Başarılı olduğumuz zaman -konu ne olursa olsun- tek sebebi biziz. İşler biraz sarpa sardığında hedef noktalarımız şaşırır. Ya da kolaya gelen budur. Bu noktalardan biri de batıl inançlar... İsmine ne koyarsanız koyun!
13 sayısının uğursuzluğu, merdiven altından geçmek veya daha önce biri/birilerine bir konuda talihsizlik yaşadıysa bizim başımıza gelme olasılıkları... Bir de bu olasılıkları yaşatma durumlarını da ele alırsak vay halimize.
Tüm bu kelime oyunlarının bir araya gelişini Tom Simpson'da görmek mümkün.Nasıl inanmak istediğinizle de ilgili... Bir bisikletçinin pedal çevirdiği andan, en söylenerek çıktığı tırmanış da dahi arzuladığı en büyük an gökkuşağı mayoyu sırtına geçire bilmekten geçer.
Birçoklarına göre nefes alıp-veriş sebebidir. Bu prestij sadece o anıda kapsamaz. Ertesi yılı da gökkuşağı mayoyu terleterek onurlanır. Gözler üzerindedir... Ve Tom Simpson!
1937 yılında geçimini madenden kazanan Haswell köyünde büyüyerek şekillendirir. Babası da burada para kazanmanın neredeyse tek koşulu madencilik olunca evdeki 5 kardeş birbirine aile olur. Tom en küçükleriydi ve ona düşen en mühim görev dışarıdan alınacak getir götür işleriydi. Bu zahmetin bir kolaylığını bulacak işlere yöneldi.
En kolayını seçti. Bisiklet... Böylece bisiklete karşı ilgisi başlamıştı. Fakat hızlı yükselmedi. Çocukluğunda fazlasıyla yaşıtlarına yenilmesine rağmen, her yenilgi de, tökezlemede çok çalışmayı bildi. Onun döneminde büyük yıldız Fausto Coppi'yi dinleyerek, izleyerek, örnek alarak; onun gibi olmak isteyen fakat kendi tarzını yaratan bir çocuktu Tom Simpson.
İngilizler o yıllarda spora olan ilgisizliği Tom için çıkmaza sürüklüyordu. Denemekten yorulmayan, yeni yollar arayışındaydı. Yaşadığı fiyaskolar sonucunda düşe-kalka ününü, başarısını arttırıp, yanına bir de sponsor desteği alarak çok daha güçlü olarak yolunu Avrupa'ya çevirme şansını yarattı. Coppi'yi idol alan bir bisikletçi olarak çıkışını pist bisikletçiliği duyuracaktı.
Kısa sürede ışığını görenler, hırslı ve tutkulu bir bisikletçi Tom Simpson adını duyurmak da gecikmediler. Sonra ne mi oldu?
1956 yılıyla olimpiyatlarda takımıyla bronz madalyayı göğüsledi. 1961'de Ronde Van Vlaandeen yarışında 1963'te Bordeaux-Paris'te hemen ertesi yıl Milan-Sanremo'da altın madalyayla gururlanıyordu. 1965'te ise en büyük patlamasını yapacaktı. Dünya Yol Bisiklet şampiyonu olarak gökkuşağı mayoyla İngiliz halkını spora, bisiklete çekecekti.
İnanışa göre, gökkuşağı mayoyu kazanan ertesi yıllar, içerisinde ölüm fermanını hazırlıyordu. Zaten 1 yıl arada veren Tom Simpson 1967 yılında Tour de France yarışının, 13. etabında meşhur dağlık bölge Mont Ventoux zirvesinde yaşamına veda eder. Milyonlarca Fransız önünde tutkusu olduğu bisiklet üzerinde canını verdi. 13 rakamı, batıl inanışlar neye dayandırmak isterseniz.
Unutmadan; çocukken, babasından para alabilme çabaları madene inmek için altından geçen merdiveni saymıyorum...
29 Temmuz 2016 Cuma
26 Temmuz 2016 Salı
Hugo Kasırgası, Tim Duncan'a Karşı!
Her şey, merakla başladı. Kristof Kolomb memleketine ulaşma çabaları ile çıktığı yolda hiçbir şeyden habersizce yeni kara parçasına adımını atmıştı. Tahmin edin ki gördüğü kişileri Hint olduğunu zannederek bir telaş sarmıştı.
Son derece yanılıyordu. Bu keşfi sayesinde cennetten bir yer olduğunu düşündüğü Virgin Adalarını da keşfetmişti. Hindistan'a varma sevdası onu Amerika'nın dünyanın "1" numaralı ülkesini keşfetmesine kadar götürecekti.
O naçizane Hindistan sevgisi onu sarsa da... İşlerin yönü değişti. Bu topraklar diğer ülkelerin kan döktüğü, kara parçasına dönüşüverdi. Bu yarıştan Virgin Adaları da nasibini alacaktı. Ancak doğa ana bu gözü dönmüşlüğe cevabını gecikmesiz verecekti. Büyük yıkımlara sebebiyet veren Hugo Kasırgasıyla...
Hugo'dan dolayı kendi içinde büyüttüklerini görmeksizin. Tim Duncan fırtınası...
Tim Duncan bir ada da büyüyen insanın en doğal sporu yüzme ile hayata bağlandı. Bundan Seul Olimpiyatlarında yarışan ablasının bir hayli büyük payı var elbet. Virgin Adalarının gelmiş geçmiş en yüksek rekorlarını kırarken, Hugo onları hiç rahat bırakmayacaktı. Antrenmanlarını yaptığı havuzu, annesinin kanser tedavisi gördüğü hastaneyi ve ailesinin ceplerindeki son kuruşa kadar emek verdikleri evlerini yıkıyordu.
