgelerin Gücü Adına!

Mart ayının kudretinden mi bilinmez lakin içimde savaş yıllarını barındıran fazlasıyla cümleler tecelli ediyor. Tabi bir de kadınlar "günü"... Mühim günleri bir güne sıkıştırmaya bayılıyoruz. Üzerine bir de kafiyeli sözler... Tadından yenmez! İşte o sebepten ötürü 8 Mart veya 18 Mart'a özgü, bilhassa o gün bir  şey yazmak istemedim.
Sağ olsunlar zaten o gün herkes paylaşımda bulunuyor. Ya ertesi gün sanki bir önceki gün yaşanmamış gibi, devam!

Yılın 12 ayına da sığmayacak konu başlıkları okumakla, anlatmakla bitmez. Bitsin de istemiyoruz. Gelecek, geçmişten beslenmez mi zaten. Bu kadar tatava yeter sanırım.
Hem kadını hem de savaşı anlatan bir kadın var ki dillere destan. Aslında pek kimselerde tanımaz. Haksızlık etmeyelim Bursalılar hariç. 
Fatma Seher Erden, böyle söyleyince de olmadı şimdi, "Kara Fatma".... Sakarya Meydan Muhaberesi ve Dumlupınar savaşlarında korkusuzca savaştı. Aynı zamanda Bursalılar için önemde taşıyan; Bursa'nın Yunan işgalinden kurtuluşunda büyük role sahip.



Tamamıyla kadınlardan oluşan birliğiyle, zaferle ve tüm askerleriyle geri dönmeyi başarmış bir onbaşı, asker, anne daha önemlisi bir kadın. Bir kadının gücünü şimdi neden bir güne sığdırılmayacağını daha iyi anlıyoruzdur diye tahmin ediyorum. Güç demek, savaş demek yalnızca silahla ya da gerçek anlamda savaşmak değil.
Günümüzde spor içerikli savaşlarda var. Erkek hegomanyasını yenerek gelmek, çok abartıyorsun diyenler mutlaka var. Es geçin onları!


Candace Parker ismi tanıdık geldi mi? Amerika'nın 1 numaralı sporu basketbolun da 1 numaralı kadın basketbolcusu. Yok, bu yeteri kadar şaşaalı gözükmedi. O zaman şöyle deneyelim. Anthony Parker'ın kız kardeşi dediğim anda "hııııı" ünlemleri dökülüveriyor. Ben şimdi Anthony Parker'ı ballandıra ballandıra anlatmayacağım. Eee zaten çok iyi biliyoruz. Gel gelelim Candace'e!



NCAA turnuvasının ilk smaç basan taze ismiyken, ertesi yıllarda WNBA'de smaç basan isim listesine ikinci sıradan giriyor. İki kişilik mini bir liste/sıralama. Hem forvet, pivot hem de guard pozisyonuyla her takımın ilk 5'te olmasını isteyeceği bir oyuncu esasında. Çok yakın zamanda NBA rekorlarından sıkılmış bizler WNBA'in taze yıldızını konuşuyor olmamız yakındır. 
O tüm olmaz, yapamaz olumsuzluklarına rağmen yukarıya tırmanmaktan ve de smaç basmaktan korkmuyor. Demek istediğim o ki kadınları ve yaptıklarını çok hafife alıyoruz. Katılır mısınız?

25 Mart 2016 Cuma

Güçlü Olmak Zorunda Kalmak, Bernard James!

Standart bir iş değildi onlarınki. Bir yandan sporun üstadı, yorumculuğun ve yazarlığın demek çok daha doğru olur, Ercan Taner bir yanda ise farklı bakış açısı ve bilgi birikimiyle Mert Aydın. Yani spor ile pişmiş güçlü kalemler. Tutturmuşlar bir "Ateş Arabaları"...
Türkiye'de alışılagelmişin çok dışında bir radyo programı adı aynı zamanda ülkemizde buram buram futbol tartışılırken onlar Oscar ödüllerinden, tarihe müziğe pek çok konunun yer aldığı programdı ancak 2014 yılı itibariyle kitaba dönüştü.

Benim vurgu yapmak istediğim tam olarak bu değil. Ateş Arabaları ayrı bir konu başlığı hatta bir kaç konu başlığı nezdinde olacağından kuşkum yok. Kitabı okurken bir konuya bağımlı kalıp kendini kısıtlamamak gerektiğinin altı çiziliyor. Kitabın son sayfalarını hafızama yollarken aynı saatler içerisinde Galatasaray Basketbol takımı Joe Dorsey'den boşalan 5 numarayı Bernard James ile dolduracağının haberi geçiyordu. Şimdi biraz sabır! Konu saptı düşünceleri için sizi biraz utandırabilirim.



