31 Temmuz 2022 Pazar

İspanyol Esintiler

Tenis dünyası, Madrid Açık'ta harikalar yaratan ve dünya sıralamasının ilk 5'inde yer alan 3 ismi yenerek zafere ulaşan Carlos Alcaraz'ı konuşuyor. 2 yıl gibi kısa bir sürede önemli başarılar elde eden ve adını kısa sürede duyuran Alcaraz'ın Real Madrid hayranlığı, maç öncesi ritüelleri ve kariyerine bakış açısı ve çok daha fazlası için maçlarından bir kaç dakika seçmeniz yeterli.
Madrid'de düzenlenen açık Tenis turnuvası tek erkekler finalinde, Alman Alexander Zverev'i 2-0 yenerek şampiyonluğa ulaşan Carlos Alcaraz, spor dünyasında tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.

Turnuvanın çeyrek finalinde Rafael Nadal, yarı finalinde ise Novak Djokovic'i eleyerek adından söz ettiren 19 yaşındaki raket, Madrid'deki turnuvayı kazanan en genç tenisçi oldu. İki hafta önce de Barcelona'daki ATP turnuvasını da kazanan Alcaraz'ın hayat hikayesi de kendisi gibi birçok ilginç anları da barındırıyor. Bir dönem İspanya içi sıralamada ilk 40'ta yer alan babasından etkilendi ve 4 yaşında tenisle tanıştı. Tenis dünyasında ismini ilk duyurduğu turnuva, 2014'te Fransa'da oynadığı uluslararası U12 turnuvası oldu. 2018 yılında henüz 15 yaşındayken profesyonel olan Alcaraz, ITF Men's World Tennis Tour'da 3, ATP Challenger Tour'da 4 kez şampiyon oldu ve 2021 yılı Mayıs ayında dünya sıralamasında ilk 100'e girmeyi başardı.
Birçok İspanyol tenisçi gibi, Alcaraz'ın da idol olarak gördüğü isim herkesin malumuydu: Rafael Nadal... Henüz 17 yaşındayken verdiği bir röportajda Alcaraz, "Rafa ile bu zamana kadar pek konuşma şansım olmadı ancak karakteri, tavrı ve tenise olan tutkusu nedeniyle o benim idolüm" ifadelerini kullanmıştı.

2021 yılında ismini daha çok duyurmaya başlayan Carlos Alcaraz, Avustralya Açık'a tek erkeklerde katılan en genç tenisçi oldu. Aynı yıl ABD Açık'ta dünya 3 numarası Stefanos Tsitsipas'ı mağlup ederek kariyerinin en önemli galibiyetini aldı. Alcaraz, turnuvada çeyrek final oynama başarısı gösterdi ve tenis dünyasında en üst sıralara doğru hızlı bir yükselişe geçti. 1 Kasım tarihinde dünya sıralamasında ilk 35 içerisinde kendisine yer buldu ve 35 kişi arasındaki en genç isim olmayı başardı
...


2022 yılı ise Alcaraz için genç yaşta zirveyi gördüğü yıl oldu... 2021 yılında ilk 100'e girdikten sonra gösterdiği başarıyla 2022 yılındaki ilk turnuva olan Avustralya Açık'a 31. seribaşı, ilk kez bir Grand Slam turnuvasına seribaşı olarak katılmış oldu ancak Alcaraz'ın bu başarısı, üçüncü turda Matteo Berrettini'ye kaybetmesiyle sona erdi. Turnuvadan erken elenmesine karşın, New York Times'ın attığı "spordaki en heyecan verici yeni nesil yeteneklerden biri" başlığı, Alcaraz'ın önlenemez yükselişinin mihenk taşlarından biri haline geldi.
Avustralya Açık sonrası Rio Açık'ta şampiyon olan ve dünya sıralamasında ilk 20'ye giren Alcaraz, sonrasında Miami Açık ve Barcelona Açık tarihinin en genç şampiyonu oldu. İspanyol raket, kariyer zirvesini ise Madrid Açık'ta yaptı...

Barcelona Açık'ın ardından dünya sıralamasında ilk 10 içerisine giren Alcaraz, Madrid'de vitrine çıkışını büyük bir sükse ile yaptı. Zaferlerinin arasında, idolü Rafael Nadal'ı mağlup etmesi de vardı... Çeyrek finale kadar rahat maçlar çıkarak Alcaraz, çeyrek finalde idolü Nadal ile karşı karşıya geldi. Setleri 6-2, 1-6, 6-3 ile kazanan Alcaraz, yarı finale yükselmeyi başardı. İspanyol raketin Rafael Nadal'a karşı kazandığı zafer, bir maç galibiyetinden fazlasıydı.
Rafael Nadal'ı toprak kortta yenen en genç tenisçi olan Alcaraz ayrıca, Rafael Nadal'ın İspanyol raketlere karşı 25 maçlık yenilmezliğine de son vermiş oldu. Bu galibiyetin bir başka anlamı ise, Alcaraz'ın doğum gününde elde etmiş olmasıydı...