Yılmadan yenileniyordu fakat Hugo kasırgasının gücü öyle şiddetliydi ki yaralarını sarmadan yenisi ekleniyordu. Bu duruma daha fazla annesi dayanamadı. Ve Tim Duncan güçlü durmayı öğrendi. Hırslarının kurbanı olmadan!
Örnek aldığı ablası Tim'in moralini düzeltmek için bir hediyesi vardı. Basitti, sıradandı ve hayat değiştiren türdendi. 14 yaşında ve hayatı kabusu dönmüş bir çocuğa verilecek manidar ödül "basketbol topu". Eğer seni spordan alıkoymasına izin vermiyorsan, yeni yollar keşfet diyordu. Hem ablası hem de Hugo!
14 yaşına kadar basketboldan anlamayan Tim Duncan'ın yeni oyuncağı umudunun alamet-i farikasıydı. Artık vaktinin çoğunu basketbol oynayarak geçirmeye başlamıştı. Boyu hiç de kısa oyuncu olarak müsaade edecek gibi değildi.
NBA'deki bir grup çaylak, basketbolun yeni yetenekleri için Ada'ya yolları düşmüştü ve de onlara kafa tutan Duncan'a. Buradan NCAA uzanan parkelere yolculuk başlamıştı. Ama daha öncesinde annesine verdiği sözü tutarak üniversite okuyup psikoloji diploması alacaktı.
Kısa sürede double-double yaparak 21 yaşında San Antonio Spurs'a 1. turdan 1. sıradan draft edilmişti.
Sonrası mı malumunuz 40 yaşında emekliliğini açıklayan 5 NBA şampiyonluğu, 2 MVP ödülü, yılın çaylağı bu başarılar uzar gider. Daha da ayrıcalıklısını neredeyse 20 yıla yakın Spurs emektarlığı... Mimarlarından olduğu bu takıma dönüp bakabilirdi artık.
Son derece yanılıyordu. Bu keşfi sayesinde cennetten bir yer olduğunu düşündüğü Virgin Adalarını da keşfetmişti. Hindistan'a varma sevdası onu Amerika'nın dünyanın "1" numaralı ülkesini keşfetmesine kadar götürecekti.
O naçizane Hindistan sevgisi onu sarsa da... İşlerin yönü değişti. Bu topraklar diğer ülkelerin kan döktüğü, kara parçasına dönüşüverdi. Bu yarıştan Virgin Adaları da nasibini alacaktı. Ancak doğa ana bu gözü dönmüşlüğe cevabını gecikmesiz verecekti. Büyük yıkımlara sebebiyet veren Hugo Kasırgasıyla...
Hugo'dan dolayı kendi içinde büyüttüklerini görmeksizin. Tim Duncan fırtınası...
Tim Duncan bir ada da büyüyen insanın en doğal sporu yüzme ile hayata bağlandı. Bundan Seul Olimpiyatlarında yarışan ablasının bir hayli büyük payı var elbet. Virgin Adalarının gelmiş geçmiş en yüksek rekorlarını kırarken, Hugo onları hiç rahat bırakmayacaktı. Antrenmanlarını yaptığı havuzu, annesinin kanser tedavisi gördüğü hastaneyi ve ailesinin ceplerindeki son kuruşa kadar emek verdikleri evlerini yıkıyordu.
Yılmadan yenileniyordu fakat Hugo kasırgasının gücü öyle şiddetliydi ki yaralarını sarmadan yenisi ekleniyordu. Bu duruma daha fazla annesi dayanamadı. Ve Tim Duncan güçlü durmayı öğrendi. Hırslarının kurbanı olmadan!
Örnek aldığı ablası Tim'in moralini düzeltmek için bir hediyesi vardı. Basitti, sıradandı ve hayat değiştiren türdendi. 14 yaşında ve hayatı kabusu dönmüş bir çocuğa verilecek manidar ödül "basketbol topu". Eğer seni spordan alıkoymasına izin vermiyorsan, yeni yollar keşfet diyordu. Hem ablası hem de Hugo!
14 yaşına kadar basketboldan anlamayan Tim Duncan'ın yeni oyuncağı umudunun alamet-i farikasıydı. Artık vaktinin çoğunu basketbol oynayarak geçirmeye başlamıştı. Boyu hiç de kısa oyuncu olarak müsaade edecek gibi değildi.
NBA'deki bir grup çaylak, basketbolun yeni yetenekleri için Ada'ya yolları düşmüştü ve de onlara kafa tutan Duncan'a. Buradan NCAA uzanan parkelere yolculuk başlamıştı. Ama daha öncesinde annesine verdiği sözü tutarak üniversite okuyup psikoloji diploması alacaktı.
Kısa sürede double-double yaparak 21 yaşında San Antonio Spurs'a 1. turdan 1. sıradan draft edilmişti.
Sonrası mı malumunuz 40 yaşında emekliliğini açıklayan 5 NBA şampiyonluğu, 2 MVP ödülü, yılın çaylağı bu başarılar uzar gider. Daha da ayrıcalıklısını neredeyse 20 yıla yakın Spurs emektarlığı... Mimarlarından olduğu bu takıma dönüp bakabilirdi artık.
Etiketler:
#america,
#Ilovethisgame,
#mvp,
#nba,
#reteraid,
#SanAntonioSpurs,
#TimDuncan,
#usa
22 Temmuz 2016 Cuma
Takım Olabilmek, İşte Bütün Mesele Bu... Team Sky!
Her ne kadar yalnızmış gibi dursa da gizli bir takım oyunudur, pedala basmak. Finiş çizgisinden ilk geçen oyuncunun sevincine bir bakın, yolun sonunda takımıyla kutlar. Bisiklette takım olmayı başaran ender takımlardan biri de "Team Sky".