Amerikan rüyasının tadına bakmak için bal çalan James ailesi için işler hiç de fena gitmiyordu. Peki ya çocuklar? O kısım muamma...
Bernard James sancılı alışma süreci ya da alışamamasının nasibini 17 yaşındayken liseden atılmasıyla başlıyor. O dönem Amerikan Ordusunun "parasal" açıdan getirisinden dolayı Amerikan Hava Kuvvetlerine katılıyor. Henüz ergenlik dönemi bitmemişken ordu da aldığı eğitimle hem boyu hem de vücudu yaşıtlarına göre bir hayli farklıydı.

Sadece 1 yılda 13 santimetre boy atınca neden profesyonelleşmiyorum sorusuyla renk buldu. Tabi bu askeri anlamda değil, Amerikan milli sporu denilecek basketbolda...
Gücünü yeteneğini de ekleyince Hava Kuvvetlerinin All-Stars takımına yükseldi ( Burada öz eleştiri şart, Türkiye'de yeni yeni başladığımız All-Star etkileri ve hükmettiği alanlar göz kamaştırıyor.) Ordudan ayrılıp üniversiteye başlar; bu aynı zamanda hayatının daha yeni başlayacağının sinyalleridir.

Bundan sonrası azmin nelere kadir olabileceğinin hayat bulmuş halidir. 27 yaşında üniversiteyi bitirir ve 33. sıradan NBA'ye draft (Cleveland Cavaliers) edilir. Klasikleşmiş takas devreye girer, Dallas'a transfer olur. Dolu dolu 2 sezon geçirse de rakipleri kadar süre alamamanın sonucunu demorilize olmakla sonuçlanır. 
2014'te Çin'in Shanghai Shark takımına imzayı atar. Bitti mi? Hiç sanmıyorum 2-3 hafta önce Galatasaray'a transfer olacaktır. 
İşte macera asıl şimdi başlıyor. Hem belki bir gün Ercan Taner ile Mert Aydın sohbet ederken The Beatles grubunu masaya yatırdıktan sonra James'in Galatasaray'daki yükselişine şahitlik ederiz. Sabır!


22 Mart 2016 Salı

Flanders Aslanı Magni!

Bisiklet sporu denilince akla ilk hangi isimler geliyor? Çok da düşünmeden ağızdan dökülüyor isimler. Bir de son zamanların popüler yıldızları ekleniyor. Soruyu şöyle değiştireyim. İtalyan bisikletçi denilince akla ilk gelenler; hiç şüphesiz Coppi, Bartelli, Binda ve daha çoklarını sayabiliriz. Neden hemen bu ilk 3 isim söylenir ki, iste sizi bir alt paragrafa alayım.

Hem Binda hem de Coppi Giro d'Italia'yı 5 kez kazanmış, kürsüde pembe mayoyu üstlerine geçirme zaferine ulaşmış isimler. Esasında bu Giro tarihinin rekorudur. Giro'yu 5 kez kazanan başka bir isim daha var. Eddy Merckx! Meşhur Merckx! Gel gelelim benzer dönemlerde yarışıp 3 kez pembe mayoyu terletmeyi başaran bir isim daha var. Fiorenzo Magni; 3 mühim yarışı da 3 kez kazanmış bir isim aynı zamanda. Giro d'Italia, İtalya Ulusal Yol Yarışı ve de Tour of Flanders. Burada ayrıca belirtmeliyim ki Flanders yarışını üst üste 3 kez kazanan tek bisikletçi.



Bu yüzdendir ki Flanders Aslanı olarak adına mahlaslar takılmıştır. Magni için deyim yerindeyse dananın kuyruğu 1956 (35 yaşında) yılında kopacaktır. Çünkü Magni için devrim niteliğinde bir yıl, sezon geçecektir. Emekli olmaya karar verir ve son nefsine kadar son kez Giro'da yarışıp elinden gelenin en iyisini yapmakta kararlıdır. 
O yıl 23 etaptan oluşan Giro için ilk 10 etaba kadar, orta seyirde izler mücadelesi. Buraya kadar ciddi bir sorun veya sakatlık da yoktur aslında. 10. etaba gelindiğinde, inişe geçilen bir güzergahta düşer ve sol köprücük kemiğini kırar. Bu her bisikletçi için olabilecek bir sakatlıktır (toparlanma süreci hızlıdır.)