Alcaraz'ın yarı finaldeki rakibi ise, dünya 1 numarası Novak Djokovic'ti. Rakibini 6-7, 7-5 ve 7-6'lık setlerle 2-1 mağlup eden İspanyol tenis finale yükseldi. Bu maç Alcaraz'ı, Rafael Nadal ve Novak Djokovic'i üst üste yenen ilk tenisçi yaptı.

19 yaşındaki İspanyol raket, dünya 4 numarası Rafael Nadal, dünya 1 numarası Novak Djokovic ve dünya 3 numarası Zverev'i yenerek ATP Tour tarihinde 1990'dan beri ilk beş sıradaki oyuncudan üçünü mağlup eden en genç raket unvanını elde etti. Alcaraz ayrıca, bu yıl kazandığı dört turnuvanın üçünün tarihindeki en genç şampiyon olmayı başardı: Rio de Janeiro, Miami ve Madrid.

6 Mayıs 2022 Cuma

En Büyük Koç

Sırbistan’ın orta bölgelerinde küçük bir şehirde, Yugoslav dönemin etkileri yavaş yavaş çekilirken geriye bıraktığı mirasa sadık kaldılar. Avrupa Basketbolunun temel yapılarını oluşturan Sırp basketbolu...

15 yaşındayken Belgrad’a gelip basketbol oynamaya ve liseyi orada okumaya karar veren Dusan Alimpijevic. Söyleyeceklerini ve yapacaklarını yarıda bırakmak zorunda kaldığını düşündüğü anda bambaşka bir yola evrildi.

Maalesef kariyerinin çok erken dönemlerinde çapraz bağ sakatlığı yaşadı ve üstelik ivme yakaladığı 17 yaşına gelmeden. İyileşme aşamasını bitirdikten sonra 19 yaşındayken ikincisi de başına gelince tek çare parkeden ayrılmaktı. 3 ameliyat geçirdi, menisküs, çapraz bağ derken bırakmaya karar verdi. Neyse ki oyuncuyken çalıştığı koçlarda büyük etki bırakmıştı, asistan koç olarak yanlarına çağırıldı.

Bu şekilde, Belgrad’ta küçük bir kulüpte işe başladı ve pek tatmin olmasa da, yine o parkenin üzerinde olma huzuru vardı. Küçük takımı çalıştırıyordu ve şimdiden gelecek gördüğü 2 tane iyi çocuk vardı. Novi Sad’tan beri aradılar ve çağırdılar. O çocuklar Novi Sad’ın küçük takımına gittiler, Dusan’da, Novi Sad’ın A takımına asistan olarak gidecekti böylece.

Sırbistan 1. Ligindeki en genç koç ve sadece 22 yaşındaydı. Sırbistan’da basketbolun iyi zamanlarıydı o dönemler. İyi kulüpler vardı, belki Adriyatik Ligi standartlarında değillerdi ama… 5-6 sene asistan olarak çalıştı, sonra kulüp Dusan’a başantrenör olma fırsatı verdi.

Aynı zamanlarda kulübün adı da Vojvodina Novi Sad oldu. 27 yaşında Sırbistan Ligi’nin en genç başantrenörüydü. Yeni bir sayfa açtı. İlk 2 sene hedefi ligde kalmaktı, ilk senede iyi iş çıkardı. Sonrasında play-off’lara kaldı.

Sırbistan’ın köklü takımlarından Kızılyıldız’a gittiğinde başkan, finansal istikrarla alakalı kararlar aldı. O karar alınmamış olsaydı, Kızılyıldız şu an bulunduğu konumda olamazdı. O sene genç oyuncularla bir takım kurdu ve ardından transfer pazarında bütçeleri için uygun olabilecek oyunculara baktılar. Bazılarının EuroLeague’deki değil, Kızılyıldız’daki ilk sezonuydu hatta. EuroLeague ayrı bir seviye! O gençlerle iyi iş çıkardı, bugüne hatta ömrümüzün sonuna kadar hatırlayacağı galibiyetler aldı. Real Madrid’i deplasmanda yendi, Olympiakos’u tarihte ilk kez deplasmanda yendi. Zalgiris, Barcelona, Maccabi… Milano ve Valencia gibi o dönemler liglerinde şampiyon olan takımları iki kez yendi.


