31 Ocak 2019 Perşembe

Hani Verdiğin Sözler

Eğer bir “bucket list”iniz varsa ve bu yaşınıza kadar “ölmeden önce yapılacaklar” listenizden en az bir maddeye çizik attıysanız bir şeyi bilirsiniz: Eğer o şey “bucket list”e girmeye değerse, bir kere yaptıktan sonra tek sefer size yetmez.
Şimdi gelin bu formatı futbol gözüyle yapalım ya da yapanların yoluna bakalım. Kazanmak sporun ruhunda var elbet. Unuttukları en büyük unsur kazanmak için geride bıraktıkları yolların ne tür çetrefilli olduğu ve neler götürdükleri.

Cümleye böyle başladığım sizi aldatmasın, 140 yıllık bir futbol takımının gelenekleri yatıyor. Yatıyordu… Glasgow Rangers kupaları, şampiyonlukları amiyane tabirle süpürmüştü. Ancak onlar “bucket list”lerini yaparken düşünmedikleri mühim bir konu vardı: Bütçe! 2012 yılı hemen akıllara geliveriyor, şüphesiz. Sadece 1 sterline satılmıştı takım. Evet, “1 Sterlin!” Dünyada kriz var ve İskoçya'nın parçası olduğu Britanya da krizden etkilendi. İskoçya, Britanya'nın bir parçasıdır. Krizden ilk etkilenen bankalar elbette ki bunu İskoç bankalarının da hemen hemen hepsi etkilenecekti.

Futbola dönersek Glasgow Rangers aslında dünya futbolunda yeri olan bir takım. Rangers geçmişte tüm dünya takımlarından daha fazla Şampiyonluk kazanmış fakat 9 milyon sterlinlik bir vergi borcu nedeniyle 14 Şubat 2012 günü iflas işlemlerine başlanmıştır, diğer taraftan da en azından 49 milyon sterlinlik bir diğer borç nedeniyle iflas davası da yoldaydı.
Ligdeki iki büyük takım Rangers ve Celtic ülkede son 27 yıldır şampiyonlukları aralarında paylaşmış olsalar da Avrupa'da sıradan takım haline geldiler.



Seyirci de ne takımları ne de milli takımı izlememeye başlamış ve ligde ortalama seyirci sayısı 13 bin kişi gibi rakamlara kadar düşecekti. Geçmiş defterleri açmayı sever misiniz? Size yardıma geldim.
Yakın tarihi gelişmelere bakıp “Ya böyle olmasaydı?” diye düşünmekten kendimizi alamayız. Olasılıkları hesaplar, yolları yeniden gözden geçirir, her şeyin başka türlü olabileceğine inanmak isteriz. Sonunda merakla yanıtını almaya çalıştığımız o soruyu değiştirir, hüzünle karışık bir bunalım hâli içinde “keşke olmasaydı” deriz.

Glasgow takımını hangi tür benzetmelere yapmak isterseniz son zamanlarda çoğuna yakıştırabilirsiniz. Şanlı geçmişleri, transferleri, kaldırdıkları kupalara ve her daim İngiltere’nin gölgesinde kalmış ülkenin asi ve girişken oyunu… Konu aslında 'Financial Fairplay.'
Rangers Kulübü 1988 yılında kulübü 6 milyon sterline satın alan ve 2011 yılına kadar zengin çelik tüccarı David Murray tarafından yönetildi. Ancak sonunda iflas durumuna gelen kulüp parasızlıktan sadece 1 sterline sembolik bedelle Craig Whyte adlı işadamına devredildi.

Bu durumda vergi borçları da büyüdü, iflas işlemleri de devam etti. Takımın finansal yönetimindeki becerisizlik ve yönetim hatalarının çöküşü getirdiği artık biliniyor. Şimdi gelelim en başa, tabi hayalci davranmadan. İskoçya'da Rangers'i çökerten tüm faktörler bizde fazlasıyla mevcut. Hem de daha büyük iflaslar gündemde! Futbola ilgi de azalmakta. Naylon yöneticilik, kısa vadecilik, taraftarı kandırma ve düşmanlık yaratma kimseyi kurtaramaz. Kafayı kaldırıp dünyada olanları görmemiz gerekiyor.