Acı tüm kemiklerine kadar işlese de çekilmeyi reddeder ve etabı bitirmeyi "başarır." 1956 yılında emekli olacağını bir kez daha hatırlatarak çekilmeyi kesinlikle kabul etmez. 3-4 gün sonraki etap Magni'yi epey zorlayacaktır. 
Kuvvet alması gerekeceği yokuşlarla karşılaşacağını bildiği için etaba küçük bir ön hazırlıkla başlar. Masi (Magni'nin ekibinden bir mekanikçi) bir öneride bulunur.

İç lastikten bir parça kesip gidonun ortasına bağlar, diğer ucuyla ise Magni'nin dişleriyle çekmesi için bırakılır. Bu anlar hem bisiklet tarihinin hem de İtalyan sporcular arasından en ikonik fotoğraf olarak nam salar. Hemen ertesi gün kırık olan köprücük kemiğinin üstüne bir kez daha düşerek darbe üstüne darbe alır ve pazı kemiği de kırılır. 

Asla pes etmez, çektiği acı onu diri tutar ve etabını 3. sırada genel klasmanda 2.'liğe uzanır. Son arzusu, son Giro'yu, onun Giro'sunu kazanmaktı. Ama aslında o zaten bu savaşıyla çoktan kazanmıştı. Boşuna Flanders Aslanı denmemiş...

18 Mart 2016 Cuma

Biraz Futbol Biraz Satranç ve Ortada Futranç!

Aslında ortada yeni bir spor yok. Bilindik oyunları bir araya getirerek hem fiziksel hem de düşünsel anlamda ve aynı anda oynanması amaçlanarak iç içe geçişi. Kısacası futbol ile satrancın nikah kıydığı yeni bir spor. Gal Futbolu, Korfbol oyunlarının yanı sıra tamamıyla Türk oluşumu bir spor Futranç.
Futranc'ı özet geçmekte yarar var. Bu oyun klasik 11 oyuncunun oynadığı futboldan çok, altyapıda oynayan futbolcuların antrenman sonrası yapılan maçlara adrenalin katılmış hali. Bakınız bu konuda uludağ sözlükte dahi yer ayrılmış ince bir mesele. 

Pek açıklayıcı olmadı buraya kadar, kabul! Sil baştan yapalım o halde. Sahanın kenarında bir satranç tahtası kuruluyor ve bu sefer 11 kişi değil de 6 kişiden oluşan iki takım kuruluyor. Tabi yedek oyuncu olmazsa olmaz. Her takım 2 yedek oyuncu bulundurabiliyor. 2 devre ve 20'şer dakikalardan, 5 dakika da devre arası verilerek mini bir futbol maçı havası estiriliyor.


Maçın başında kura ile başlangıç yapılıyor, kazanan hem topu hem de satrançtaki ilk hamleyi yapma şansına sahip oluyor. Yani aslında bir yandan futbol oynanırken, sıcağı sıcağına satrançta oynanıyor. Oyunun sonunda satrancı kazanan takım, 2 gol atmış sayılıyor. Beraberlik durumunda yılların eskitemediği "altın gol" ve pek tabi ki eşitlik bozulmazsa penaltılar. Maç esnasında futbol oynanırken, sırası gelen satranç tahtasında stratejik hamlesini yapmak için saha kenarına geliyor. 

Bir düşünün; maçın berabere hadi biraz heyecan katalım 1 veya 2 farkla bittiğini ve satranç tahtasında henüz şah'ın devrilmediğini! Herkes sırasıyla bilhassa yenik durumdaki takımın hamle yapmaya gittiğini düşününce futbola zevk ve hareketlilik gelmez mi? Bir kaç küçük dipnotta bulunayım. Futranç ilk olarak Türkiye, Karadeniz topraklarında (Samsun'da) vücut bulmuştur. 

Ne İsveçli bir öğretmen ne de dahi bir Amerikan vatandaşı... Mesele Futrancı dünyaya yayabilmek, tanıtmakta geçiyor. Türkiye ve satranç demişken bir ismi es geçmemek gerekiyor. Ukraynalı Vassily Ivanchuk, nam-ı diğer satranç ustası... Gerçekten! 
İnce ince zaferlerini tahtasına işlerken hayranı olduğu Bursa'ya da satranç ile ilgili tüm kazanımlarını eklemeye devam ediyor. 