Bisiklet için, Birleşik Krallık hedefler ortaya koydular ve İngiltere'de futbol dışındaki sporlarda da başarıyı konuşabilirizi iddia ettiler. Açıkçası başarılı da oldular, olmaya da devam ediyorlar.
2008 yılında BSkyB şirketinin sponsorluğunu alarak inşa etmeye başladılar. Yanlarına BSkyB başkanını (David Brailsford) bisiklet tutkunu yaparak devam ettiler. İşler tıkırında... Kısacası her şey yolunda ilerliyordu.
Ancak daha büyük mesele vardı. Takım kuruldu, peki takımı kimlerden oluşturacaklardı? Team Sky'ın asıl amacı genç yetenekler yetiştirerek erkek takımı oluşturmaktı.
Planlarındaki 6 bisikletçi ile anlaşmaya vardılar. En başta bisiklet için doğmuş Chris Froome'ı takıma aldılar. Ardından Geraint Thomas, Steve Cummings, Russell Downing, Ian Stannard ve Peter Kennaugh'tan kurulu bir İngiliz takımı oluşturdular. Diğer takımlardan farkını da dile getirdikleri "rekabet gücünü sağlamak" ile açılım yaptılar. Daha da fazla eklemeler yaparak takımı meydana getirdiler.
2009 yılıyla remi olarak kurulmuştu. Ve bu yıl 4 sene sonra ise en önemli bisiklet turunu kazanmışlardı. Fransa Bisiklet Turu bisikletçilerin, takımların ve diğer organizatörlerin korkulu rüyasıydı, Team Sky için hedeflerinden bir tanesiydi sadece. Hemen kurulduklarının ertesi yılında. Avustralya'da 1. ve 2. koltuklarda Team Sky ismi yazılıydı.
Böylece yavaş yavaş diğer yarışlara davet edilmeye başlandı. Öyle ki hayal kırıklıkları da yaşanmadı değil. Yinede bir sezonluk geçmişe bakıldığında 50 koşudan 22'sinde podyumu görmüşlerdi.
İsimlerini yalnızca Avrupa yollarında duyurmanın çok ötesindeydiler. California Turuyla yarışların keyfini çıkaran bir takım olduklarını ispatlarcasınaydılar. Britanya Takımı yalnızca zafer sarhoşluğu için değil, gerçeklerin ve mücadele ruhunun da içinde yoğrulmuştu.
Sergio Henao'nun tespit edilen anormal değerler sonucunda doping kurumuyla başı biraz dertte. Lakin Team Sky'dan destek gecikmedi. Bunların üstesinden gelirken son Tour de France şampiyonu Chris Froome yaptığı harikulade atakla tekrardan sarı mayoyu sırtına geçirmeyi başardı.
Team Sky'ı Froome sırtlıyor gibi görünse de işte bütün mesele bu "takım" olmak ya da olamamak...
Bisiklet için, Birleşik Krallık hedefler ortaya koydular ve İngiltere'de futbol dışındaki sporlarda da başarıyı konuşabilirizi iddia ettiler. Açıkçası başarılı da oldular, olmaya da devam ediyorlar.
2008 yılında BSkyB şirketinin sponsorluğunu alarak inşa etmeye başladılar. Yanlarına BSkyB başkanını (David Brailsford) bisiklet tutkunu yaparak devam ettiler. İşler tıkırında... Kısacası her şey yolunda ilerliyordu.
Ancak daha büyük mesele vardı. Takım kuruldu, peki takımı kimlerden oluşturacaklardı? Team Sky'ın asıl amacı genç yetenekler yetiştirerek erkek takımı oluşturmaktı.
Planlarındaki 6 bisikletçi ile anlaşmaya vardılar. En başta bisiklet için doğmuş Chris Froome'ı takıma aldılar. Ardından Geraint Thomas, Steve Cummings, Russell Downing, Ian Stannard ve Peter Kennaugh'tan kurulu bir İngiliz takımı oluşturdular. Diğer takımlardan farkını da dile getirdikleri "rekabet gücünü sağlamak" ile açılım yaptılar. Daha da fazla eklemeler yaparak takımı meydana getirdiler.
2009 yılıyla remi olarak kurulmuştu. Ve bu yıl 4 sene sonra ise en önemli bisiklet turunu kazanmışlardı. Fransa Bisiklet Turu bisikletçilerin, takımların ve diğer organizatörlerin korkulu rüyasıydı, Team Sky için hedeflerinden bir tanesiydi sadece. Hemen kurulduklarının ertesi yılında. Avustralya'da 1. ve 2. koltuklarda Team Sky ismi yazılıydı.
Böylece yavaş yavaş diğer yarışlara davet edilmeye başlandı. Öyle ki hayal kırıklıkları da yaşanmadı değil. Yinede bir sezonluk geçmişe bakıldığında 50 koşudan 22'sinde podyumu görmüşlerdi.
İsimlerini yalnızca Avrupa yollarında duyurmanın çok ötesindeydiler. California Turuyla yarışların keyfini çıkaran bir takım olduklarını ispatlarcasınaydılar. Britanya Takımı yalnızca zafer sarhoşluğu için değil, gerçeklerin ve mücadele ruhunun da içinde yoğrulmuştu.
Sergio Henao'nun tespit edilen anormal değerler sonucunda doping kurumuyla başı biraz dertte. Lakin Team Sky'dan destek gecikmedi. Bunların üstesinden gelirken son Tour de France şampiyonu Chris Froome yaptığı harikulade atakla tekrardan sarı mayoyu sırtına geçirmeyi başardı.
Team Sky'ı Froome sırtlıyor gibi görünse de işte bütün mesele bu "takım" olmak ya da olamamak...