Kızılyıldız o dönemde her şeyi kazanmışlardı. Başkan, daha istikrarlı bir yapıya ihtiyaçları olduğunu düşünmüştü. Hem o dönem hem de gelecek için. EuroLeague’deki en genç koç olarak büyük bir meydan okumaydı. Sadece meydan okuma da değil, her şeydi…
Her normal insan EuroLeague’in basketbolun en yüksek seviyesi olduğunu düşünür. 32 yaşında, herhangi bir EuroLeague tecrübesi olmadan o pozisyona getiriliyorsunuz. Bu yüzden Başkan, herkesin bir yerden başlaması gerektiğini söyledi. Her insan, her koç bir yerlerden başlamalı.

Sezon bittiğinde NBA takımları EuroLeague koçlarıyla fikir alışverişinde, tecrübe aktarımında bulunmak istiyor. Tabii oraya gittiğinizde onların sizden öğrenebileceğinden çok daha fazla şey öğreniyorsunuz. Organizasyon, maç hazırlığı, tedavi aşamaları, ilişkiler… Her açıdan önde olan bir NBA var. Oraya öğrenmeye istekli şekilde giderseniz kendi felsefenize uygun şeyleri alabilirsiniz. Hikayesini böyle çizerken kim bilebilirdi ki Bursa ile yollarının kesişeceğini. Kasım ayı perdesini kaparken Bursaspor’dan açıklama gelmişti Dusan Alimpijevic yeşil beyazlı takım ile düşünmeden imzayı atmıştı.

Takımın inancı tamdı üstelik yeni gelmiş genç koçun da. Finale giden yolda öyle gelecekti. Pazrtizan gibi Andorra gibi dişli rakipleri elerken akıllarındaki tek an, finalde potanın filelerini kesiyor olmalarıydı. Eurocup'ta başarılı performans sergileyerek finale kalan Bursaspor'da, Başantrenör Dusan Alimpijevic sezonun başantrenörü seçildi. Bu ince uzun yolda fazlasıyla haketti.

27 Mart 2022 Pazar

Sihirli Boas

17 Ekim 1977’de Porto’da dünyaya gelmiş Portekizli teknik direktör. Henüz 16 yaşında sıkı bir Porto taraftarı iken, o yıllarda yaşadığı sitedeki komşusu ve Porto’nun teknik direktörlüğünü yapan Bobby Robson ile takımın hal ve gidişini konuşur, düşüncelerini dile getirirmiş. İngiliz teknik direktörün hoşuna gitmiş çocuktaki öz güven… Robson’un izniyle takımın antrenmanlarına gözlemci olarak katılmaya başlamış. Yaşıtlarının profesyonel futbolcu olma hayaliyle top peşinde koştuğu yıllarda, o antrenörlüğe merak salmış. Henüz 17 yaşında İskoçya Futbol Federasyonu tarafından düzenlenen antrenörlük kurslarına katılarak “UEFA C” lisansını, bir sonraki sene de “UEFA B” lisansını almış.

Kurs direktörü Jim Fleeting’in onun hakkındaki gözlemi, öğrencisinin geldiği noktayı anlatması açısından önemli: “Çok meraklı ve öğrenmeye istekliydi. Çok iyi bir dinleyici ve öğrendiklerini iyi uygulayan bir öğrenciydi. Kariyerinde geldiği noktaya şaşırmıyorum…’
2000–2001 sezonunda kısa süreliğine British Virgin Islands Milli Takımını çalıştırmış Portekizli teknik direktör. İki yenilgi ile sonuçlanan o kısa macera sonrası Porto’ya, José Mourinho’nun yardımcısı olarak dönmüş.

2004 senesinde, José Mourinho Porto’dan ayrılıp Chelsea’ye gelirken, onu da yanında getirdi batı Londra’ya. Rakip takımlar üzerine yaptığı detaylı analizleri ile nam salmıştı o yıllarda. Bir sonraki maçta karşılaşacakları takımın güçlü ve zayıf yanlarını rapor halinde Mourinho’ya sunardı. Hazırlanması dört gün kadar süren raporlar doğrultusunda şekillenirdi Chelsea’nin antrenman programları. En küçük ayrıntıya bile yer verirdi genç antrenör.
2009-2010 sezonunun başında Special One’un kanatları altından çıkıp, Portekiz Primeira takımlarından Académica de Coimbra’nun teknik direktörlüğüne getirildi. Yazılanlara göre, Mourinho’nun hoşuna gitmemişti bu zamansız ayrılık, ama gidene kal denilmeyeceğini en iyi kendisi bilirdi.