Uluslararası başarısı bir yana, en başarılı sporcu olarak spor literatüründe yerini almayı başarmış bir deha. Sayısız takım başarılarının yanı sıra Avrupa şampiyonası bulunuyor, "Büyük Ustanın". Bursa'nın 1. lig kulüplerinden birinde de resmi olarak sporculuğuna devam etmektedir. Ülkemize olan bu hayranlıkları uluslararası arenaya yaymaya ne dersiniz? Mesela futranç ile...


15 Mart 2016 Salı

İsveçli Dedin mi Düşüneceksin; Mohamed Lahyani

Şu İsveçlileri gerçekten anlayamıyorum. Küçük bir ülke değil ancak fazla bir nüfusu da var diyemeyiz. Bir gerçek var ki çalışıyorlar. Bugün içinde değil sadece daha ileriye nasıl taşıyabiliriz mottosuyla yola çıkıyorlar. İşte hayran kaldığım nokta, çünkü onlar sadece tek başına bunu özümsemiyor, çocuğunu veya çevresindekilere de aşılıyor! Burası çok önemli...
Yinede sözcüklere dökülen başarı hikayelerinin temelinde göçmenlik yatıyor. En bilindik örneği de İbrahimovic değil midir?

Bu sefer bir sporcunun boynuna sıra sıra taktığı madalyaları değil de düdüğü çalanı, yani dünyaca ünlü İsveçli hakem; Mohamed Lahyani'yi dile getirmek isterim. Tenis sosuyla yoğrulmuş biriyseniz eğer Lahyani ismini sıkça duymuşsunuzdur. Üstelik öyle işine sıkı bağlılığıyla da değil. Biraz esprili bir diliyle hakemlere olan dar açımızı genişletti.
50 yaşındaki Lahyani uluslararası tenis federasyonu tarafından altın sertifikasıyla adından fazlasıyla söz ettirir oldu. Görev aldığı döneme damga vurması bir yana tüm Grand Slam tenis turnuvalarının büyük maçlarının hakimiydi, tabi oyunculardan sonra.



Bir diğer kırılan tabu ise "Müslüman" olmasıydı. Avrupa insanı bu konuda oldukça "hoşgörülü" olmasıyla tanınsa da akıllarda bir soru işaretleri de vardı. Ancak Lahyani gözünden kaçırmadığı sayılar gibi bu düşünce tiplerini de yıkmayı başardı. Daha önce yazılarımdan birine konuk ettiğim John Isner - Nicolas Mahut ikilisinin maçını yöneten hakem aynı zamanda.
Küçük bir hatırlatma, en uzun tenis maçıydı. Saatlerce, günlerce sürdü. 2010 yılının Wimbledon'ına dair en unutulmaz andı ya da günlerdi. 

Lahyani 1992'deki Barselona'daki Yaz Olimpiyatlarıyla çizgi hakemi olarak başlasa da o çoktan çizgisini aşmıştı. Son 5 yıldır hangi spor branşı örnek olursa olsun hakem tartışmalarının, tartışmalı pozisyonlarının kararları gündeme oturmuşken, yönünüzü Lahyani'ye çevirebilirsiniz. 

Gözümüz, kulağımız oldu İsveç'e gelen göçmen insanların başarısına vurgu yapmak isterim ki 2015 yılı itibariyle sadece Wimbledon'da görev alan 12 Türk hakemimiz olduğunu söyleyerek yakın gelecekte kağıda dökülen yazılar Türk hakemlerimiz olacağı kesin!
Kapanışı da İsveç özdeyişine bırakmayı borç bilirim. "Hayatın senden tek istediği, içinde mevcut olan güç."


11 Mart 2016 Cuma

Madalyonun Öteki Yüzü!

Sadece futbol ve basketbol mu? Hayır. Avustralya'da yaşanan ılık havanın tenisi ya da Roland Garros'un tozu toprağına kattığı oyunları hadi onu da Wimbledon'ın yeni biçilmiş çimlerinin kokusu belki de Amerika Açığın assolist olarak son turnuvası olabilirdi konumuz. Ama doğru saptadığımız tek şey tenis olacak bunca cümlenin arasından.