Etiketler:
#bike,
#bisiklet,
#BSkyB,
#ChrisFroome,
#cycling,
#cyclist,
#england,
#TeamSky,
#tourdefrance
19 Temmuz 2016 Salı
Dikkat Dikkat! N'Golo Kante Evrilirken
İngiltere futbolu bu sezon yeni şampiyonluklara, bir o kadar da hayal kırıklıklarına kapılarını açmışken, taraftarın ve yönetimin iştahı kabarmış, yeni zaferleri kolluyorlar. Bu sezon Premier Lig de adını hafızalara kazıyan takım şüphesiz Leicester City'di.
Üçüncülükle yetinen takım Tottenham'ı da es geçmemek iyi olacak. Üstelik bu takımda transferlere diğer takımlara istinaden düşük bütçelerle lige meydan okudular.
Bu sezon İngiltere; futbolun kalbinin attığı ülke olarak altını basa basa ispatladılar. Bir de mimarlar var. Malzemeyi verip, harmanlanmasını istersin, onlar üzerine kendi yeteneklerini de ekleyip ayak cambazlığının en büyük mimarlarından olmayı başardılar.
Vardy ve Mahrez başarıları ülke sınırlarını aşmışken, takımın 11 kişiden olduğunu hatırlatır, zaferin gizli kahramanları olduğunu net bir şekilde biliyoruz.
Leicester City'nin en gölgede kalanlarından biri de N'Golo Kante. Mali asıllı Fransız orta saha oyuncusu. Orta saha bir yana önlibero oynayabiliyor olması neden Leicester'ın ayrılmaz parçası yaptığının alameti farikası.
Çoğunlukla çocukluk yaşta başlayan futbolculuk hayatı Kante için epey geç bir zamanda olacaktı. 22 yaşındayken başlayan profesyonel futbolculuk kariyerine Fransa'nın kıytı köşelerde kalmış (4. lig takımlarından) US Boulogne ile açılışı yapar. Çok sürmez...
1 yılın sonunda 2 basamak yükselerek 2. lig takımlarından SM Caen'e transfer olur. Öyle şaşalı paralara değil. Deyim yerindeyse karın tokluğuna ve de uğruna yaşını umursamadan yaptığı futbol için transfer olur. (Bonservis bedeli olmadan) Burada da pek vakit kaybetmez...
1 yılın sonunda Ranieri'nin alt lige düşmekten son dakika golü ile kurtardığı Leicester City takımına transferini sağlar. İngiltere olunca işin içinde paralarda konuşur.
9 milyon Euro bedelle Fransa'nın kuzeyine epeyce kuzeyine, futbolun beşiğine yaşam maçındaki en etkili asistini yapar. Onun bu üstün başarısı, en çok pas yapan, en çok koşan, top çalan.... kendi mevkisinde ne kadar başarılı istatistik varsa karşısında N'golo Kante ismi yazılı.
Kante'nin enerjisi, dinamizmi bilhassa Ranieri'yi hayrete düşürüyor. Bu onun aynı zamanda ilk 11'deki kilit oyuncu da yapıyor.
Şimdi, şimdiyse Fransa Milli Takımında enfes hareketleriyle maça damga vurabiliyor. Her an her yerde çıkma potansiyeline sahip. Tıpkı Ranieri'nin dediği gibi "bazen formasının altında motor mu var diye bakmayı düşünüyorum."
Üçüncülükle yetinen takım Tottenham'ı da es geçmemek iyi olacak. Üstelik bu takımda transferlere diğer takımlara istinaden düşük bütçelerle lige meydan okudular.
Bu sezon İngiltere; futbolun kalbinin attığı ülke olarak altını basa basa ispatladılar. Bir de mimarlar var. Malzemeyi verip, harmanlanmasını istersin, onlar üzerine kendi yeteneklerini de ekleyip ayak cambazlığının en büyük mimarlarından olmayı başardılar.
Vardy ve Mahrez başarıları ülke sınırlarını aşmışken, takımın 11 kişiden olduğunu hatırlatır, zaferin gizli kahramanları olduğunu net bir şekilde biliyoruz.
Leicester City'nin en gölgede kalanlarından biri de N'Golo Kante. Mali asıllı Fransız orta saha oyuncusu. Orta saha bir yana önlibero oynayabiliyor olması neden Leicester'ın ayrılmaz parçası yaptığının alameti farikası.
Çoğunlukla çocukluk yaşta başlayan futbolculuk hayatı Kante için epey geç bir zamanda olacaktı. 22 yaşındayken başlayan profesyonel futbolculuk kariyerine Fransa'nın kıytı köşelerde kalmış (4. lig takımlarından) US Boulogne ile açılışı yapar. Çok sürmez...
1 yılın sonunda 2 basamak yükselerek 2. lig takımlarından SM Caen'e transfer olur. Öyle şaşalı paralara değil. Deyim yerindeyse karın tokluğuna ve de uğruna yaşını umursamadan yaptığı futbol için transfer olur. (Bonservis bedeli olmadan) Burada da pek vakit kaybetmez...
1 yılın sonunda Ranieri'nin alt lige düşmekten son dakika golü ile kurtardığı Leicester City takımına transferini sağlar. İngiltere olunca işin içinde paralarda konuşur.
9 milyon Euro bedelle Fransa'nın kuzeyine epeyce kuzeyine, futbolun beşiğine yaşam maçındaki en etkili asistini yapar. Onun bu üstün başarısı, en çok pas yapan, en çok koşan, top çalan.... kendi mevkisinde ne kadar başarılı istatistik varsa karşısında N'golo Kante ismi yazılı.
Kante'nin enerjisi, dinamizmi bilhassa Ranieri'yi hayrete düşürüyor. Bu onun aynı zamanda ilk 11'deki kilit oyuncu da yapıyor.
Şimdi, şimdiyse Fransa Milli Takımında enfes hareketleriyle maça damga vurabiliyor. Her an her yerde çıkma potansiyeline sahip. Tıpkı Ranieri'nin dediği gibi "bazen formasının altında motor mu var diye bakmayı düşünüyorum."