24 Ocak 2019 Perşembe

Klasik Dışı

Evet, Andy Murray 2019 yılına duygusal, fazla mesaj içerikli ve veda busesi ile giriş yaparken, tenis dünyası ikiye ayrıldı. En büyük desteği de şaşırtıcı bir şekilde dünya bir numarası Djokovic’ten almıştı ki benzer durumlardan geçen iki oyuncudan biri şaha kalkmış durumda.
Bu beklenmedik girizgah sonucunda tüm sosyal medya hesaplarında yoğun ilgi görmeye başlayan Murray’in instagram hesabındaki bir kare dikkati çekiyordu. Dustin Brown ismi Murray dostluğu ile özdeşleşen ender fotoğraflardan…

Dustin Brown adı tenis kortlarında pek geçmese de tüm tartışmalara konu olan “neden siyah tenis oyuncusu yok?” sorusuna bir nebze de olsa cevap veriyor. Zira her şeyden önce tenisin pahalı ve bireysel bir spor olduğunu düşünürsek çok uzaklaşmadan cevabı buluyoruz. Tabii tek sebep bu olmayacaktı. Her izlenen maçlarından sonra teşekkürü borç bilen seyirciler ve Nadalla eşleştiğinde sahadan silen bir Brown var.

Asıl işi ailesi tarafından biçilen “klasik” bir meslek veya futbolculuk olsa da hayal kurmayı, kendini geliştirmeyi bilen bir insan, Jamaika kökenli Dustin Brown Almanya topraklarında siyah tenisçi devriminin fitilini ateşliyordu.
Hikaye biraz karışık, başlaması zor. Yolu buraya düşeni ilk paragraftan kaybetmemek için ana konusu çok bilindik, dekoru değişik bir yerden giriş yapmak en iyisi.


Brown doksanlı yılların tam ortalarında, Almanya’nın batısında Hanover’da kendini bulabilmek umuduyla, şehrin iki-üç önemli sporlarından futbol, judo ve hentbol oynadı. Hikmeti bireysel sporda saklı teniste bulunca, evdekilerden fırsat bulabilirse, zamanın popüler tenis okullarından Hanover yakınlarında bir tenis akademisi yöneten Amerikalı, Kim Michael Wittenberg'den dikkat çekti. Üç-dört yıl olsa da aklı yeni yeni bu tip işlere ermeye başlayan çocuğun en büyük şansı bu okuldur. Aile tarafı bütçeyi düşünse de çocuklarındaki bu yeteneği yadsıyamazlardı.

11 yaşındayken alınan ani kararla Jamaikaya taşınsalarda ana sebep Almanya’daki tenis maliyetleriydi. Neyseki bu durum çok uzun sürmeyecekti. 2004'te 20 yaşındaki Brown ülkede tenis oynamaktan mutsuz oldu, ancak potansiyelini görerek, aile Almanya'ya geri dönmeye karar verdi.
Kendini hiçbir zaman ATP seviyesinde çok yüksek noktaya taşıyamadı ya da grand slam turnuvalarında belli bir düzey etaba da geçemese de toprak korttaki başarılarını bir de Nadal’a sormak gerekebilir.
Yine de bırakmayı, yarı yolda kalmayı kabul etmedi. Karakterler, olaylar ve filmin geri kalan tüm unsurları hem ayrı ayrı, hem de bir bütün olarak kendisidir. Brown, ne anlatmak istiyorsa özünden hiçbir taviz vermeden tüm samimiyetiyle oyunuyla açıklık getirir.