Oynanan setlerin, oyunların ve bilakis ödüllerin esamesi okunmayacak bile. Çünkü tenis tarihine kara bir leke gibi sürülecek bahis oyunları ve şike. Spor branşların medar-ı iftiharı/ydı.
ESSA; yani spor bahislerinde dürüstlük biriminin araştırmasına göre, şüpheli ve usulsüz bahislerin %75'ini tenis maçlarında oynandığını aktardı. Çok ciddi bir oran. Teniste bu oranın olması daha da ciddi boyutlara taşıyor. 



Açıklığa kavuşturmam gereken şu %75 meselesi... ESSA 2015 yılında 100 adet şüpheli bahis saptadı. 75'inin tenis kortlarına sıçramasıyla geniş bir inceleme ağı başlatıldı. Bir de üzerine krema olarak 75 maçın 24'ünün 2015 yılının son 3 ayı kapsamasıyla deyim yerindeyse teniste deprem etkisi yarattı. 
ATP ve WTA sporcularının ilk 50 içindeki 16 oyuncunun da bahis ve şike olaylarıyla adlarının karışması incelemeyi epey bir detaylandırıyor. 

Öyle söylentiler var ki; sporcunun maçtan önce şike/bahis yapması duyulmuş ve maçtan çekilmiş olması incelemeyi daraltıyor. Örneğin Sharapova'nın emekliliğini açıklamasını beklerken, dürüstçe doping yaptığını (farkında olmadan) söylemesi, nasıl ifade vereceğimizi şaşırtıyor. 
Beraberinde 2 uluslararası tenis hakeminin men edildiği aralarında; Türk, Ukraynalı gibi hakemler içinde soruşturma başlatıldığı durumun ehemmiyetini açıklıyor. 
Önce futbolla çalkalandı, atletizme sıçradı ve ne yazık ki devam ediyor... 

İnanmakta güçlük çektiğimiz Lance Armstrong'la aldatıldık. Şike, bahis oyunları spora olan inancımızı örselese de yine ayakta tutan bir nevi izleyiciler! Ama daha bu güven ne kadar sürer onu da masaya yatırmak gerek.
Şike ve bahisler bir süre sonra benzer filmler olarak tenis ve daha adını koyamadığımız sporlar olarak gösterime girecek. Tenis sporu olarak dünyada haleti ruhiyesini bir hayli karıştırmış durum da ancak bizler yine de 34 yaşında ekselansları veya Djokovic'in soğukkanlı oyunlarını izlemek için günler sayıyoruz. Serena'yı da unutmamak gerek. Sürpriz isimlere de açığız.

8 Mart 2016 Salı

"Respect" Sadece Şampiyonlar Ligine Ait Bir Kelime Değildir'

Bir saygıdır tutturmuşuz gidiyoruz. Bilakis beklenti içinde olmaktan çok biz gösteriyor muyuz? Üstelik bu bencilliği tek başına karşındakinden istemek de yanlış! Şehrinize veya çevrenize saygı gösteriyor musunuz? Sürekli ekolojik dengenin bozulduğundan dem vuruyoruz, peki ya çözüm sunuyor muyuz?

Bir de organik yiyecek, giyecek vesaire gibi akımlar boy göstermeye başladı. Çaba! Birbiri ile o kadar bağlı ki bu saygı meselesi…
Ama işin o kısmını (konuşmada kalması) geçeli bir hayli oldu. Sokaklarımızı, caddelerimizi, şehirlerimizi öylesine bedevi bıraktık ki, artık bizim kontrolümüz dışında kendi halet-i ruhiyelerine göre davranır oldular.
En basit ve her gün yaşanan sıkıntılar anlatmak istediğim. Hemen hemen her gün metro, metrobüs, otobüs gibi taşıtlarla sürünürken yine de ulaştığımızı sandığımız yerlerde, aslında sadece vakit kaybediyoruz. Bitmek bilmeyen yollarda… Şehrin patronları değil de o şehrin bir parçasını olduğunu benimsediğimiz vakit beyaz bayrak sallayacağız. Ne yapılabilir peki?