15 Temmuz 2016 Cuma
Üvey Evlat; İsviçre Bisiklet Turu
Alabildiğince her yer yemyeşil, oksijen seviyesi insanı çarpan cinsten. Bu kadar doğallığın mütemadiyen olduğu yerde biraz yokuş, biraz dağ ve tepe de olmazsa olmaz. İşleri zorlaştıralım haziran ayının sıcaklığı, bu doğa ananın kucağında bisikletiniz ve kendinizle baş başasınız. Üstüne üstün zorlu tepeleri aşmanız isteniyor.
Tanıdık gelmiş olabilir ama ne Fransa ne de İtalya turundan bahsetmiyorum. Zaten onlarla yeterince iç içeyiz.
Tour de Suisse türkçe karşılığıyla İsviçre Bisiklet Turu. Tıpkı futbola yapılan imtiyazlı muamele gibi bisiklette de 3 büyük tur dışındakiler dışlanmış üvey evlat muamelesi görmekten kurtulamıyorlar. Ancak işler artık renk değiştirmeye başladı.
Sıradan ve keyfi olarak katılan bir tur iken son yıllarda Fransa Bisiklet Turu öncesindeki son ciddi yarış gözüyle bakılmaya başlandı.
Nitekim bu da İsviçre Turuna olan önem derecesinin de dozunu arttırdı. Türkiye Turu gibi... UCI Dünya Turu kapsamını içine almayan etap yarışları Haziran ayında gerçekleşmesi tura tatlı bir zorluk katıyor. Kökenine indiğimiz zaman, oldukça eskiye dayandığını fark edip bu zamana kadar yaptığımız haksızlıklar için hayıflanabilirsiniz.
Son yıllarda İsviçre Bisiklet Turuna olan katılımın artmasıyla organizasyon koordinatörleri tarafından sponsorluklar büyük talepler görmeye başladı. Bu yarışın bir diğer önemi ise sporcuların Fransa Bisiklet Turu öncesi kendilerini sınamaları için son bir şans niteliğinde.
İsviçre Bisiklet Turu çok da kolay güzergahlardan oluşmamakta. Muhakkak ki dağlık etapların bulunduğu ve hatta zamana karşı yarış için emeğinizin karşılığını aldığınız;en azından manzaranın ve görsel bütünlüğün tadını çıkarttığınız bir yarış. İsviçre Bisiklet Turunda podyuma çıkıyorsanız şayet turun hakkını vermişsiniz demektir.
Tabi işe doping gibi haksızlıklar karışmadıysa... Neyse ki şu dönemde bir sessizlik hakim. Bu da biraz korkutuyor, güvendiğimiz dağlara kar yağdığı için zamanında.
Hem 3 büyük turu hem de Tuor de Suisse'yi kazanan bisikletçilerden biri de Eddy Merckx. Bisikletin üstatlarından! Onun yanı sıra hem Fransa hem de İsviçre Turunu kazananlardan ilk akla gelen Jan Ulllrich. İsim saymakla bitiremeyiz lakin bitirdiğimiz, Fransa, İtalya ve İspanya turlarının dışındakileri yok saymayı bir çırpıda yapabiliyoruz.
Eğer gökyüzünü sonsuz görebiliyor ve dağ tepe demeden bisikletinizle yolları aşabiliyorsanız bilin ki İsviçre'desiniz, belki Antalya yollarında...
Tanıdık gelmiş olabilir ama ne Fransa ne de İtalya turundan bahsetmiyorum. Zaten onlarla yeterince iç içeyiz.
Tour de Suisse türkçe karşılığıyla İsviçre Bisiklet Turu. Tıpkı futbola yapılan imtiyazlı muamele gibi bisiklette de 3 büyük tur dışındakiler dışlanmış üvey evlat muamelesi görmekten kurtulamıyorlar. Ancak işler artık renk değiştirmeye başladı.
Sıradan ve keyfi olarak katılan bir tur iken son yıllarda Fransa Bisiklet Turu öncesindeki son ciddi yarış gözüyle bakılmaya başlandı.
Nitekim bu da İsviçre Turuna olan önem derecesinin de dozunu arttırdı. Türkiye Turu gibi... UCI Dünya Turu kapsamını içine almayan etap yarışları Haziran ayında gerçekleşmesi tura tatlı bir zorluk katıyor. Kökenine indiğimiz zaman, oldukça eskiye dayandığını fark edip bu zamana kadar yaptığımız haksızlıklar için hayıflanabilirsiniz.
Son yıllarda İsviçre Bisiklet Turuna olan katılımın artmasıyla organizasyon koordinatörleri tarafından sponsorluklar büyük talepler görmeye başladı. Bu yarışın bir diğer önemi ise sporcuların Fransa Bisiklet Turu öncesi kendilerini sınamaları için son bir şans niteliğinde.
İsviçre Bisiklet Turu çok da kolay güzergahlardan oluşmamakta. Muhakkak ki dağlık etapların bulunduğu ve hatta zamana karşı yarış için emeğinizin karşılığını aldığınız;en azından manzaranın ve görsel bütünlüğün tadını çıkarttığınız bir yarış. İsviçre Bisiklet Turunda podyuma çıkıyorsanız şayet turun hakkını vermişsiniz demektir.
Tabi işe doping gibi haksızlıklar karışmadıysa... Neyse ki şu dönemde bir sessizlik hakim. Bu da biraz korkutuyor, güvendiğimiz dağlara kar yağdığı için zamanında.
Hem 3 büyük turu hem de Tuor de Suisse'yi kazanan bisikletçilerden biri de Eddy Merckx. Bisikletin üstatlarından! Onun yanı sıra hem Fransa hem de İsviçre Turunu kazananlardan ilk akla gelen Jan Ulllrich. İsim saymakla bitiremeyiz lakin bitirdiğimiz, Fransa, İtalya ve İspanya turlarının dışındakileri yok saymayı bir çırpıda yapabiliyoruz.