Ülkenin ilk siyahi Alman tenisçisi olan Dustin Brown, o zamanlar belki de daha adı konulmamış bir tenisçiyken, asıl işi ailesi tarafından biçilen “klasik” bir meslek veya futbolculuk olsa da hayal kurmayı, kendini geliştirmeyi bilen bir insan, Jamaika kökenli Dustin Brown Almanya topraklarında siyah tenisçi devriminin fitilini ateşledi.

17 Ocak 2019 Perşembe

Yeni Soluk; Petteri Koponen


Müthiş bir ilgi uyandırarak başlayan Bayern Münih'in basketbol projesinde, kelimenin tam anlamıyla sıkıntı var. Neden?
Almanya futbol konusunda tüm maharetlerini döktürürken, şöhret konusunda Dirk Nowitzki’nin arkasından gelen ama konum olarak ülke basketbolunun belki de en önde gelen, Bayern Münih basketbol takımı için bir şans tanıdı ve uzun soluklu bir seride 2018 sezonu Euroleague’den bu şansı avantaja çevirme yolunda. Yinede tam anlamıyla eski günlerini aratıyor.

Bulunduğu konumdan, daha güçlü bir figür olarak ayaklandıran var mıdır? Adınız Petteri Koponen ise evet.
Bu sezonun en çok konuşulan takımlarından biri, Bayern Münih’in basketboluna hayat veren Finli oyuncu Koponen, diğer Avrupalıların yanı sıra pek umutla bakılmayan bir ülkenin koşullarını eline almasıyla yükselişte. Koponen, profesyonel kariyerine 2004-05 sezonunda Finlandiya'nın Espoo Honka takımında başladı. Teknik direktör Mihailo Pavicevic yönetimi altında 2006-07 sezonunda Fin Ligi'ni kazanan takımın önemli parçalarından birisi oldu.

2007 Nike Hoop Summit maçında ileride NBA süperstarı olacak Derrick Rose'a karşı Dünya All-Star takımında yer alarak oynadı ve karşılaşmada 7 sayı, 6 asist ile mücadele etti. Koponen, 2007-08 sezonunda maç başına 21.4 sayı, 4.1 asist, 3.9 ribaunt ve 2.1 top çalma ortalamalarıyla Finlandiya'daki en iyi sezonunu geçirdi. İşte düğümde tam olarak bu noktada çözülecek, kameralarını kendi tarafına çevirmesi çok da uzun sürmeyecekti.




Ağustos, 2008 tarihinde İtalyan takımı Virtus Bologna ile dört yıllık sözleşme imzaladı. Koponen, Bologna ile 2009 yılında EuroChallenge şampiyonluğu sevincini yaşayarak, sessiz sedasız yürüyen takımlarla değilde, marka olmuş takımlar bazında rotasını çizecekti. Euroleague’in kapısını iyice araladı. Bir de NBA’in…
2007 NBA Seçmeleri'nde Philadelphia 76ers tarafından 30. sıradan seçildi. Fakat hakları daha sonra Dallas Mavericks'e takas edildi.

Bologna’dan sonra işleri iyice açılacaktı. Burada Rusların köklü takımlarından  Khimki ile üç yıllık sözleşme imzaladı. Koponen, 27 Mart 2015 tarihinde Khimki ile olan sözleşmesini iki yıl daha uzattı ve 2014-15 sezonunda takımı ile EuroCup şampiyonluğu yaşadı ve kupanın sezonda en iyi beşine seçildi. Tam da senaryosunu çizdiği oyunda başrol oynarken, düşüşe geçen Barcelona’yla işbirliği yapacaktı. Eee her çıkışın bir de inişi vardır. Bunu bir kenara not etmek gerek!  İstediği dakikaları bulamayan Finli oyuncu, hem takım hem de kendisinin ispatı için tek bir rota kalacaktı.