Kopenhag'da Bisiklet köprüsü
Çok fazla seçenek var ancak ben gündemimize trafiğe kapalı şehirlerin bisiklet ile olan yaşanılabilirliğini dile getirmek isterim. Getirdim bile!
Kabul edersiniz ki sözü dünyanın en yoğun ve aktif bisiklet kullanımına sahip şehirlerinden, Kopenhag’a bırakalım (en düşük motorlu araç kullanım oranına sahip) Kopenhag; neredeyse yaş grubu kaç olursa olsun herkesin bisiklet sürdüğü bir şehir.
Aynı zamanda bisiklet lambaları, aynı zamanda bisiklet yolları, tam 321 km ve uzayan kmler…

Yine benzer bir manzarayı İsveç, Hollanda ve Norveç gibi Kuzey Ülkelerinde görürseniz hiç şaşırmayın! Bunlara istinaden Finlandiya, Helsinki’de kurulan “Strategic Urban Planning Division” adı altında kurdukları kuruluşla; gelecekteki konut patlamasını öngörerek “araçsız şehir” olarak planladıkları bisiklet ulaşımı ağı hedefliyorlar. Hatta bunun için şimdilerde bir telefon uygulaması dahi başlatılmış.durumdalar.

Bunların yanı sıra Avrupa’nın güneyinde bisikletten öte yürüyerek ulaşımı da teşvik edici uygulamalar var. Örneğin Milano’da aracını evde bırakanlar toplu ulaşımı ücretsiz, trafiğin yoğun olduğu saatlerde taşıt kullanmayanlar için ekstra haklar tanınmış.

Madrid ve Paris (Tour de France hemen akıllara gelse de o da tam anlamıyla bir bisiklet şehri değil) gibi metropol şehirlerde, şehir merkezine 1 km'lik bir bölgeye araç girişi yasak! Bu uygulamayı daha da etkili hale getirebilmek için belirledikleri noktalara bisiklet yerleştirerek artırabilmek.
Kısacası; araçsız yollar saygılı toplumun “yol”unu oluşturuyor.



4 Mart 2016 Cuma

King James, LeBron James

Önce playoff'ları atlatmalıydı. Aksi gibi ilk şutu hiçbir şeye değmeden sonuçlandı. Daha da ilginci ilk All-Star maçında yine ilk şutu hiçbir şeye değmediğini yani airball olduğunu biliyor muydunuz? Kim mi? Çok daha fazla şaşıracaksınız. Mesela kolay bir ipucu versem. Cleveland Cavaliers desem akla ilk gelen Lebron James ile noktalarız. Başarılarıyla konuşulan Curry-James çekişmesini 2015 yılı boyunca dillere pelesenk olmuş bir NBA efsanesi/efsaneleri.

NBA aslında sadece bir basketbol ligi olmaktan çok uzun süre önce çıktı. Müthiş pazarlama stratejileri ve devasa paralarla atfedilen muazzam bir pazar alanına dönüşüverdi. Yani artık belli başlı takımların şampiyonluk mücadelesi verdiği bir lig olmaktan çıktı. James'te bu furyaya para kazandıran ve kazananlardan biri. 



18 yaşındayken, 2003 sezonunda NBA Draft'ında Cavaliers tarafından seçilen basketbol sahalarına hünerlerini göstereceğini henüz kimsenin haberi yoktu. NBA'de oynamaya başlamadan, Nike ile 15 milyon dolarlık ayakkabı kontratı imzaladı. Tam anlamıyla artık ayakları sağlam basıyordu. Peşi sıra izleyen haber başlıkları da "en iyi genç oyuncu" olarak başlayacaktı. Birinci sıradan Draft edilen birinin otoritere ters düşmesini bekleyemeyiz öyle değil mi! Hayal kırıklıkları da olmadı değil.

Ancak James tüm benliğiyle ve de yeteneğiyle Cavaliers daha da yukarılara taşıyacaktı. Takımına üst üste başarılara dizerken James'e de rekorların ve zaferlerin tadını çıkarmak kalacaktı haliyle. NBA'de ilk yılında "yılın çaylağı" ödülünü kazanması bir yana arka arkaya 3 sezon hem NBA All-Star'a hem de NBA'in en iyi takımına seçilerek okları hedefi haline getirdi. 

İşin aslı o da seviyordu bu ilgiyi. 2007'deki playoff'lara taşıma mücadelesi bir ilkti aynı zamanda. 15 yıl öncesine göre bir ilk. Önce Doğu Konferans finalini sırtladı. İşte Cav'a bir ilki yaşattığı NBA finalinden başka bir şey olamazdı. Hemen ertesi yıl ara vermeksizin Pekin Olimpiyatları'nda (2008) altın madalyayı boynuna sonuna kadar hak edenler arasında. 
Bunu haklı çıkaran ise MVP (en değerli oyuncu) ödülünü almasıyla kanıtladı. Hemen hatırlatayım 2006 yılında da yine MVP ödülünü almayı başarmıştı.