Bir zamanlar Tottenham’ın başında göreve gelen Andre Villas-Boas; Porto'yla 2011 yılında Avrupa Ligi ve kupa şampiyonluğu yaşayan, Villas-Boas ününü bir anda artırmış, daha sonra Chelsea'nin menajerliğine getirilmişti. O günlerde "Yeni Jose Mourinho" olarak tanıtılan Andre Villas-Boas, Mourinho'yla aynı kaderi paylaşıp sezon ortasında Chelsea'den kovulmuştu. Portekizli çalıştırıcının Porto kariyeri öncesi içinse ilgili ilginç bir detay su yüzüne çıkmıştı.
Porto'yla bu başarılı yaşamadan önce Academica'da teknik direktörlük yapan Villas-Boas, Owen Coyle 2010'un ocak ayında Burnley'den Bolton'a geçince Coyle'dan boşalan menajerlik pozisyonu için Burnley kulübüne başvuruda bulunmuş.

O günlerde Premier League'de mücadele eden Burnley'nin başkanı Paul Fletcher, Andre Villas-Boas'ın başvuru hikayesini ve sonucunu yeni çıkan kitabı "Magical : A Life in Football"da anlatacaktı.
"Eski bir takım arkadaşım olan Mickey Walsh, Andre'den bahsetti. Genç ve çok yetenekli bir menajer olduğunu söyledi. Andre'de bana CV'sini ve takımın başına geçerse neler yapabileceğine dair ayrıntılı bir sunum yolladı. Sunumu ve anlatımı mükemmeldi. Bugünün futbol standartlarında bile komplike sayılabilecek şeyler vardı ve ben bazılarını anlayamadım bile. Tommy Docherty (eski futbolcu ve menajer), Andre'nin söylediklerini hiçbir futbolcuya söylemediğini, çünkü hiçbirinin Andre'nin dilinden anlamayacağını söyledi."

Daha sonra Andre Villas-Boas'ın başvurusunu reddeden Paul Fletcher, takımın başına Brian Laws'u getirdi. Burnley kalan 18 maçın 15'ini kaybederek küme düştü. Andre Villas-Boas ise sezon sonunda Porto'nun yolunu tutarak, büyük başarılara imza attı.

18 Mart 2022 Cuma

Geri Dönüş Hikayesi

Futbol kariyerine çocuk yaşlarda başlayan önemli bir değer, yaşadığı talihsiz olaylar ve ölümden dönmenin geri dönüş hikayesi..
Christian Dannemann Eriksen, Danimarka Milli Takımı’nın yanı sıra İngiliz futbol kulübü olan Tottenham Hotspur için orta saha oyuncusu olarak oynayan Danimarkalı profesyonel futbolcuydu. Aksi durumlar yaşandı ama öncesi var… Danimarka’nın Middlefart şehrinde doğdu, üç yaşına gelmeden önce futbol oynamaya başladı. On üç yaşından itibaren, Danimarka profesyonel futbol takımı Odense Boldklub için oynamaya başladı. İyi oynadı ve antrenörleri, ileride parlak bir geleceğe sahip olacağından emindi.

Ajax kulübü ile yaklaşık bir milyon Avro değerinde sözleşme imzaladı. 15 yaşındayken, 17 yaş altı Danimarkalı futbol takımına katıldı. Kısa bir süre sonra, Danimarka Futbol Birliği tarafından ‘Yılın Danimarka Futbol Öğrencisi’ seçildi. Olağanüstü performansları nedeniyle, 2010 FIFA Dünya Kupası’nda Danimarka milli takımını temsil edebildi. Turnuvaya katılan en genç oyuncuydu. Ancak, ekibi çok iyi performans göstermedi. Kariyerinde şimdiye kadar, ‘Yılın Futbolcusu’ ödülü de dahil olmak üzere birçok önemli ödül ve onur aldı.