Proje potansiyelini kanıtlamışken, işlerin düzelmesine Avrupa basketbolunun ihtiyacı var gibi görünüyor. Gittikçe monotonlaşan Euroleague’in iddialı takımlarından biri olmaya ciddi aday bir kulüp olarak, artıları eksilerinden çok daha fazla Bayern Münih’in. Eskiye nazaran, yeni isimlerle ya da naftalinlenmiş oyuncuların tozunu silerek bir kanıt peşinde. Başrolünu paylaşsa da Koponen takımı sırtlanmış durumda.

8 Ocak 2019 Salı

Değişen Düzen ve İki Adamın Anatomisi


Önceden derbi söylemleri atıldığında akla gelen iki takım şüphesiz, Barcelona ve Real Madrid takımlarıydı. İki ve üçün yeri pek değişmese de, değişen düzene ayak uyduran İngizliler var. Eeee malum boşuna futbolun beşiği denmiyor. Şunu da not etmek gerek ki, dünyada en çok futbolun izlendiği ülke. Dolayısıyla yeniliklere her daim açık…

Şurası kesin, uzun zamandır seyircisini bu kadar ödüllendiren bir maç izlememiştik. Esasında iki teknik adamın iki futbol takımına yeni düzen ve akıl dolu oynatılan futbol hemen hemen her yerde konuşulur oldu. Manchester City ve Liverpool takımları İngiltere futboluna değil sadece Avrupa futboluna yeni soluk kazandırdı.
Peki, buraya kadar Premier League’de hep üst seviyede çıtayı korumuş bu iki takımı değiştiren ne oldu? Cevabı bakış açısı ve futbolun aslında bir oyun olduğunu kabul eden iki teknik adamın aynı ülkede buluşması.

2018 yazı ile beraber 10. yılını dolduran Pep Guardiola, henüz ilk sezonundan itibaren gösterdikleriyle modern dönemde oyunun kendisini ve seyircilerin oyuna olan bakışını en dramatik biçimde etkileyen saha içi aktör oldu. Futbolun ekonomik düzendeki boyutu “ticarete” evrilince, daha profesyonel kişilerce yönetilmesi gereği gibi pek çok faktör, Pep Guardiola efsanesinin büyüyüp gelişebilmesi için gerekli koşulları çoktan sağlamıştı.
Her şeyden önce Guardiola’nın, göze hoş gelen bir futbol oynatıyor, her gittiği takımda oyuncularının bireysel performansını yukarı çekiyor, oyunu analiz edenler tarafından büyük takdir topluyor ve bütün bunlar yetmezmiş gibi, kazanmaya devam eden bir mantalitesini kabul ettiriyor.


Jürgen Klopp, muhtemelen aklında hiç de böyle bir fikir yokken, Pep Guardiola’nın antitezi olma görevini şu ana dek en iyi şekilde başaran teknik adam olma yolunda ilerliyor. Pep için gerçekten de görülmemiş bir şey. Bu durumda, kendi oyununu yücelterek kazanmayı denemek yerine, rakibin oyununa saygı duymak zorunda olduğunu kabul edip kariyerinde daha önce denemediği şeyleri denemek zorunda kaldığı oldu.
Klopp köşesinde takımını çok iyi analiz eden, yeni oyunculara şans veren ve Alman futbolunun dışında top oynatan bir teknik adam ki, bunu şu ana kadar harika işler çıkartarak yaptı.

Bu son maça gelene dek İngiltere’deki tüm karşılaşmaların da hiç mağlubiyet yüzü görmemiş Klopp, hem sonuç hem de oyun olarak ezici bir üstünlük kurmuş durumdaydı. Pep’in, City ile Liverpool’u mağlup ettiği tek karşılaşma ise, Mane’nin ilk yarıda kırmızı kart görmesi sonrasında kopan ve ardından 5-0’a giden geçen sezonun ilk yarısındaki o maç. Eminim Pep de bunu, gerçek bir zafer olarak, pek içine sindirememiştir.

