Miami’de, doğru zamanda bir aradaydılar. Kazanmaya hazır bir ekiptiler. Her biri bireysel başarıları tatmıştı. Artık kazanmak için aceleleri vardı. Arkalarında sağlam bir miras bırakmak için şampiyonluk yüzüğü takmaları gerektiğini biliyorlardı. Bir oyuncunun kendi içinde sorgulaması gereken şey kazanmayı, kendini göstermeye tercih edip etmeyeceğidir. Dwyane Wade bu seçimi yaptı ve bu konuda hakettiği kadar övgü aldığını düşünmüyorum.
LeBron’un bu ligdeki en iyi oyuncu olduğu apaçık ortada; fakat Wade omzunda All-Star apoletini, parmağında şampiyonluk yüzüğünü taşıyordu, finallerin en değerli oyuncusu olmuştu ve yine de – daha çok – kazanmayı tercih etti. Şampiyonluğa göz dikmiş her takımdaki her oyuncunun yapması gereken bir tercih bu. Kazanmaya giden yolun her daim ekibin başını çekmekten geçmediğinden bahsediyor. Aslında bu minvalde gizli bir lider görevi taşıyordu Dwyane Wade.
Yıllar önce farkına vardığı bir durum belki ama mevzubahis kavramın kökü milenyum sonrasında bile kurumadı henüz. Ve o “mühim” isimler basketbol topunu elinden bırakmadığı sürece sonu gelmeyecek…
2006 sezonunda çok net haırladığım, sınav kaçamakları yaptığım her vakitte sabahladğım Wade maçları söylenenlerin hakkını veriyordu. Seri Florida’ya taşındıktan sonra her gece dümende Dwyane Wade vardı. Gecenin ağırlığı göz kapaklarınıza çöktüğü anda kendisine çalınan bir faul düdüğü sinsice rahatsız edip ayakta kalmanızı sağlıyordu. Wade işi son maça bırakmıyordu. Seri Texas’ta, seyircilerin katılamadığı bir kutlamayla bitmek durumundaydı. Yalnız olmak Miami ekibinin çok umrunda olmasa gerek. Fakat bir koca adam diğerlerinden biraz daha yalnız görünüyordu platformda. David Stern, finallerin en değerli oyuncusunu açıklamak üzere öne çıktığında Shaq yanında bitiyordu. Ve Shaq o tok ve gür sesinde yankılanıyordu Wade’in adı.
Çok ilginç ve bir o kadar da eşi benzeri olmayan NBA kariyeriyle parlayan, NBA tarihindeki haklı yerini çoktan aldığını düşünüyorum. Ama tarih onu nasıl hatırlayacak? Benim gözlerimle izlediğim Dwyane Wade’i mi? Yoksa tarih kitabının objektif bakış açısına sahip Dwyane Wade’i mi? 2006 NBA Finalleri’nde çoğu yazarın “… yıldız oyuncunun” yanındaki “yancı” olarak da adlediyordu.
O artık 23 yaşında bir NBA şampiyonuydu. Hem de Finallerin MVP’si olarak. Aslında dürüst olmak gerekirse kimilerine göre bu şampiyonluk buna rağmen Wade’e değil, Shaq’e yazılmıştı. Ama kimin umrundaydı? Kobe evinde playoffları izerken Wade, şampiyonluk kupasıyla poz veriyordu. Şu anda çok hatırlanmıyor ama o seneye kadar ligin en popüler oyuncuları Kobe Bryant, Tracy McGrady ve Allen Iverson iken bir anda Dwyane Wade NBA yeni yüzü oldu.
Reklamlar, sponsorlar, “Dwyane Wade Çılgınlığı” çığ gibi büyüyordu. Sadece Amerikan spor basınında değil, dünya basınında da. Şampiyonluğun ardından 1 sezon daha formda kalan Wade, sakatlıklarla boğuşmaya başladı ve elit oyuncular seviyesinde yerini kaybetmeye başladı. Bir geri dönüş yapmaya çalışsa da başarılı olamadı. Bir dönem “yancı” yaftasını yapıştıranlar sonradan, sonsuza kadar “hancı” olmasını bekliyordu. Ancak kötü gidişatın alameti farikası olan sakatlıklar onu bir anlamda “yolcu” yapacaktı.
Wade’in hikayesinde en acı gerçek onu her süreçte başka oyuncular ile yanyana yazılmasıdır. Shaquille O’Neal, LeBron James, Chris Bosh… O olmasaydı bir yüzüğü eksik olacaktı.
Gizli kahraman Wade “yancı” olarak adlandırıldığı ekibe ayak uydurarak yine ortak payda da buluştular. Dwyane Wade, Utah Jazz takımında hissesi olan beşinci eski oyuncu oldu. Grant Hill’in Atlanta Hawks’ta, Shaquille O’Neal’ın Sacramento Kings’te, Magic Johnson’ın ise Los Angeles Lakers’ta hissleri var.
Wade zoru başardı diyebilir miyiz? Kesinlikle evet, fakat bu o kadar da kolay olmadı. Halen daha gizli kahraman olarak atfedilmesinden yola çıkıoruz.