2 Kasım 2015 Pazartesi

Çılgın Eski Toprak Tenisçiler

Siyahla beyaz gibi olmaktır tenis oynamak. Muhteşem performans geçirdiğiniz turnuvada yarı finale, belki de finale kadar yükselir ancak küçücük bir yanlış veya psikolojik düşüş yerle bir edebilir. Sıklıkla karşılaşılan bir durum olmasa da artık dünya birincisi bile bu hatalara sürüklenebiliyor. Bu yıl Wimbledon ve Amerika Açık finallerinde Roger Federer de bunları açık bir dille seyrettirdi. Kendisi de farkında ki her maç sonunda 2016'ya hazırlıklı olun mesajını verdi. 

Günümüzde yaşanan heyecan dorukta maçlarından ziyade sizleri eski topraklara götüreceğim. Önce Avustralya'ya uzun bir yolculuk yapalım, pişman olmayacaksınız. 
Rod Laver tam anlamıyla tenisin eski topraklarından. Laver'ın 1964-70 yıllarındaki tenis dünyasına yaşattıkları "back to the future" sahnesinden bir kesit gibiydi. Onu örnek alarak kendi bileğine ustalık katan geçmiş-gelecek arasında git-gel yaşayan tenisçilere hayat öpücüğü verdi. Aynı yıl içinde iki kere 4 Grand Slam'i kaznarak zafere koşan tek sporcu (1962-1969) olarak rekoru elinde tutuyor. Turnuvalarda gruplarda ilerleyebilmek sancılı bir süreç iken o yıllardaki malzeme ve zemin düşününce apayrı bir başarı. Bunu yapabilen Laver arka arkaya yaşayabilen oyuncu oluyor. 


İnsan bu başarıları, şampiyonlukları anlatmaya nereden başlayacağını bilemiyor. Wimbledon'ı 4 kez, Avustralya Açığı 3 kez, Roland Garros ve Amerika Açığı 2 kez kazanarak bu konuda tek başına mühürü vuracaktı. Rod Laver bu başarılarla özellikle Avustralyalıların beklentisini arttırmış ama cevabını 6 yıla sığdıracağı zaferlere bine bin katarak sunanlardan ziyade oynayarak cevap veriyordu.

Aslında Rod'u farklı kılan oyun stili veya vuruş tekniği yoktu. Savaş dönemlerine gelen bazı durumlar dışında rakip olabilecek dişli oyuncu olmaması da önünü açacaktı. Buradaki tek iş durumu avantaja çevirmekti. Sade oyunuyla olabileceğini gösterdi. "Vav" diyebileceğimiz, sayfa sayfa okuyacağımız oyuncu prototipinde değil o yüzden elit tenis dünyasının bilinen sporcusu da özelliğine de sahip değil, halbuki şampiyonlukları ve tek olması bile yeterken.  


Tenis severlerin daha çok aksiyona hasret kaldığı seyirciler olunca böyle oyuncuyu gördün mü üzerinde didiklemeyi daha çok seviyorlar. En güzel örneklerinden John McEnroe. Tavırlarıyla, komik anlarıyla ve de bir o kadar insanı rayından çıkaran sinirli hareketleriyle tenis dünyasının çılgın çocuğu. O kadar ileri gitti ki sinirli davranışları filmlere replik olmaya, oyuncuların onu canlandıracak cesareti olmaya kadar taşındı.

Bir o kadar hakemlerin karşılaşmak için can attığı oyunculardandı. Hakemlerle tartışmalarında doğan kelimeleri tenise has bir dile çevirmişti. "Ciddi olamazsın!" cümlesiyle kendi halinde bir ironi oluşturuyordu, McEnroe. Şahin gözü çıktığından beri kafalardaki soru işareti bir nebze de olsa dindiriyor ama John McEnroe döneminde olsa makinaya bile takılırdı. 
7 Grand Slam şampiyonluğu olsa da hiç bir zaman Fransa ve Avustralya'da gün yüzü göremedi. Çok da umurunda değil hatta onda değil hakemlerdeydi yanlış. Bir tarafta sessiz sedasız oynayan Rod Laver diğer tarafta tenisin asi çocuklarından McEnroe buyrun size renkler. Çekici kılan da her oyuncunun "elit spor" olmasına rağmen barınıyor olması.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.