Christian Eriksen, 25 Mart 2010’da Ajax adına ilk golünü Go Ahead Eagles’a karşı attı. İlk sezonunda takımla oynadığı toplam 21 maça çıktı. Sadece bir gol atmış olmasına rağmen, genel performansı oldukça beğeni topladı ve bu nedenle uluslararası yarışmasını aynı yıl yapmak için turnuvaya seçildi.
2010-11 sezonundaki performansı da mükemmeldi. Aralık ayında Danimarka’nın ‘Yılın Yeteneği’ unvanını kazandı. Birçok kazanan karşılaşmada gol atma yoluyla değerini kanıtlamaya devam etti. Ajax’ın “Yılın Yeteneği” ve “Yılın Hollanda Futbol Yetenekleri” de dahil olmak üzere o yıl birçok farklı ödül kazanmıştır ve bu ödülü kazanan ikinci Danimarkalı oyuncu olmuştur. Sezon boyunca birçok asist verdi ve ekibine yaptığı katkıyla çok takdir edildi.



113 lig maçında oynadığı 25 golle oynadıktan sonra Ajax’tan ayrıldı. Daha sonra İngiliz kulübü Tottenham Hotspur ile sözleşme imzaladı. İlk çıkışını 2013 yılının Eylül ayında Norwich’e karşı oynadığı maçta 2-0 galibiyetle tamamladı. Takım için parlak bir şekilde performans göstermeye devam etti ve çok sayıda gol attı. Tüm sezon boyunca on gol attı ve Yılın Danimarkalı Oyuncu Ödülü’nü kazandı.
Başarılı kariyerine devam ederken, 2016 yılında üçüncü kez Danimarka Futbolcusu seçildi. Bu, kendisine üç kez armağan edilen ilk oyuncu oldu. 2016-17 sezonunda sekiz gol attı ve on beş asist yaptı. Lig macerası kulübüyle kazanan takım Chelsea’ye koşan kulüp ile sona erdi. Bir sonraki sezon, takımına puanlamaya devam etti ve sonunda ikinci kez “Yılın Tottenham Oyuncusu” ödülünü kazandı.

EURO 202 turnuvası B grubu takımlarından Danimarka-Finlandiya maçında forma giyen futbolcu Christian Eriksen, maçın 42. dakikasında taç atışından gelen topa vurduğu sırada aniden yere yığılmıştı. Bir süreliğine kalbi duran Eriksen, milyonları çok üzmüştü. İlk müdahaleyi takım arkadaşı aynı zamanda kaptan olan Kjaer yapmıştı. Yaklaşık 20 dakika kalp masajı yapılan Eriksen, sedye ile oyun alanının dışına taşınarak en yakın hastaneye gönderilmişti. Eriksen, hastaneden takım arkadaşlarını arayarak maça devam etmelerini istemişti. Kariyerine ara vermek zorunda kalan Christian Eriksen, 8 ay sonra yeşil sahalara geri döndü.

Yaşadığı büyük talihsizlik sonrası Serie A ekibi Inter'den ayrılmak zorunda kalmasıydı. Ancak ısrarla futbola devam etmek istediğini belirten Eriksen, Premier Lig ekibi Brentford ile 6 aylığına sözleşme imzaladı. Eriksen'in rahatsızlık geçirdiği anlarda çember oluşturarak görüntü alınmasını engelleyen Danimarkalı futbolcular, gözyaşları içinde takım arkadaşlarının iyileşmesini beklerken sağlık ekibi de kalbi duran Eriksen'i hayata döndürmek için büyük çaba sarf etmişti.

FIFA Fair Play Ödülü'nün sahibi, Danimarka Milli Takımı ve takımın sağlık ekibi olmuştu. Onun sadece bir geri dönüş hikayesinden çok daha fazlası!

8 Mart 2022 Salı

Mücadele Hikayesi

Ukrayna'nın kuzey bölgesinde, ülkenin başkenti Kiev'e yakın bir yerde bulunan Çernobil Nükleer Santrali, tarihler 26 Nisan 1986'yı gösterirken tarihin en büyük acılarından birine sebep oldu ve o sırada bakımda olan dördüncü reaktörün patlaması sonucu büyük bir felaket yaşandı. Patlamanın etkisiyle 31 kişi öldü.
Patlamadan sonra temizlik çalışmalarında yer alanlar da öldü. Bölgeye sevk edilen ve yaşanan ölümler nedeniyle "tedbirli" olarak görev yapan Ukraynalı askerler de radyasyonun etkisiyle ilerleyen aylarda hayatlarını kaybettiler. Ancak patlamanın verdiği zarar bunlarla bitmedi. Çevreye yayılan radyasyondan sadece Ukrayna değil, çevre ülkelerde de yüzlerce, binlerce insan hatta sonraki nesiller bile etkilendi.