Attığı sayılar, ribaundlar ve de asistleriyle rekor kırarken yerinde duramayan yaramaz çocuk misali durdurmayı da başarabilen çıkmadı. Dipnot; 12000 sayı barajını aşan en genç basketbolcu olduğunu bağlayarak Curry'e gelebiliriz. Çünkü James'i yavaşlatmayı başaran tek isim. Dikkat! Yavaşlatan, durduran değil...

1 Mart 2016 Salı

Yanlış Hayat Doğru Yaşanmaz

Anlaşılan, Ocana şakayla karışık bir hayat yaşıyordu lakin ciddiye aldığı meselelerde birinciliği kaptırmayacak ketumluktaydı. İşini en üst seviyede tutma çabasında hiç vazgeçmedi. Ve bu önemliydi. Gerçekten! Tamam, Luis Ocana için! Çünkü bisiklete odaklanmak, onun yarım kalan parçalarını bulmak uğruna yanlış rotalara sapıyordu. Sürükleniyordu belki de. 

Bu tutkusu, saplantısı bir ölçek fazla geliyordu. Aslında günümüzden bir benzetmeyle devam istesem de hiç o toplara girmeyeceğim. Luis Ocana ismi Eddy Merckx ile anılmakta. 2016'da dahil. Klasikleşmiş bir rekabet gibi görünse de farklı kılan özellikleri var bu ikilinin...
Bisikletle uğraşan ve hatta uğraşmayan her kimse bilir Eddy Merckx'i ama Ocana gölgede kalmış dağın etekleri gibiydi.

Eddy Merckx ve Luis Ocana
Luis Ocana profesyonel bisiklet yaşamına 1968 yılında başladı. İspanya'nın Fagor takımını seçimiyle bisiklet rotası şekillenmeye başlamıştı bile. Heyecanlıydı, fazlasıyla istekliydi. Bu hisleri, Fagor'u o yıl şampiyonluğa taşıyarak anlam bulur.
Asıl olanlar 1970 yılı ve akabindeki yılları izler. Peki Merckx karşılaşması ne vakit olacak derseniz de tam 1971 yılına yani Fransa Bisiklet Turunda gerçekleşir. Bisikletin "babası" tour de France çokça yarışlara tanıklık etmiştir fakat böylesini zor!

Bütün tur boyunca Ocana turu önde götürüyordur. üstelik açık ara bir dönem bocalasa da podyum da en üst sıraya çıkacağını hayal ederek hızını kesmiyordu. Planda olmayan şeyse aynı hırsın Merckx'te de oluşuydu. Merckx'in ataklarında konsantrasyonunu ve beraberinde dengesini kaybeden Ocana kaza geçirir ve tam da düştüğü noktada hayal etmediği podyumu yaşar sedyede.



Yarışı sürpriz bir şekilde Merckx kazanır. Bir farkla sevinemez Merckx bu zafere. Bu onun muhakkak kazanacağı bir birincilik olmayacağını çok iyi bilir. Sonuçta ilk çekişmede, esasında kazanan yoktur. Bir sonraki yıl Ocana için aynı yerde aynı turda benzer mücadelede pek tabi ki de kehanetler yalnız bırakmaz. Nazan Öncel'in de dediği gibi "aynı nakarat"!
1973 yılında kemik sesinin duyulduğu kıran kırana bir yarış var sırada. Ne Fransa ne İtalya ne de İspanya'ydı, tarihin en iyi Dünya Şampiyonasıydı. Kimilerine göre.

Bu arada İspanya değil derken 1973 yılında Dünya Şampiyonası Barcelona'da  yapıldığını belirterek devam edelim. Podyum da zirveyi gören Luis Ocana'ydı. Aynı yıl Fransa'da da yüzü gülüyordu. Ancak daha ileriye taşıyamadı. Şansızlıklar ve kazalar belini büküyordu. Bisiklet selesinde emekliliğini açıklarken; geçirdiği kaza esnasında verilen kan nakli sonucunda Hepatit C'ye yakalanır ve daha fazla taşıyamaz umutlarını.
Son verir. Tutkuyla doldurduğu yaşamına. Gölgede kalan buzullar gibi eriyemeden üzerine bir yenisini ekler ve dağ olur.