Eğer gökyüzünü sonsuz görebiliyor ve dağ tepe demeden bisikletinizle yolları aşabiliyorsanız bilin ki İsviçre'desiniz, belki Antalya yollarında...
Etiketler:
#bike,
#bisiklet,
#cycling,
#cyclist,
#EddyMerckx,
#JanUllrich,
#TourdeSuisse,
#UCI
12 Temmuz 2016 Salı
Hazır Mısınız? Kyrie Irving'e?
"Babam bana diğer insanların nasıl sıkı çalıştığını, ben uyurken Los Angeles'ta bir insanın çalışmakta olduğunu söylemişti." Sözler hiç tanıdık değil. Şu sıralarda Amerika'nın altını üstüne getiren takımdan Cleveland oyuncusu, LeBron değil yakın gelecekteki "kral" Kyrie Irving'in babasının oğluna yaptığı küçük bir öğüt sadece.
Annesini 4 yaşındayken kaybeden küçük Irving babasının nasihatlarını annesinin yerine koyarak büyütülmüş. Babası hayatının en derin noktasında yer alan Irving 9 yaşında iken babasıyla 11 Eylül saldırılarının tam ortasında kalmış, sağlam ve sakin duruşundan ötürü hayatta kalmayı başarmışlar. Gelelim asıl mücadelesine. Basketbola, onun hayatına...
Kolej kariyerine Duke Üniversite ile başlayan ve de parlayan Irving birinci sıradan draft edilerek Cleveland Cavaliers takımında forma şansı buldu. 2011 yılı itibariyle yüzü gülen taraftı. Takımıyla uyum yakaladıysa da asıl büyük başarı bir türlü gelmiyordu.
Bireysel olarak çıkış ivmesi yakalayan Irving 2013 yılında NBA All-Stars üç sayı şampiyonu oldu. Bu üçlükler daha sonra kendisine ve takımına şampiyonluğu getirecekti. Birbirinden etkili, sorumluluk sahibi, süratli ve LeBron'dan az olmak itibariyle egoları bulunan genç yetenek. Draft edildiği andan beri karşı tarafa acımayan Irving hemen hemen her maç 40 sayı garantili oynayarak Cleveland'a umut ışığı olabiliyor. Nitekim oldu da! Sınırı pek tabi ki 40 sayı değildi.
Portland'a attığı 55 sayıyı unutmamak gerek. 55 sayı sonrası All-Star karmasına dahil oldu ve beraberinde ilk 5'te yer açtı kendine. Ödülünü de yine kendi elleriyle hazırlamış, önüne sunmuştu. All-Star'ın MVP'si seçilmiş, bu unvanıyla Dünya Kupasında aynı unvanıyla Amerika'nın yolunu tutmuştu.
Hatta o dönem yaptığı crossover'lar sayesinde ilgi odağı olmayı başarmıştı. Bir basketbolcu olabilecek fiziğe tam olarak sahip değil ancak esnek hareketleriyle, hızıyla son derece kapatmasını iyi biliyor.
Cleveland Cavaliers ekibi onu hep 1. sıradan draft ettikleri için endişeli ve şüpheliydiler. Şimdi bu perdeyi gözlerinin önünden çektikleri kesin... Çekişmeli geçen Golden State final serisinde öne çıkan tek isim Cavs'ta LeBron olmadı.
Kyrie Irving attığı üçlüklerle finali kopardı. LeBron'un blokunu es geçmeden! Bu yönetime de atılmış bir üçlük aynı zamanda. Net!
Annesini 4 yaşındayken kaybeden küçük Irving babasının nasihatlarını annesinin yerine koyarak büyütülmüş. Babası hayatının en derin noktasında yer alan Irving 9 yaşında iken babasıyla 11 Eylül saldırılarının tam ortasında kalmış, sağlam ve sakin duruşundan ötürü hayatta kalmayı başarmışlar. Gelelim asıl mücadelesine. Basketbola, onun hayatına...
Kolej kariyerine Duke Üniversite ile başlayan ve de parlayan Irving birinci sıradan draft edilerek Cleveland Cavaliers takımında forma şansı buldu. 2011 yılı itibariyle yüzü gülen taraftı. Takımıyla uyum yakaladıysa da asıl büyük başarı bir türlü gelmiyordu.
Bireysel olarak çıkış ivmesi yakalayan Irving 2013 yılında NBA All-Stars üç sayı şampiyonu oldu. Bu üçlükler daha sonra kendisine ve takımına şampiyonluğu getirecekti. Birbirinden etkili, sorumluluk sahibi, süratli ve LeBron'dan az olmak itibariyle egoları bulunan genç yetenek. Draft edildiği andan beri karşı tarafa acımayan Irving hemen hemen her maç 40 sayı garantili oynayarak Cleveland'a umut ışığı olabiliyor. Nitekim oldu da! Sınırı pek tabi ki 40 sayı değildi.
Portland'a attığı 55 sayıyı unutmamak gerek. 55 sayı sonrası All-Star karmasına dahil oldu ve beraberinde ilk 5'te yer açtı kendine. Ödülünü de yine kendi elleriyle hazırlamış, önüne sunmuştu. All-Star'ın MVP'si seçilmiş, bu unvanıyla Dünya Kupasında aynı unvanıyla Amerika'nın yolunu tutmuştu.
Hatta o dönem yaptığı crossover'lar sayesinde ilgi odağı olmayı başarmıştı. Bir basketbolcu olabilecek fiziğe tam olarak sahip değil ancak esnek hareketleriyle, hızıyla son derece kapatmasını iyi biliyor.