Oksana Masters, Çernobil patlamasından üç yıl sonra, Ukrayna'nın Hmelnitski kentinde dünyaya geldi. Geride kalan üç yıl boyunca anne karnında radyasyondan etkilenmiş olan bebeğin uzuvlarında ve birkaç organında önemli doğum kusurları vardı. Oksana'nın her iki ayağında da altı parmak vardı. Ellerinde ise başparmak yoktu ve parmak aralarında perde bulunuyordu. Sol bacağı, sağ bacağından altı santim daha kısaydı ve iki bacağını da taşıması gereken kemikler gelişmemişti. Ayrıca Oksana'nın doğuştan sadece bir böbreği vardı. Kızlarının böyle özelliklerini kabullenemeyen biyolojik anne ve babası onu reddetti.

Oksana'ya bakıcı bir aile arandı fakat hem görüntüsü hem de tedavi masrafları nedeniyle kimse onu evlat edinmek istemedi.
7 yaşına kadar Kiev yetimhanesinde yaşamak zorunda kalan kızın yüzüne sonunda felek güldü. New York'ta yaşayan Amerikalı konuşma terapisti Gay Masters, kızın fotoğrafını gördükten sonra Ukrayna'ya gelip Oksana'yı evlat edinmeye karar verdi. Evlat edinme sürecinin tamamlanmasıyla Oksana nihayet Ukrayna’daki yetimhaneden ABD'ye taşındı.
Yeni ailesi, Anne Masters, Oksana'yla beraber New York'a döndükten sonra ona hem sevgi hem de sağlık verdi.


Artık yaşamsal faaliyetlerine zarar vermeye başladığı için iki bacağı da kesildi, yerine protez bacaklar takıldı. Sol bacağını kaybettiğinde dokuz, sağ bacağını kaybettiğinde ise 14 yaşındaydı. Ancak Oksana her şeye meydan okumaya devam edip fiziksel eksiklikleriyle baş etmeyi öğrendi. Geçirdiği ikinci bacak ameliyatı sonrası doktor tavsiyesi ile kaslarını güçlendirmek için kürek çekmeye başladı.
Kürekle ilk tanışmasından dokuz sene sonra Oksana olimpiyatlara katılmaya başladı. 2012’de ABD paralimpik ekibinde bronz madalya kazandı. Ancak başarısı bununla sınırlı değildi.

Oksana, kürek alanında kendini geliştirdi. Daha fazla çalıştı, daha fazla zorladı ve sonunda profesyonel bir sporcu oldu. Kürekle ilk tanışmasından dokuz sene sonra olimpiyatlarda buldu kendini. Ancak sırt ağrıları bir süre sonra kürekten uzaklaşmasına neden oldu. Bu sefer de kayakla tanıştı. Sadece iki yılın ardından, her şeyin başladığı topraklara çok yakın bir yerde; Rusya'nın Soçi kentinde, Paralimpik Kış Oyunları'nda kayak krosta iki madalya sahibiydi: Bir bronz bir de gümüş. Ve yıl 2018'i gösterirken, hikâyesinin başladığı tarihten 20 sene sonra Kore'deki Kış Olimpiyatları'nda tarihe geçerek, altın madalyayı kazandı.Kürek haricinde hem de kayak, biatlon ve bisiklet sporunda Dünya Kupası ve Olimpiyat madalyalarını kazandı.

2018 yılında Kore'deki Kış Paralimpik Olimpiyatları'nda tarihe geçerek kayak krosta altın madalya kazanan Oksana, ilk altını annesine armağan etti. Tüm zorluklara rağmen mücadeleden vazgeçmeyen Oksana Masters, kararlılığı ve azmi ile her şeyin mümkün olduğunu kanıtladı.

29 Ocak 2022 Cumartesi

Rush; Niki Lauda

Rush; iki yarışçı arasındaki rekabeti konu ediyor. 1976 yılında gerçekleşen Alman Grand Prix yarışında Niki Lauda'nın kullandığı Ferrari ikinci round'un sonunda yaşadığı bir sorun nedeniyle yarış dışı kalır ve birincilik ezeli rakibi James Hunt'a gider. Bu kaza sonrasında Lauda yaralanır; aradan geçen altı haftanın ardından olağan hırsı ve öfkesiyle pistlere geri döner.
Niki Lauda’nın hikayesi böyle başladı lakin bu şekilde devam etmedi. Peki ya nasıl? Niki Lauda, sanılanın aksine ilk kez yarışlara katıldığında pilot değil teknik ekip üyesiydi. Kısa sürede takım arkadaşının tavsiyesiyle Ferrari, kendisiyle yarışmaya karar verdi. Bu kararın doğruluğunu zaman kanıtladı ve Lauda, 1950’lerin sonlarında düşüşte olan Ferrari’yi tekrar ayağa kaldırıp bugünlere ulaşması konusunda yardımcı oldu.