Artık konuşmalar bu iki maç üzerinden Klopp’un bir sonraki hamlesi ne olur veya Pep yeni metotlar dener mi sohbetleri kulaktan kulağa yayılıyor. İki takım arasındaki karşılaşmalar günden güne daha yakın bir hâl alıyor. İzlemeye devam edeceğiz.

2 Ocak 2019 Çarşamba

Cool Olmak ya da İtalyan


Gözyaşları ile uğurlayacağınız biri değil, Filippo Pozzato. Harika yılların, muhteşem zaferlerin ardından kariyerine nokta koyması size bu duyguyu vermeyecek şüphesiz. Zira nevi şahsına münhasır tavrıyla zaten kendini hatırlatacak. Evet onu özleyeceksiniz, evet onun sprint finişlerinde etkin olduğu yılları izlediğiniz için kendinizi şanslı hissedeceksiniz. Belki tekrar o yıllara dönmek isteyeceksiniz. Tüm bunlar sorun değil. Fakat onu uğurlamak yine de sizi gözyaşlarına boğmuyor.

Filippo Pozzato; Ne kadar zor, üzücü, eziyet verici bir halde olursa olsun yüzünden gülümsemeyi eksik etmeyen, her zaman “cool” kelimesinin bisiklet dünyasındaki karşılığı olan bir efsane. O da klasik bir veda istemezdi. Arkasından el sallamanızı, “Teşekkürler, Filippo” demenizi isteyecektir, bunu hak etti de. Hakkında yazacağınız kelimeler, anmalar, hazırlayacağınız her türlü videolar da onu mutlu edecektir. Dürüst olun, kimi etmez ki?

1981 doğumlu İtalyan yol bisikletçisi. 3 büyük (giro - vuelta – tour de France) turda da etap kazanabilmiş isimlerdendir. Aynı zamanda 2006 yılında Milan - San Remo zaferini ve 2009 yılında da yol yarışında dünya şampiyonluğu apoletini kazanmıştır. Tek günlük klasiklerin daimi favorilerinden olup sık sık büyük turlarda etap zaferi için çalışan Filippo geriye bunları bırakırken, bisiklet kariyerine nokta koydu.




Artık zafer peşinde koşmayacak. Artık sahne arkasında duracak, yeni İtalyanların eğitiminde, tecrübe kazanmasında rol alacak. Beltrami-Tsa takımının bünyesinde kalarak genç bisikletçileri eğitecek, gençliğinde bıraktığı Roller Hockey'e geri dönecek ve Monte Carlo'da lüks araç satışıyla , İtalya’nın gururu olmayı sürdürerek…
Emeklilik planları için hiç de fena sayılmaz, üstelik konu çılgın Filippo olunca!

Bisikletçiler, hayatları boyunca yarışlardan ya nefret eder ya da tutkuyla bağlanır. Bu modern savaşçılar acı dolu saatlerin ardından ertesi yıl tekrar gelmek için can atarlar, bağlılıkları tutkunun ötesine geçer.
Bazıları ise bir daha yarışmamak için bırakır ancak göz ucuyla da Roubaix Velodromu’ndaki finişin aktörü olmayı arzular. Çünkü nefretin içinde dahi bu ‘zorların zoru’ büyük klasik yarışta içten içe zafere ulaşamamanın verdiği derin haset yatar. Hasrete son verenler ya da kariyerini bitirenler. Ancak efsane olan üç ana yarışı kazanıp bırakmak herkese mahsus değildi.

Bisiklet üstünde ya da özel yaşamında, dini inançlar Pozzato’nun yaşamında önemli bir yere sahip. Vücudundaki dövmelerin büyük bölümü İtalyanın inançlarıyla ilintili. Pozzato, ailesine, dini inançlarına, yaşamına ve bisikleti üzerine çok sayıda dövme bulabilirsiniz. Asıl dövmeyi emeklilik kararını açıkladığı anda bıraktığı imzasıyla yaptı.
Teşekkürler Filippo. Harika kariyer, muhteşem zaferler, cool tavırlar için. Özleneceksin ve unutulmayacaksın.