Cleveland Cavaliers ekibi onu hep 1. sıradan draft ettikleri için endişeli ve şüpheliydiler. Şimdi bu perdeyi gözlerinin önünden çektikleri kesin... Çekişmeli geçen Golden State final serisinde öne çıkan tek isim Cavs'ta LeBron olmadı.
Kyrie Irving attığı üçlüklerle finali kopardı. LeBron'un blokunu es geçmeden! Bu yönetime de atılmış bir üçlük aynı zamanda. Net!
8 Temmuz 2016 Cuma
Peri Masalı Değil, Gerçekler.
Hayatın büyük bir cilvesi "para kazanmak." Sporcuysanız çok da dert olmayan bir durum. Bunun için profesyonel bir oyuncu olmak şart. Ve biraz yetenek. Gerisi medyanın şişirmesiyle dünyaca ünlü bir yıldıza dönüşüverir, cepleri dolabilir. Bilhassa futbolcuların kazanacağı paralar düşünülünce ciddi miktarlardan bahsediliyor. Keza NBA'de oynayan basketbolcular içinde aynı rakamlar geçerli.
Bunun dışındaki sporlar için mütevazi meblağlar söyleyebiliriz. Pek çok şey söyleyebiliriz. Bir de bu konuda affetmeyen tenisçiler var. Efsane olmuş, olma yolunda tenisçiler... Grand Slam'leri silip süpüren, özel turnuvaların özel oyuncuları olarak diğer sporculara taş çıkaran tenisçiler. Federer gibi.
Lakin konumuz Federer değil. Konuğumuz Marcus Willis.
Açıklık getirelim. Dünya sıralamasında 772. sırada. Şimdilik. Marcus Willis hikayesi çok sıradan. Turnuvalarda gösteremediği başarılardan dolayı tenisi ve İngiltere'yi bırakıp Amerikan rüyasını gerçekleştirmek için taşınacaktı. Çünkü yaşam standartlarını gerçekleştirebilmek adına para kazanamıyordu. Günlük kazançlar anını kurtarıyor, bir sonraki gün onun için hayatta kalabilmek mücadelesi demekti.
Ailesinin zoruyla hem ülkesinde hem de tenisle kalmaya karar verdi. İlk işi de saati 30 sterline tenis dersleri vererek geçimini sağlamaya başlamaktı. Normalde bir sezonda turnuvalardan 220 sterline yakın para kazanan Willis'in kaderi bir anda değişti.
Dünya 22 numarası Scott Clayton Antalya'da düzenlenen organizasyonuna sonunda ülkesine dönmek için bilet bulmayınca, Wimbledon başvurularını kaçırdı ve sıradaki isim ve oklar Marcus Willis'i gösteriyordu.
Willis üst üste kazandığı maçlar sayesinde Wimbledon'daki elemelere katılma hakkı kazandı. 1. turdaki rakibi Berankis'i 3-0'lık üstün bir oyunla geçince kimdir bu Willis soruları dolaşmaya başladı. Ancak ne var ki bir sonraki raket "Ekselansları" asla affetmez, üstelik bu yıl Grand Slam oynayamamışken, deyim yerindeyse iştahı açıksa affetmez.
Karşılaşmayı tribünlerin tamamen doldurduğu, oyunun sonucundan çok, şov maçı gibi oynanan keyifli maçı 3-0 Federer kazandı. Seyircilerden alkış alan tek başına Federer olmadı. Wimbledon öncesi darboğazda olan Willis her ne kadar bir üst tura çıkmasa da 50 bin sterlinlik parayı cebine attı.
Tabi sıralamada da 400 basamak yükselerek. Willis'e peri masalı yaşıyor diyen, hayatının gerçeklerini yaşıyordu.
Bunun dışındaki sporlar için mütevazi meblağlar söyleyebiliriz. Pek çok şey söyleyebiliriz. Bir de bu konuda affetmeyen tenisçiler var. Efsane olmuş, olma yolunda tenisçiler... Grand Slam'leri silip süpüren, özel turnuvaların özel oyuncuları olarak diğer sporculara taş çıkaran tenisçiler. Federer gibi.
Lakin konumuz Federer değil. Konuğumuz Marcus Willis.
Açıklık getirelim. Dünya sıralamasında 772. sırada. Şimdilik. Marcus Willis hikayesi çok sıradan. Turnuvalarda gösteremediği başarılardan dolayı tenisi ve İngiltere'yi bırakıp Amerikan rüyasını gerçekleştirmek için taşınacaktı. Çünkü yaşam standartlarını gerçekleştirebilmek adına para kazanamıyordu. Günlük kazançlar anını kurtarıyor, bir sonraki gün onun için hayatta kalabilmek mücadelesi demekti.
Ailesinin zoruyla hem ülkesinde hem de tenisle kalmaya karar verdi. İlk işi de saati 30 sterline tenis dersleri vererek geçimini sağlamaya başlamaktı. Normalde bir sezonda turnuvalardan 220 sterline yakın para kazanan Willis'in kaderi bir anda değişti.
Dünya 22 numarası Scott Clayton Antalya'da düzenlenen organizasyonuna sonunda ülkesine dönmek için bilet bulmayınca, Wimbledon başvurularını kaçırdı ve sıradaki isim ve oklar Marcus Willis'i gösteriyordu.
Willis üst üste kazandığı maçlar sayesinde Wimbledon'daki elemelere katılma hakkı kazandı. 1. turdaki rakibi Berankis'i 3-0'lık üstün bir oyunla geçince kimdir bu Willis soruları dolaşmaya başladı. Ancak ne var ki bir sonraki raket "Ekselansları" asla affetmez, üstelik bu yıl Grand Slam oynayamamışken, deyim yerindeyse iştahı açıksa affetmez.