Henüz alt klasmanlarda iken özellikle teknik ve motor bilgisiyle dikkat çekip bu özelliğini Ferrari takımında da sürdürmüştü. Hayatını anlatan meşhur filmde de konu edildiği üzere en büyük rakibi James Hunt’tır. Hunt, Formula1 tarihine geçmiş çok iyi ve cesur bir pilottu. Hunt ve Lauda’nın kariyerlerinin neredeyse tamamı birbirleriyle yarışarak geçmişti. Niki Lauda, James Hunt’ın plansız cesaretinin aksine iyi pilotluğunun yanında güçlü teknik bilgisiyle arabasını geliştirip stratejik olarak daha iyi kararlar alabilen yapısıyla yarış kazanmıştı.

Pistteki korkusuzluğunun aksine normal hayatında arabasını çok sakin süren bir yapısı olan Lauda’nın bir Formula1 pilotu olduğuna inanmak zormuş. Yine arkadaşlarının yorumlarına göre Lauda, yaptığı işi ne kadar sevse de bunun sadece bir iş olduğunu ve hayatından değerli olmadığının farkındaydı.
Niki Lauda, 1974’te ilk Formula 1 yarışına çıktı ancak şampiyon olamadı. Ancak bu ilk yarış, Ferrari’nin ne kadar iyi bir pilot seçtiğini anlamasını sağladı. İkinci yılında teknik detaylarında pilotun kendisinin büyük emek harcadığı arabayla 1975’te ilk Formula 1 şampiyonluğuna ulaştı.



Niki Lauda, James Hunt’ın aksine çalışkanlığı ve pist dışındaki çekingenliğiyle tanınmıştı. İyi pilot olmalarının dışında bu iki yarışçı, karakter açısından birbirlerinin çok farklıydılar. 1976 yılına Niki Lauda inanılmaz bir başlangıç yapmış ve en yakın rakibinin 2 katı kadar önünde şampiyonluğa ulaşmıştı. Sırada Almanya Grand Prix’i vardı. O gün Niki Lauda’nın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri geldi. Kaza yaptı ve kazadan sonra aracında sıkıştı. Alev alan aracının içinde dakikalarca kaldı. Sonunda Niki Lauda’yı çıkarttılar ancak vücudu ve yüzü yanmıştı. Haftalarca hastanede kaldı. Ciğerleri su toplamıştı ve yüzü tanınmayacak haldeydi. Onun düşündüğü tek şey ise sezon bitmeden pistlere dönüp şampiyon olmaktı. Nitekim öyle de oldu. 6 hafta gibi inanılmaz bir süre de piste geri döndü.

Herkes Niki Lauda için sezonun belki de yarış hayatının bittiğini düşünürken, o sadece 3 yarış kaçırarak pistlere döndü. Gözleri hala tam iyileşmediğinden eskisi kadar iyi yarışamıyor ama en azından puan alıyordu. Özellikle yağmurlu bir hava onun için ölüm olabilirdi. James Hunt onun yokluğunu fırsat bilip aradaki farkı kapamıştı. Sezonun son yarışı öncesi Niki Lauda çok az farkla öndeydi. O gün hava yağmurluydu ve Niki Lauda yarışmayı reddederek yarıştan çekildi. Yarış sonunda ise James Hunt 1 puanla şampiyon oldu.

Hayatının son yıllarında çok sayıda rahatsızlık geçiren Lauda’ya, 2018 yılında akciğer nakli yapıldı. Ancak rahatsızlıkları devam eden Lauda, nakil işleminden 8 ay sonra yaşamını yitirdi. Bir kuşağın otomobilsever olmasını sağlayan Niki Lauda, ezeli rakibi Hunt’ın ardından “Şaşırmadım, ama üzüldüm. Hayatımda sevdiğim az sayıda kişiden biri, saygı duyduğum daha az kişiden biri, imrendiğim çok daha az kişiden biriydi” demişti. Herhalde birçok otomobilsever için de Niki Lauda, başarılarıyla imrenilen çok az kişiden biridir.