Karşılaşmayı tribünlerin tamamen doldurduğu, oyunun sonucundan çok, şov maçı gibi oynanan keyifli maçı 3-0 Federer kazandı. Seyircilerden alkış alan tek başına Federer olmadı. Wimbledon öncesi darboğazda olan Willis her ne kadar bir üst tura çıkmasa da 50 bin sterlinlik parayı cebine attı.
Tabi sıralamada da 400 basamak yükselerek. Willis'e peri masalı yaşıyor diyen, hayatının gerçeklerini yaşıyordu.
1 Temmuz 2016 Cuma
Bernard Hinault'a Bisikletin Üstadı Diyebiliriz.
En iyisi olmak istiyordu. Bunun için yeteneği ve de en önemlisi azmi vardı. Nitekim öyle de oldu. Bernard Hinault, Fransız bisikleti denildiğinde akla sadece tour de France dışında "bende" varım diyen efsanevi bisikletçi. Neden mi efsanevi oluyor? Burada uzunca ara vermemiz gerekecek o halde. Hazırsak, başlayalım.
Üç büyük turu (Tour de France, Giro d'Italia ve de Vuelta a Espana) kazanmayı başaran 5 bisikletçiden biri Hinault. Bu kadar sıradışılığın yanında daha büyük bir farkı daha var. Bu 3 büyük bisiklet turunu birden fazlasıyla kazanmayı başaran "tek" isim. Çok ilginçtir ki Cyrille Guimard'ın ciddi sakatlığı Hinault'un dönüm noktası oldu desek yanlış olmaz.
Guimard'ın bisiklet kariyerinin noktalandığı anlarda hem kendisinin bir nevi "koçluk" başlangıcı hem de Hinault'un geleceği planlanıyordu. Habersizce... Böylece bir takım olmuşlardı. Taze, istekli ve enerjik genç Bernard ile kırılmış, beklenmedik sakatlıkla son bulduğunu sandığı Cyrille Guimard'ın enfes buluşması.
Bu buluşmanın tarihi 1974 yılını yani Hinault'un profesyonel hayatla tanışma tarihine denk geliyordu. 1976 yılında da ilk zaferlerini Tour de France'in topraklarından geçen Paris-Camembert'ten olacaktı.
1977 yılında ise Hinault'un "direktörü" Guimard tarafından Tour de France'e katılmamasını önerdi. Pişmiş, emin ve hazır Hinault sunmak istiyordu. Hemen arkasından 1 yıl sonra Fransa Turunun genel klasmanına kendi hanesine yazdırmayı başardı.
Üstelik 1. olarak! İşte böyle başladı bisikletin çıraklığı. Devam eden zaferlerle peş peşe alınan Fransa Turları ki, Tour de France 5. kez kazanarak turun şeref kürsüsüne ve de daha sonraları da eklenecek sporcularla birlikte aynı yarışı tarih boyunca peş peşe kazanmış 4 sporcunun yanına yazdırıyordu.
Bernard Hianult ustalık eserini son rötuşlarını yaparken katıldığı tüm Tour de France yarışlarını 1. veya 2. olarak noktalamıştır. Bırakın yarışı dereceler içinde bitirmeyi turu çoğunlukla bitirebilmek dahi büyük zaferdir.
Hianult 31 yaşına geldiğinde emekliliğini açıkladı ve en iyisi olmuştu! Zirvedeyken söylediği cümlesiyle veda etti yollara...
"Ben insanları memnun etmek için değil, kazanmak için yarıştım."
Üç büyük turu (Tour de France, Giro d'Italia ve de Vuelta a Espana) kazanmayı başaran 5 bisikletçiden biri Hinault. Bu kadar sıradışılığın yanında daha büyük bir farkı daha var. Bu 3 büyük bisiklet turunu birden fazlasıyla kazanmayı başaran "tek" isim. Çok ilginçtir ki Cyrille Guimard'ın ciddi sakatlığı Hinault'un dönüm noktası oldu desek yanlış olmaz.
Guimard'ın bisiklet kariyerinin noktalandığı anlarda hem kendisinin bir nevi "koçluk" başlangıcı hem de Hinault'un geleceği planlanıyordu. Habersizce... Böylece bir takım olmuşlardı. Taze, istekli ve enerjik genç Bernard ile kırılmış, beklenmedik sakatlıkla son bulduğunu sandığı Cyrille Guimard'ın enfes buluşması.
Bu buluşmanın tarihi 1974 yılını yani Hinault'un profesyonel hayatla tanışma tarihine denk geliyordu. 1976 yılında da ilk zaferlerini Tour de France'in topraklarından geçen Paris-Camembert'ten olacaktı.
1977 yılında ise Hinault'un "direktörü" Guimard tarafından Tour de France'e katılmamasını önerdi. Pişmiş, emin ve hazır Hinault sunmak istiyordu. Hemen arkasından 1 yıl sonra Fransa Turunun genel klasmanına kendi hanesine yazdırmayı başardı.
Üstelik 1. olarak! İşte böyle başladı bisikletin çıraklığı. Devam eden zaferlerle peş peşe alınan Fransa Turları ki, Tour de France 5. kez kazanarak turun şeref kürsüsüne ve de daha sonraları da eklenecek sporcularla birlikte aynı yarışı tarih boyunca peş peşe kazanmış 4 sporcunun yanına yazdırıyordu.
Bernard Hianult ustalık eserini son rötuşlarını yaparken katıldığı tüm Tour de France yarışlarını 1. veya 2. olarak noktalamıştır. Bırakın yarışı dereceler içinde bitirmeyi turu çoğunlukla bitirebilmek dahi büyük zaferdir.
Hianult 31 yaşına geldiğinde emekliliğini açıkladı ve en iyisi olmuştu! Zirvedeyken söylediği cümlesiyle veda etti yollara...
"Ben insanları memnun etmek için değil, kazanmak için yarıştım."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)