6 Ocak 2022 Perşembe

Ender ve Sadık; Udonis Haslem

NBA’in en yaşlı ismi… 40 yaşın üstünde ender bir oyuncu bulunuyor. Udonis Haslem, parkeleri bırakmaya pek de hevesli değil esasında. Oynadığı son yıllardaki oyunda pek de ilk beş oynama şansı bulamaması bir yana yaşı gibi ender oynama şansı buluyor. Udonis Haslem, Miami Heat’in kadrosunda etkili bir isim. Miami Heat içinde de belli balı söylentiler ayyuka çıkmış durumda. Tecrübesinden ödün vermeyen Haslem, Heat ekibinin Haslem için bir sonraki adımı takımdaki koçluk kariyeri.

Udonis Haslem 2002 yılından beri profesyonel basketbol oynayan ikinci en eski aktif NBA oyuncusu. Brincisi malumunuz Vince Carter! Kariyerine Fransız ekip Chalon-Sur-Saône ile başladı. Fransa’da 1 sene oynadıktan sonra Miami Heat tarafından alındı ve 2003 yılından beri takımda yer alıyor.
Haslem’in Miami’de bir heykeli yapılacak mı ya da forması emekli edilecek mi bunlar başka tartışmaların konusu. Ancak Haslem’in Miami kariyeri boyunca tam 5 kez finallerde boy gösterdiğini ve 3 kez de şampiyonluk yaşadığını unutmamak gerekiyor.

Udonis Haslem, Miami Lisesi’ne gittiği yıllarda eski NBA oyuncu Stee Blake ile birlikte lisenin basketbol takımında oynadı. Bunlar bir yana, 2020 yılı itibari ile NBA’da oyuncuların yaş ortalaması 26, ortalama emeklilik yaşları ise 30’larının sonunda.
Belki de Udonis, Carter’ın rekorunu egale edecektir. Vince Carter, 43 yaşında NBA’in en yaşlı aktif oyuncusudur. 2019-2020 sezonunda da Atlanta Hawks ile oynadıktan sonra emekli olacağını açıkladı. Ocak 2020’de NBA tarihinde dört farklı on yılda oynayan tek kişi oldu. Carter lisede ve üniversitede basketbol oynadıktan sonra 1998’de Golden State Warriors tarafından draft edildi ancak buradan Toronto Raptors’a takas edildi.


Carter kariyeri boyunca, New Jersey Nets, Orlando Magic, Phoenix Suns, Dallas Mavericks, Memphis Grizzlies, Sacramento Kings ve Atlanta Hawks için forma giydi. Peki Udonis, bu rekorun önüne geçer mi yakında… Tüm profesyonel kariyeri boyunca sadece Miami Heat'te oynayan oyuncu, bu tarz bir sadakat Tim Duncan gibi çok üst düzey profesyonellerde ve elit sporcularda görülebilir.
Miami Heat'te kalmak için 14 milyon dolar daha az kazanmayı göze aldığını da biliyorken etkilenmemek mümkün değil. Bu arada, bir anektot daha var; Miami Heat'in 3 adet yüzük sahibi emektar oyuncusu.

Miami doğumlu, seçilmediği 2003 draftı sonrası Heat'in kendisine verdiği şansı iyi değerlendirip 2006 şampiyonluğuna giden yolda Shaq'ı oldukça iyi tamamlamıştı. O yıl konferans finalinde Wallace'ı ardından da Nowitzki'yi savunup, başarının gizli mimarlarından biri haline gelmişti. 2010 yazında büyük üçlü oluşturulurken belki de en büyük fedakarlığı yapan isimdi. Denver ve Dallas'tan gelen tekliflerin toplamda 10 milyon dolar altına Miami Heat ile kontrat imzalamıştı.
Ancak bu fedakarlığının ardından Haslem, ciddi sakatlık problemleriyle uğraştı. En önemlisi de son yıllarda en büyük değişim onun pozisyon profilinde yaşandı. En önemli silahı olan orta mesafe şutları artık basketbolun en verimsiz hücum şekli olarak görülüyor. Bunun yanında 4 numaralar artık çok daha hareketli hale geldi. Haslem de değişen basketbolla birlikte "undersized" bir "center" haline geldi ne yazık ki!

Takıma ender olan, sadakat ve takımın sadakati konusunda NBA’de parmakla sayılacak örneklerden birisi. Zira böyle oyuncular yeteneklerinden veya fiziksel diriliklerinden ziyade takımın geçmişle bir bağ kurmasını, soyunma odası ruhunun ateşlenmesini sağlarlar. Ama bu tipte oyuncular, oyunun tarzı istediği kadar değişse de parkede gözlerin aradığı tecrübeler. Udonis Haslem, bize daha ne hünerlerini gösterecek. Belki de teknik kadro da!